Скачать книгу

“Canım, canım madam, kendinize hâkim olun.”

      “Bu onun sesi!” diye bağırdı evde kalmış hala ve hemen ardından üçüncü krizin güçlü belirtileri ortaya çıktı.

      “Kendinizi üzmeyin, size yalvarıyorum, canımın içi madam.” dedi Mr. Tupman, teselli edici bir şekilde. “Azıcık yaralandım, sizi temin ederim.”

      “Öyleyse ölmediniz!” diye çığlık attı histerik hanım. “Ah, lütfen ölmediğinizi söyleyin!”

      “Aptal olma, Rachael.” diye lafa girdi Mr. Wardle, şairane ana ters düşecek bir sertlikle. “Ölü olmadığını söyleyince ne halt olacak?”

      “Hayır, hayır, değilim.” dedi Mr. Tupman. “Sizden başkasının yardımı gerekmiyor bana. İzin verin kolunuza gireyim.” Sonra da fısıltıyla, “Ah, Miss Rachaell!” dedi. Heyecanlı kadın öne atıldı ve kolunu uzattı. Kahvaltı salonuna girdiler. Mr. Tracy Tupman kadının elini nazikçe dudaklarına bastırdı ve koltuğa çöktü.

      “Hâlsiz misiniz?” diye sordu endişeli Rachael.

      “Hayır.” dedi Mr. Tupman. “Bir şey yok. Hemen iyi olurum.” Gözlerini kapattı.

      “Uyuyor.” diye mırıldandı evde kalmış hala. (Görme organları neredeyse yirmi saniye boyunca kapalı kalmıştı.)

      “Canım, canım Mr. Tupman!”

      Mr. Tupman yerinden zıpladı, “Ah, bir daha söyleyin.” diye bağırdı.

      Hanımefendi irkildi. “Söylediklerimi duymamışsınızdır herhâlde!” dedi mahcup bir biçimde.

      “Ah, evet, duydum!” diye yanıtladı Mr. Tupman. “Tekrarlayın o sözleri. Eğer iyileşmemi istiyorsanız, tekrarlayın onları.” “Hişşş!” dedi hanımefendi. “Abim.” Mr. Tracy Tupman önceki hâline geri döndü ve Mr. Wardle yanında bir doktorla içeri girdi.

      Kol muayene edildi, yara sarıldı ve yaranın çok ufak olduğu söylendi. Böylece ekibin kafaları rahatlayınca yüzlerinde yeniden beliren neşeli ifadeler eşliğinde açlıklarını doyurmaya giriştiler. Yalnızca Mr. Pickwick sessiz ve durgundu. Yüzünden şüphe ve güvensizlik okunuyordu. Sabahki olayların üzerine Mr. Winkle’a olan güveni sarsılmıştı, müthiş derecede sarsılmıştı. “Kriket oynar mısınız?” diye sordu Mr. Wardle nişancıya.

      Başka zaman olsa Mr. Winkle olumlu yanıt verirdi. Durumun hassasiyetini hissetti ve alçak gönüllülükle, “Hayır.” dedi.

      “Siz peki, efendim?” diye sordu Mr. Snodgrass.

      “Bir zamanlar oynardım.” diye yanıtladı ev sahibi. “Ama artık bıraktım. Buradaki kulübe üyeyim ama oynamıyorum.”

      “Bugün büyük maç oynanacak, sanıyorum ki.” dedi Mr. Pickwick.

      “Öyle.” diye yanıtladı ev sahibi. “Siz elbette ki izlemek istersiniz.”

      “Ben…” diye yanıtladı Mr. Pickwick. “Güvenli biçimde keyif alınabilecek ve yeteneksiz kişilerin âciz etkilerinin insan hayatını tehlikeye sokmadığı her türlü sporu izlemekten keyif alırım.” Mr. Pickwick duraksadı ve liderinin manalı bakışlarının altında sinmiş olan Mr. Winkle’a dikkatle baktı. Yüce adam birkaç dakika sonra bakışlarını uzaklaştırdı ve ekledi: “Yaralanmış arkadaşımızın bakımını hanımlara bıraksak ayıp olur mu?”

      “Beni mümkünü yok daha iyi ellere emanet edemezsiniz.” dedi Mr. Tupman.

      “Gerçekten imkânsız.” dedi Mr. Snodgrass.

      Böylece Mr. Tupman’ın evde, hanımların gözetimi altında bırakılmasına ve geri kalan konukların, Mr. Wardle’ın gözetiminde, bütün Muggleton’ı rehavetinden uyandıran ve Dingley Dell’e ise daha çok heyecan aşılayan yetenek denemesinin gerçekleşeceği alana gitmesi kararlaştırıldı.

      Karanlık ve ıssız sokaklar boyunca yaptıkları üç kilometreyi geçmeyecek uzunluktaki yürüyüş sırasında sohbetleri etraflarını saran keyif verici manzaraya yöneldiği sırada Mr. Pickwick çıktıkları yoldan dolayı pişmanlık duymaya meyledecek gibi olmuştu ki kendilerini Muggleton kasabasının ana caddesinde buldular. Aklının topografik bir yönü olan herkesin bileceği üzere Muggleton, Belediye Başkanı, kasaba sakinleri ve özgür vatandaşlarıyla, bir belediyeydi. Belediye Başkanı’nın fikirlerini özgür insanlara ya da özgür insanların fikirlerini Belediye Başkanı’na ya da ikisinin fikirlerini belediyeye ya da üçünün fikirlerini Meslis’e sorsanız bundan öğreneceğiniz, daha önce bilmeniz gerektiği üzere, Mugleton’ın çok eski ve sadık bir belediye olduğuydu. Muggleton’ın yasal ticari haklara karşı özverili bir bağlılığa sahip, Hristiyan prensiplerinin gayretli bir destekleyicisi olan ve bunu göstermek için de Belediye Başkanı, belediye ve diğer sakinlerin bin dört yüz yirmi kişiden az olmayacak şekilde yurt dışındaki siyahi köle ticaretine devam edilmesine yönelik ve bir o kadarının da ülkedeki fabrika sistemine yapılacak müdahaleye karşı imza kampanyası yürüttüklerini ve altmış sekiz kişi kilisede canlı satışı lehine oy verirken seksen altı kişinin de pazar günleri sokakta ticareti yasaklama lehine oy verdiğini aklı olan bilirdi.

      Mr. Pickwick yüce kasabanın ana caddesinde durdu, merak ve ilgi dolu bir havayla etrafındaki nesnelere baktı. Pazar alanı olarak ayrılan açık bir meydan vardı ve bu meydanın ortasında sanatta çok yaygın olan ancak doğada nadiren karşılaşılan, yani üç eğri patisi havada olan ve dördüncü patisinin üstünde kendini imkânsız biçimde dengede tutan mavi bir aslan heykeli vardı. Yakında bir mezatçı, itfaiyeci, tahılcı, tuhafiyeci, eyerci, birahane, bakkal ve ayakkabıcı vardı. Son söz edilen mağaza aynı zamanda şapka, kep, giysi, pamuk şemsiyeler ve işe yarar bilgi gibi başka şeyler de satıyordu. Önünde taşla kaplı ufak bir avlusu olan kırmızı tuğlalı bir ev vardı ki herkes bu evin avukata ait olduğunu anlayabilirdi. Buna ek olarak, kırmızı tuğlalı panjurlu bir ev daha vardı ve pirinçten kocaman kapı levhası bu evin Doktor’a ait olduğu konusunda şüpheye yer bırakmıyordu. Birkaç oğlan kriket sahasına gidiyorlardı ve kapılarında duran iki ya da üç esnaf da aynı yere gitmeleri gerektiğini düşünür gibi görünüyorlardı. Hatta belki ciddi anlamda zarara girmeden bunu yapabilirlerdi bile. Mr. Pickwick daha sonra not edeceği bu gözlemleri yapmak için duraksayıp sonra caddeden sapıp çoktan savaş sahasını gözlerine kestirmiş olan arkadaşlarına yetişmek için acele etmeye başladı.

      Kaleler ve tarafların dinlenmesi ve soluklanması için birkaç çadır kurulmuştu. Oyun henüz başlamamıştı. İki ya da üç Dingley Dellli ve pek çok Muggletonlı ellerindeki topu umursamaz bir havayla iki ellerinin arasında atarak haşmetli bir havayla kendilerini oyalıyorlardı. Onlar gibi hasır şapka, flanel ceket, beyaz pantolon giyinmiş, bu kostüm yüzünden amatör taş ustaları gibi görünen birkaç diğer beyefendi de Mr. Wardle’ın ekibi götürdüğü çadırlardan birinin orada vakit geçiriyorlardı.

      Birkaç düzine “Nasılsın?” sorusu yaşlı beyefendinin gelişini izledi ve bunu hasır şapkaların aynı anda kaldırılması, flanel ceketleri kıvıracak şekilde öne eğilmeler ve Mr. Wardle’ın misafirlerini Londra’dan gelen, onun da zaten keyifli olacağından hiç şüphe duymadığı günün getirilerini görmeyi çok isteyen beyefendiler olarak tanıtması takip etti.

      “Çadırın altına geçseniz iyi olur bence, beyefendi.” dedi bedeni ve bacakları sanki yarım bir flanel rulonun üstünde duran birkaç şişkin yastık kılıfı gibi görünen, çok iri bir beyefendi.

      “Çok daha hoşunuza gidecektir, efendim.” dedi az önce söz edilen flanel rulonun diğer yarısı gibi görünen bir başka iri beyefendi.

      “Çok iyisiniz.” dedi Mr. Pickwick.

      “Bu taraftan.” dedi ilk konuşan. “Burada

Скачать книгу