Скачать книгу

atıyormuş; ama Leopar karanlıkta onu göremiyormuş. Bu yüzden “Hey sessiz ol, biçimsiz şey!” demiş ona. “Sabaha kadar üzerinde oturacağım; çünkü neye benzediğini, nasıl bir şey olduğunu anlayamadım.”

      O sırada, önce bir homurtu, sonra bir çatırtı, sonra da bir patırtı sesi duymuş ve bir süre sonra Etiyopyalı ona seslenmiş: “Göremediğim bir şey yakaladım. Zürafa gibi kokuyor, Zürafa gibi çifte atıyor ama şeklini şemalini anlayamadım.”

      “Aman dikkat et!” demiş Leopar. “Sabaha kadar benim yaptığım gibi üzerinde otur. Bu yaratıklar şekilsiz şemalsiz, neye benzedikleri belli değil.”

      Böylece sabaha kadar avlarının tepesinde oturmuşlar. Gün ışıyınca Leopar sormuş: “Sen ne yakalamışsın Etiyopyalı kardeş?”

      Etiyopyalı başını kaşıyarak cevap vermiş: “Aslında yakaladığım hayvanın baştan aşağı parlak turuncu-kahverengi bir Zürafa olması gerekirken bunun her yanı kestane rengi beneklerle kaplı. Sen ne yakalamışsın Leopar kardeş?”

      Leopar da başını kaşıyarak cevap vermiş: “Aslında yakaladığım hayvanın baştan aşağı gümüşi-sarı renkte bir Zebra olması gerekirken bunun her yanı siyah-mor çizgilerle kaplı. Ne oldu sana Zebra? Eğer Yüksek Sahra’da olsaydık şu hâlinle seni kilometrelerce uzaktan rahatça görebilirdim, bunu bilmiyor musun? Şeklin şemalin iyice bozulmuş.”

      “Olabilir.” demiş Zebra. “Ama artık Yüksek Sahra’da yaşamıyoruz.

      Burada beni göremedin.”

      “Ama şimdi görebiliyorum.” demiş Leopar. “Dün ne yaptıysam göremedim oysa. Bu nasıl oldu?”

      “Ayağa kalkmamıza izin verirseniz gösteririz.” demiş Zebra.

      Zebra ile Zürafa’nın ayağa kalkmalarına izin vermişler. Zebra biraz ileriye doğru yürümüş ve bir dikenli çalı yığının üzerine çizgi çizgi düşen güneş ışıklarının orada durmuş. Zürafa da güneş ışınlarının lekeler hâlinde göründüğü uzun ağaçların arasına girmiş.

      “Şimdi gözünüzü dört açın!” demiş Zebra ve Zürafa. “Bakın işte böyle saklandık: Bir-iki-üç. Aaa kahvaltınız nereye gitti!”

      Leopar’la Etiyopyalı dikkatlice bakmışlar; ama çizgili, lekeli ve alacalı bulacalı gölgelerden başka bir şey görememişler. Zebra ve Zürafa’dan ise hiç iz yokmuş; çünkü onlar çoktan gölgeler arasında kaybolup ormanın derinliklerine gizlenmişler.

      “Vay bee!” demiş Etiyopyalı. “Öğrenmeye değer bir numaraymış. Bu da sana ders olsun Leopar kardeş. Bu karanlık yerde kömür kovasına düşmüş bir kalıp sabun gibi parlıyorsun.”

      “Haa haa sen kendine bak!” demiş Leopar. “Bu karanlık yerde kömür çuvalına düşmüş bir hardal çiçeği gibi parlıyorsun ne haber.”

      “Her neyse. Birbirimizle dalga geçerek karnımızı doyuramayız.” demiş Etiyopyalı. “Çevremize uyum sağlayamamak gibi bir sorunumuz var şu anda. Ben Baviyan’ın öğüdünü tutacağım. Bana değişmem gerektiğini söylemişti. Derimin renginden başka değiştirecek başka bir şey olmadığına göre, onu değiştiririm artık.”

      “Nasıl?” demiş Leopar heyecanlanarak.

      “Biraz mor, biraz da tuzlu mavi olan kahve-siyah renge dönüşeceğim. Kuytularda ve ağaç arkalarında saklanabilmek için çok uygun bir renk bence.”

      Bunları söyleyen Etiyopyalı, hemen orada rengini değiştirivermiş. Leopar, daha önce hiç rengini değiştiren bir adam görmediği için çok heyecanlanmış.

      Etiyopyalı küçük parmağına kadar yeni siyah rengine dönüştükten sonra, Leopar sormuş: “Peki ben ne olacağım?”

      “Sen de Baviyan’ın öğüdünü yerine getir: Sana başka yerlere gitmeni söylemişti.”

      “Evet, ben de hemen başka noktalara geldim işte. Seninle bu noktaya geldim işte, sanki çok işime yaradı da!”

      “Ahh!” demiş Etiyopyalı. “Aslında Baviyan başka noktalar derken Güney Afrika’daki başka noktaları kastetmedi aslında; o aslında postuna yeni noktalar yapmanı söylemişti.”

      “Ee, bu ne işe yarayacak peki?”

      “Bak Zürafa’ya!” demiş Etiyopyalı. “Eğer çizgi isterim dersen Zebra’ya da bakabilirsin. Görmedin mi noktalarından ve çizgilerinden ne kadar memnunlardı!”

      “Hmm…” demiş Leopar. “Zebra’ya benzemeyi kesinlikle istemiyorum.”

      “Hadi çabuk karar ver!” demiş Etiyopyalı. “Sen bu hâldeyken ava çıkmaktan hoşlanacağımı hiç sanmıyorum. Tabii yeni katranlanmış bir duvarın önünde açmış bir ayçiçeğine benzemekte ısrar edersen, ben de buna mecburen katlanırım.”

      “Öyleyse benek olsun.” demiş Leopar. “Ama çok büyük ve kaba benekler yapma sakın, Zürafa’ya da benzemek istemiyorum.”

      “Beneklerini parmak uçlarımla yapayım.” demiş Etiyopyalı.

      “Derimde hâlâ kurumamış boya var. Kımıldama sakın!”

      Böylece Etiyopyalı elinin beş parmağını bir araya getirmiş (Yeni derisinin üzerinde yeterince siyah boya varmış.) ve Leopar’ın üzerine bastırmış. Beş parmağın dokunduğu her yerde, birbirine çok yakın beş küçük benek oluşmuş. Bu benekleri Leopar’ın postuna bakınca bugün bile görebilirsin, kuzum. Arada sırada Etiyopyalı’nın eli kaymış ve benekler biraz silik çıkmış; ama eğer bir Leopar’ın postuna yakından bakarsan, beş tombul parmak izinin bıraktığı beş küçük beneği her zaman görebilirsin.

      “Çok güzel oldun!” demiş Etiyopyalı. “Artık yere yatıp çakıl taşları gibi görünebilirsin. Çıplak kayaların üzerine yatıp kireçli bir taş gibi de görünebilirsin, kuru yaprakların üzerine yatarak yaprakların üzerine vuran güneş ışıkları gibi de görünebilirsin. Hatta bir yolun ortasına uzanıp ne olduğu belirsiz bir şey gibi de görünebilirsin. Bunları düşün ve hırlamaya başla!”

      “Ee peki, ben bütün bunları olabiliyorsam, sen neden kendine de böyle benekler yapmadın?” demiş Leopar.

      “Yoo bir zenciye en çok yakışan renk siyahtır.” demiş Etiyopyalı. “Haydi şimdi gel de ‘Bay bir-iki-üç, aa kahvaltınız nereye gitti’ye hesap soralım!”

      Sonra oradan uzaklaşmışlar ve hayatlarının sonuna kadar mutlu mesut yaşamışlar, kuzum. Hikâyemiz de burada bitmiş.

      Bu arada büyüklerin, “Etiyopyalı, derisinin rengini, Leopar da beneklerini değiştirebilir mi?” dediklerini duyuyor olabilirisin. Eğer Leopar ve Etiyopyalı’nın bunu zaten bir kere yapmış olduğunu bilselerdi, büyükler de böyle saçma bir şeyi tekrarlayıp durmazlardı; öyle değil mi? Ama Etiyopyalı ve Leopar renklerini bir daha hiç değiştirmeyeceklermiş, kuzum. Çünkü ikisi de hâlinden çok memnunmuş.

screen_52_0_1BEN BİLGELERİN BİLGESİ BAVİYANEN BİLGECE SÖZLERİ SÖYLEYEN

      “Hadi kaybolalım tabiatta,

      Sen ve ben baş başa.”

      Misafirler geldi bir arabayla, bize sesleniyorlar,

      Ama annem orada,

      Ve sen beni dolaşmaya götürürsen,

      Gitmek zorunda değiliz yanlarına,

      Hadi ahırlara gidelim,

      Çitlere oturup bakalım tarlalara,

      Hadi tavşanlarla konuşalım,

      Kuyruklarını

Скачать книгу