Скачать книгу

Aklı başında yok. Şeyhlerle, tespihlerle uğraşıyor. Şimdi bunu söylersem ayılır bayılır. Bir tarafına bir şey olur diye korkuyorum.”

      “Bayılırsa benim yanımda lokman ruhu var. Dostluk bu günde belli olur.”

      “Dur dur, şimdi olmaz. Hasnâ’yı Rukiye Hanım’ın evine götürelim de orada söyleyelim.”

      “Söylemeli ya… Saklamak olur mu hiç? Biz Hasnâ’nın dostu değil miyiz? Rukiye’nin evine götürmezden önce burada bir parça çıtlatalım da kulağı alışsın.”

      “Bunun çıtlatması nasıl olur? Kocan evlendi diye patadak ben bu kadına söyleyemem.”

      Hasnâ Hanım tahta perdenin arkasından:

      “Karılar nedir o fiskos? Beni mi çekiştiriyorsunuz?”

      Mebrure Hanım: “Allah etmesin! Seni ne diye çekiştirelim? Siz her gün burada, bu budak deliğinin önünde böyle bağıra bağıra konuşuyorsunuz da yanı başınızdaki evde meyzinin karısı hepsini işitiyor. Akşam kocasına anlatıyor. O da mahalle kahvesinde ezan okur gibi herkesin kulağına bağırıyor. Mahallede bir parmak bal oluyoruz. Onun için yavaş yavaş konuşuyoruz.”

      Hasnâ Hanım: “Meyzinse meyzinliğini bilsin! Ezanı bitirdikten sonra minareden tülbentçinin kızı Huriye ile al sevda ver sevda işaret gırla gidiyor. Kaç defa gördüm. Karısı olacak yosma bizi dinleyeceğine, kocasına dikkat etsin. Onu gözetlesin. Tanrı evinde böyle kepazelik olur mu? Büyüklüğüne kurban olayım, çarpılmıyorlar da…”

      Mebrure: “Sus kardeş Hasnâ… Sus hanım sus! Korkmuyor musun?”

      Hasnâ sesinin tonunu yükselterek:

      “Ben Tanrı’dan başka kimseden korkmam! Meyzininden kork, imamından ürk, bekçisinden çekin. Nedir bu?.. Aaaa illallah… O meyzin olacak herifin sarığını çıkarıp da Kâğıthane’den gazel okuduğunu mahallede bilmeyen var mı? O nasıl ezan okuyuştur hanım? Kutsal sabah ezanının içinde uzun uzun ahlar var mıdır? Şükredelim ki başımıza ateş yağmıyor.”

      Adile Hanım: “Hasnâcığım, Şeyh Keramet’in sana verdiği suskunluk taşını nereye koydun?”

      Hasnâ Hanım: “Cebimde…”

      Adile: “Al onu ağzına kardeş, al ağzına…”

      Hasnâ Hanım: “Ağzımda olsa valla yutar da yine söylerim. Dayanılır mı? Benim nemi dinliyormuş meyzinin karısı? Bunları da işitsin de akşam kocasına anlatsın…”

      Müezzinin karısı pencereden başını uzatarak:

      “Yine bu çirkefe kim taş attı? Çarpsın seni binlik tespih inşallah!”

      Hasnâ Hanım: “Kolun budun çarpılsın! Kullanılmış kuyu çıkrığı karı! Bak bak, sabahtan beri burada konuştuklarımızı hep dinlemiş.”

      Müezzinin karısı: “Yaptığın yalancı dolmanın içine bir avuç daha tuz koy da akşam mahalle bekçisine yedir. Çünkü kocan üstüne evlenmiş. Bir daha yanına gelmeyecekmiş.”

      Hasnâ Hanım: “Aaaaa hepsini dinlemiş! Aman çarpıntım tutuyor. Kocama ne olmuş dostlar? A dostlar kocama ne olmuş? Anlayamadım.”

      Adile Hanım: “Bir şey olmamış. Bir şey olmamış. Meyzinin Nuriye seni kızdırmak için uyduruyor.”

      Hasnâ Hanım: “Onu yedi dağın haydutları uydursun.”

      Müezzinin karısı: “Aman ne çirkef! Tanrı’m, ne çirkef… Böylesine şeyh, tespih iyi gelir mi?”

      Hasnâ Hanım: “Kapıdan, pencereden adam dinleyen casus karı!”

      Müezzinin karısı: “Casus senin kocan. Abdülhamit’in baş casusuydu. Mahalleden kaç tane suçsuzu sürdürdü. Siz de bir gün sürüm sürüm sürüneceksiniz! Kocam çok şükür Kur’an’ı ezberlemiş hafız adam… Bizim namusluluğumuzu bütün dünya bilir.”

      Hasnâ Hanım: “Kah kah kah… Karı, Bozdoğan Kemeri’nde kocanın sesine âşık olup da varmadın mı? Başka erkeğin varken bu herifi içeriye almadın mı? Kocan hafızmış… O herif akşamları sarığını cebine sokup da Yenikapı’da Maksut’un meyhanesinde şişe şişe içki yuvarladıktan sonra Langa bostanları arasında kayabaşı okumaz mı? Sarhoş sarhoş Kızıltaş Camisi’nde mevlüt okurken zaptiyeler kürsüden indirmediler mi? Hangi birisini söyleyeyim? Bunları bütün dünya duydu…”

      Müezzinin karısı: “İşitiyor musunuz komşular? Bu karıdan namus dava edeceğim.”

      Hasnâ Hanım “Ne işine? Ne yüzle? Keşke yanılıp da öyle bir şey yapsan… Vallahi ağzı çelikli bir apukat tutarım da bütün bu dediklerimi içine yazarak şeyhülislam kapısına3 bir dilekçe veririm. Misafir çarşafı karı, Şam kumaşı gibi çeşit çeşit doğurduğun çocukların babaları belli değil!”

      Adile Hanım: “A Hasnâ Hanım, a aa… Hani ya ya sabur? Koy şu taşını ağzına artık… Koy… Neye gerek, komşusunuz şunun şurasında. Bir gün gelir yüz yüze bakarsınız.”

      Hasnâ Hanım: “Hanım, artık sinirlerim bir defa depreşti. Ağzıma çeki taşı koysam dilimi durduramam. Aaa baksanıza ayol, bu evde çıt olsa ertesi günü mahalle kahvesinde pasaparola oluyor. Meğerse bu karı bizi dinler de kocasına yetiştirirmiş… Geçenlerde kuyumuzun suyu çekildi. Helada uçkurum elimde kaldım. Kızım Sabire’ye, ‘Kız bu ev Kerbela’ya döndü. Cumbada bekle de sakayı çevir. Yahut babanın iyi suyundan bir maşrapa su getir!’ diye bağırdımdı. Bu sözüm bile kahvede bir parmak bal olmuş. Bizim evden mahalle kahvesine telefon mu var, telgraf mı var diye şaşırıp duruyordum.”

      Müezzinin karısı: “Mahalle vebası kokmuş karı! Ben niye söyleyeyim? Evinde olup biteni bütün ellere sen kendin yetiştirirsin. Evinde kedi yellense sen onu Binbir Gece Hikâyesi gibi teller, pullar koskoca bir masal yaparsın. Dil değil ki ekmekçi küreği! Bu karının ağzına taş koymak değil, duvar örseler yine boş… Hem kendi çatlar hem ortalığı çatlatır. Pireyi deve yapar. Geçen akşam kocam sancılandı da bir kadeh konyak içti. Zavallıya içiyor diye attığı iftiralar hep bundan azma… Hekim reçeteyle verdi de öyle içti…”

      Hasnâ Hanım: “Hay, kah kah kah… Hiç de gülecek hâlim yoktu. Kocam meyhanelerde içip de el âlem kurmasın diye evde içirmeye uğraşır. Mezelerini kendi eliyle hazırlar. Her akşam bostandaki bahçıvana ‘İvan, on paralık tere otu getir!’ diye bağırırlar. Yatsıdan sonra bir çiroz kokusudur başlar. Burunlarımızın direği kırılır. Meyzin evinde o vakit çiroz salatasının işi ne? Bunu bana anlatınız bakayım…”

      Müezzinin karısı: “Karı, evimizde yiyip içtiğimize de mi karışıyorsun? Çiroz salatası yerim. Sardalya salatası yerim. Yatsıyın yerim. Sabaha karşı yerim. Senin neyine gerek? Sen casus değilsin de bizim evimizde olup biteni niye gözetliyorsun?”

      Hasnâ Hanım: “Ya sabur Şeyh Keramet! Ya Saburrr… Bu karı beni çatlatacak! Bu karı beni çat diye orta yerimden ikiye ayıracak! Ayol Osman Efendi’nin kına gecesinde kocanı bekçi sabaha karşı eve arkasında getirdi. Düğün evinde de mi sancısı tutmuştu? Orada da mı reçeteyle içti?”

      Müezzinin karısı: “Kurt kuş uyur, düşman uyumaz derler. Demek bu karı bizi sabahlara kadar gözlüyor! Gözetliyor…”

      Hasnâ Hanım: “Ayol genç, ihtiyar bütün mahallenin erkeği bir eve toplanıp da yalelli çağırarak göbek attıkları gece uyunur mu ki ben uyuyayım?”

      Müezzinin karısı: “İnşallah diri iken hortla da hiç uyuyamaz ol! El oğlunun çiroz salatası senin nene gerek? A zavallı! Sen kendi derdine bak. Kocan

Скачать книгу


<p>3</p>

Şeyhülislamlık dairesi