Скачать книгу

Artık hep ani heyecanların arkasından koşuluyor. İnsanlık ölmez eserleri selamlamak zevk ve şerefine erdi sanılıyor. Oysa büyük eserler geç ve güç anlaşılıyor. Ama bu kevserden tadanlar artık tadını unutmuyorlar, unutamıyorlar. Dimağlarımıza tatlı bir sanat sarhoşluğu vererek ruhumuzu aydınlatan, kafalarımıza ışık tutan şaheserler artık sinemanın icadıyla bir hayal oldu, seraba döndü…”

      6

      Hangi taşı kaldırırsanız karım altından çıkar. Saatlerce söyler. Bilmem ki bütün söyledikleri sağlam bir bilgiye mi dayanmaktadır? Ama bilgi bakımından her hâlde ben ona layık bir koca değilim.

      Devamlı olarak okur. Gazetelere makaleler gönderir. İmzası tanınmıştır. Gazeteler, mecmualar yazılarını paylaşamazlar. Bu devamlı okumalardan onun zihni her gün dolan bir bilgi hazinesine döner. Bunun taşan fazlasını ikimiz yalnız kaldığımız zamanlarda hep ben dinlerim. Daha doğrusu dinlemem. İçimden tünel geçerim. Ama dinler gibi görünürüm. Her günün okunan şeyleri o akşam benim kafamda patlar. Her ne kadar dinlemesem de kurgulu bir saat gibi durmadan işleyen bir ağzın dinleyicisi olmak insana sıkıntı veriyor. Bir edebiyatçı kadına koca olmak kendi deneyişime göre çekilir dertlerden değil.

      Bir akşam Hippolyte Taine’nin hüzünle neşe hakkındaki derin teorisini dinlerim. Neşe veya tasa ne şartlarla sanatçının kafasında doğar ve oradan nasıl sanata geçermiş? İşte kesinlikle beni ilgilendirmeyen bir soru. Öbür akşam Wietsche’den insan ruhu, sınırı ve bu konuda şimdiye kadar döndürülen deneme küresi üzerine ucu bucağı gelmez eski bir felsefe konuşması… İşte her gece böyle… Filozof değişir, konu değişir ama dırıltı hep dırıltıdır.

      Bir gün dayanamadım, karımdan sordum:

      “Hanımcığım, bana bir şey çok merak oluyor.”

      “Nedir?”

      “Siz benimle modern bir biçimde evlenmediniz.”

      “Ne gibi?”

      “Yalnız fotoğrafımı gördünüz. Yüz yüze görüşmeye, tanışmaya lüzum görmediniz.”

      “Ben geleneklere bağlı bir kadınım. Görüşüp tanışarak evlenenlerin mutlu olmadıkları meydanda. Atalarımız birbirini görmeden, genellikle ananın babanın seçtikleriyle evlenirlermiş. Elbette bunda bir hikmet var. İşte ben de bunu denemek istedim.”

      “Denemenizde mutlu bir sonuca ermenizi bütün kalbimle dilemekle beraber ikinci bir merakımın çözümünü de rica ederim.”

      “Buyurunuz.”

      “Bilgi bakımından hemen hemen şehrimizde bir tek hanımsınız. Niçin öğrenimce kendinize denk olabilecek bir koca aramadınız?”

      Karım tuhaf bir gülümseme ile yüzüme baktıktan ve elbisesinin kırmalarıyla oynadıktan sonra:

      “Bilir misiniz, iki bilgin birbiriyle iyi geçinemezler. İki güzel, iki çirkin, iki zeki, iki ahmak daima uygun birer çift olamazlar. Bu aynılıkta bir affinité nasıl söyleyeyim, bir kaynaşma olmaz. Bilgin bir koca, karşısındaki kadının zihnindeki türlü bilgileri zayıf görür. Dinlemek istemez. Devamlı olarak kendisini dinletmeye bakar.”

      Sonra karım sosyal sanat ve sanat için sanat konusuna girerek uzun bir konuşma tutturdu. Onun bu açıklaması karşısında benim içimden bir öfke damarı koptu. Ne demek? Bana bir koca diye değil, âdeta edebiyat üzerine dırdır dinletmek için varmış.

      İnsan herhangi bir konuyu anlamak isterse kitaplara başvurarak merakını giderebilir. Ama böyle öğrenmek istemediğiniz birtakım karmakarışık bilgiyi zihninize zorla doldurmaya kalkarlarsa sıkılırsınız.

      Ben bir eş istedim. Öğretmen, eğitmen değil… Niçin açık açık söylemeyeyim? Okuma ile araştırmalarla aram öyle pek iyi değildir. Ne olursa olsun, kitaplık karıştırmaktan zevk almam. Huy bu ya, ömrümde beş altı yüz sayfalık kitap okuduğumu bilmiyorum. Hele ciddi eserlerden boğulurum.

      Karıma karşı içimde tuhaf bir düşmanlık doğdu. Bana koca niyetine değil, bir çömez bulmak için varmış. Bu bilgili, kültürlü, kafalı, düşünceli kadını aldatmak, zekâca ona üstün gelmek sayılmaz mıydı? Ben cahil, o bilgin… Bana bu suretle yenildikten sonra onun bilgisi kaç para eder?

      Karıma olan bilgi yenilgimi bu yönden gizli bir üstünlükle hafifletmeye karar verdim. Onu bayağı karılarla aldatacaktım. Yine elleri, tabanları çatlak, bulaşık bezi kokan hizmetçi kızlar gözümde tütmeye başladı.

      Böylelerine tenezzül ettikten sonra her yerde birkaçını elde etmek kolaydı. Ama babamın evindeki Züleyha’dan canım yanmış olduğu için kayınpederin yanındaki hizmetçi kızların sevda kucaklarına sığınmaktaki tehlikenin büyüklüğünü anlıyordum.

      Dışarıda istediğim kadar hovardalık edebilirdim. Ama kendisini en küçük bir şüpheye düşürmeksizin bu çapkınlığı karımın gözleri önünde yapmak istiyordum. İşte asıl çapkınlık buna denir. Onun edebiyata ait üstünlüğüne karşı böylelikle tam olarak öcümü çıkarmış olacaktım. Erkeğin cahilinin kadının bilgilisinden daha akılı olduğunu ispat edecektim.

      Her evde aile halkının görüşlerine, ahlaklarına, terbiyelerine, huylarına, isteklerine, eğilimlerine göre birtakım dalavereler döner. İşe başlamazdan önce evde olan biten gizli maceraları olabildiği kadar anlamaya uğraşmam gerekti.

      Bir kayınbiraderim vardı. Halis Didar Bey… Tam kafasının üzerinde fırıl fırıl sevda değirmeni dönen bir çağda. Süse, düzene merakı çok mu çok. Erkek olduğu hâlde kız kardeşinin okumaya olan düşkünlüğünden bunda zerre yok. Havai bir çocuk… Zayıf, kansız, sinirli bir şey… Düzgün endamı, uzun, gölgeli kirpikli, çekik, çekici, siyah gözleri var. Delikanlıların yüzlerinde gönül macerası arayan kızlar buna karşı duygusuz kalamazlar.

      Halis Bey işsiz güçsüz, hemen hemen serseri denilebilecek tipte bir genç. Aylak aylak dolaşır durur. O yaştakiler için işsizlik tehlikelidir. Çünkü boş kalan bütün dimağ ve organlarını sevda kaplar.

      Bu çocuğun zor bir meselenin çözümü ile uğraşır gibi çoğunlukla dalgın duran gözlerinde bazı bazı kalbinde yanan ateşin kıvılcımlarının saçıldığını görüyorum. Hiç kuşkusuz seviyor. Ama kimi? İşte bu bilinmeyen şeyin anlaşılması gerekti.

      Bir de baldızım var. Karımın küçüğü… Ziba Didar Hanım. Kardeşlerinin içinde en güzeli. Samur kaşlı, biraz şehla gözlü, boylu boslu, gürbüz bir kız. Bunda ablası gibi yazarlık merakı yok. Gerçi biraz roman meraklısı. Ama yazmak hevesi göstermeden okur. Giyinir, kuşanır. Sinema, tiyatro, gezme, eğlenmeden başka bir şey düşünmez.

      Bu kızın da ya bir âşığı var yahut onu aramakla meşgul, işte bu da çözümlenmesi gerekli bir mesele…

      Sonra kayınpederim Didar Bey’in psikolojisi de incelenmeye değer. Yaşı altmışı geçkin. Ama henüz kanlı canlı, birçok bakımdan gençlikten hevesini alamamış gibi görünüyor. Sakalını, bıyığını o kadar özenle boyar ki ben o ailenin içine girdim gireli bir tek kılının akını seçtirmek gibi küçük bir ihmaline rastlamadım.

      O yaşta bir adam yıllardan beri boya kullanıyorsa buna bir alışkanlık manası verilebilir. Hayatın o dönemine varmış bir ihtiyarın beyaz kıllarını birdenbire kararttığını görürseniz, onun gönlünde bir taze kadına genç görünmek isteğinin uyanmış olduğunu anlayınız.

      Kayınpederim bu iki türün hangisindendir? Ben geldim. Onu kurum gibi boyalı buldum. Onun da hâlini incelemekten hiç kuşkusuz çok şeyler öğreneceğim.

      Şimdi ailenin önemli kişilerinden bir kaynanam Nuriye Hanım kaldı ki onun da incelenmesi

Скачать книгу