Скачать книгу

sonra Kara Mehmet’e sordu:

      “Çalan el kesilir, ihanet eden dil niçin koparılmasın?”

      “Elle dil arasında çok fark var, adaş paşa. Elsiz adam, diliyle iş görebilir. Dilsizin gereğini el kapatamaz. Gel şu edepsizi bana bağışla.”

      Ve sonra Evliya Çelebi’ye döndü.

      “Hocam…” dedi. “Köyde yaptığın şakanın sonu bak ne oldu?.. Şu eksik eteğe ne cevap vereceksin?”

      Şimdi Terez’le Gültekin’in evlendirilmesi işi ortaya çıkmıştı. Elçi paşa genç Macar kızına yaptığı vaadi söyleyerek, Kara Mehmet’in bu vaade saygı göstermesini istiyor ve Abdül’ün dilini ancak bu şartla yerinde bırakacağını söylüyordu. Yiğit sipahi, gerçekten müşkül bir mevkideydi. Karısının gebeliği yüzünden bir rezalet çıkabileceği endişeliyle uykusu kaçıp dururken başına bir de Gültekin’i evlendirmek derdi sarılmak isteniyordu.

      Onun bir kız olduğunu söyleyemezdi, gülünç olurdu, muhatap olduğu teklife müspet cevap veremezdi, çünkü maskaralıktı. Şu vaziyette yapılacak şey sert bir “olmaz” savurmaktı, lakin bu kelime, elçi ile arasının açılmasına sebep olacaktı ve o zaman kafileden ayrılmak icap edecekti.

      Kara Mehmet, ömründe ilk defa olarak sıkıntıdan terliyordu. Hafakanlar geçiriyordu. Elçi paşanın boyuna kendini zorlaması ise muhakemesini büsbütün bozuyordu. Nihayet bir savsaklama yolu buldu:

      “Hele…” dedi. “Şu Abdül’ün dilini bağışlayın, öbür işi bana bırakın.”

      Elçi, yolda bir düğün yaptırmak neşesiyle hiddetinden sıyrılarak gülümsedi, istenilen şeyi verdi:

      “Melunun dilini kopartmaktan hatırın için vazgeçtim. Fakat onu kendi işlerimde artık kullanmam, yüzünü de görmek istemem. Bundan geri at uşağı olarak çalışsın, hayvanlar arasında dolaşsın!”

      Abdül, süklüm püklüm ilerledi, paşanın eteğini ve Kara Mehmet’in elini öptü, geri geri yürüyerek çadırdan çıktı. Adımını dışarı atarken gözleri genç Terez’in üzerindeydi, için için söyleniyordu:

      “Alacağın olsun Terez, alacağın olsun elçi paşa!..”

      Okuyucular, bu Sırp mühtedisi Abdül’ün Avusturya tarihinde nasıl büyük bir yer aldığını sırası gelince göreceklerdir!..

***

      Kara Mehmet, kadınlığını canlı bir vesika ile açığa vurmak üzere bulunan Aygut’tan önce Gültekin’in sırrını ortaya koyacak olan şu vaziyetten kurtulmak için bütün zekâsını seferber etmeye çalışırken Evliya Çelebi Terez’le Josef’e Arapça amentü okutuyordu. Köylü kız, bir nikâh duası olarak telakki etmek istediği bu sözlerini kardeşine de tekrar ettirilmesindeki sebebi kavrayamıyor ve hayretle sevinç arasında bocalaya bocalaya gönül verdiği delikanlıyı arıyordu.

      İman telkininden sonra yapılacak iş, Jozef’in ihtidasını cerrahi bir ameliye ile tamamlamaktı. Elçi paşa bu işin kuzular kesilerek, eğlenceler tertip olunarak yapılmasını emrederken Kara Mehmet’e öbür maslahatı da anlattı:

      “Adaş yiğidim…” dedi. “Oğlanın canını yakacağız, bari kızın yüzünü güldürelim, senin veldeşle nikâhını kıyıverelim.”

      Zeki sipahi, o vakte kadar planını hazırlamıştı. Sakin ve güvenli bir sesle cevap verdi:

      “Başüstüne sultanım, emrini hemen yerine getirelim. Fakat Gültekin hoyrat bir gençtir. Terslik damarı depreşince Nuh der, peygamber demez. Kafasını kırdırır, hendeği atlamaz. Onun için izin ver de gideyim, işi anlatayım, terslik yapmasının önüne geçeyim.”

      Elçi paşa, kendi seviyesinden -hatta bir parmak- aşağı olanların hepsine dilediğini yaptırmak için nefsinde hem hak hem kudret göregeldiğinden Kara Mehmet’in bu mülahazasını yersiz bulmakla beraber muvafakat gösterdi, o da düşüne düşüne çadırdan çıktı. Kadınların yanına gitti, Bülbül Hatun’un elinden tuttu.

      “Gülelim mi…” dedi. “Ağlayalım mı, bilmiyorum. Fakat bir çıkmaza girmiş gibiyiz. Dil birliği yapmaz, akıllı davranmazsak sırrımız açığa çıkacak, maskaralık baştan aşacak.”

      Ve Terez’in dinini değiştirerek, kardeşine de aynı işi yaptırarak kendisiyle evlenmeye imkân hazırladığını anlattı. Bir kız tarafından erkek zannolunup candan sevilmek Bülbül Hatun’un yüreğine sızı, yüzüne kızartı veriyordu. Kalp sızısı Deli Murat’ı hatırlamaktan, yüz kızartısı da güzelliğinin böyle bir hadiseye sebep olmasından ileri geliyordu. Fakat Gülbeyaz kahkahalarla gülüyor ve boyuna söyleniyordu:

      “Ne oyun, ne oyun! Macar kızı kiminle evlendiğini görünce kim bilir nasıl şaşıracak, nasıl alıklaşacak?.. Hemen nikâhı yapalım, çadır kapısında evlilerin çıkışını bekleyelim.”

      Kara Mehmet, vaziyetin şakaya tahammülü olmadığını kısaca ihtar ettikten sonra kendi planını izaha girişti:

      “Dinle Bülbül…” dedi. “Biz bu işi ulu orta başımızdan savamayız. Çünkü elçi paşayı gücendiririz, tatsızlık çıkarmış oluruz. Bize yakışan kötülükten iyilik doğurtmaktır. Onun için istenilen nikâhı yapalım. Bunun bir ziyanı yok. Lakin faydası çok. Bir kere senin erkekliğinden kuşkulananlar varsa aldandıklarını zannedecekler. Sonra elçinin sözü yerine gelmiş olacak. Daha sonra biz bu alışverişten Deli Murat’ın öcünü almak yolunu bulacağız.”

      Öç sözü Bülbül’ün dikkatini uyandırmakla beraber ızdıraplı hayretini gene haykırmaktan geri kalmadı:

      “Kız kıza nasıl varır ağa; böyle kepazelik mi olur?”

      “Canım varıp da bir yastığa baş koyacak değilsin ya. Adın evlenmiş olacak. Yoksa Macar kızının eli senin eline değmeyecek. Sen sırrımızı açığa koydurma, ağır ol, üst tarafını bana bırak.”

      Bülbül Hatun, gamlı gamlı içini çekti, uysallık gösterdi. Kara Mehmet’e itimadı vardı, onun her güçlüğü yeneceğine inanıyordu. Fakat içi de yanıyordu. Çünkü şu genç yaşında hep rüyaya benzeyen izdivaçlar geçiriyordu. Rahmetli kocasını bir günün sabahında tanıyıp gecesinde kaybetmişti. Şimdi de verimsiz bir nikâhın yükünü taşımaya sevk olunuyordu. Kız olarak dul kalmak felaketi yetmiyormuş gibi bugün de bir kızı dul yaşatmak garabetine namzetleniyordu.

      Kara Mehmet bu gülünç piyesin en mühim kısmını oynayacak olan aktöre rolünü süfle ettikten sonra elçinin yanına gitti.

      “Gültekin…” dedi. “Emrine boyun eğiyor, Macar kızıyla evleniyor. Lakin düğünün İstanbul’da yapılmasını şart koyuyor. Çünkü onun acuze bir analığı var, Zeyrek’te oturur. Biz yola çıkarken ant vermiş, kendi kendine evlenmemesi için söz almış. Sipahi değil mi ya! Sözünde durmak istiyor. Ben de haklı buldum.”

      Elçi paşa, gevrek gevrek güldü.

      “Bre yoldaş…” dedi. “Böyle şart mı olur?.. Macar kızı, olgun bir şeftali, senin veldeş, keskin bir diş. İkisi yan yana gelince Zeyrek’teki acuzenin ne hükmü kalır?.. Hele sen barutla ateşi bir araya koy. Sonunu düşünme.”

      Kara Mehmet, barutun pek ıslak olduğunu söylemeye lüzum görmedi, yalnız bu mevzu üzerine Terez’in de dikkatini celbetmekle iktifa etti. Güzel Macar kızı çözülmez bir bilmece karışıklığıyla kendisine fısıldanan şartın neyi istihdaf ettiğini36 kavramaktan çok uzaktı ve hoşuna giden erkeğin eşi olacağını anlamaktan doğma sevinç içinde durmadan gülümsüyordu.

      Bazma merhalesindeki konukluk işte

Скачать книгу


<p>36</p>

İstihdaf etmek: Amaçlamak. (e.n.)