Скачать книгу

tebessümleri ona sundu, kocasından bulamadığı hazları ondan aldı ve ilk ışığın kafeslerde gülümsemesiyle beraber, yataktan çıktı, Kara Süleyman’ı da çıkardı:

      “Haydi…” dedi. “Abdest al da tekkeleri dolaş. Adak eskitmek iyi değil. Hocalar öyle diyor.”

      Aşkını ifşa için değilse bile, ihsas13 için kalbinde dayanılmaz bir ihtiyaç vardı. Duvarlara dilini yapıştırarak “seviyorum” diye bağırmak, gül veya sümbül, eline geçecek her çiçeği derin derin koklayıp “Hüseyin, Hüseyin!” feryadıyla çırpınmak istiyordu. Kalbindeki sevgi, bir tutam su iken ilk hicran gecesinin sonunda coşkun bir ırmak hâlini almıştı. O minimini yürek, bu dalga dalga kabaran suyu, artık taşıyamıyordu, yer yer yarılıp parçalanacakmış gibi bir vaziyet hissettiriyordu.

      Onun için şefkatli bir kulak arıyordu ve aşkını ona fısıldamakla kalbindeki tuğyanın14 önüne geçeceğini umuyordu. Kocası gider gitmez ilk iş olarak yük dolabına koştu, Hüseyin’in bir gece önce içinde yattığı döşeği çıkardı ve onun kokusunu bulmak iştiyakıyla burnunu yastıklara sürdü, yorganda dolaştırdı, şiltede gezdirdi.

      Çılgın gibiydi, Hüseyin’den başka bir şey düşünmüyordu ve benliğini yakan hayalin gölgesini bulup kucaklayamayınca büsbütün zıvanadan çıkıyordu. Tatmin olunmayan, daima yetim bırakılan cinsî ihtiraslar, bu kanı bol genç kadını tam bir dalalete sürüklemekteydi. O, hasta bir akbaba pençesinde kıvranan bir güvercin ızdırabı yaşıyordu. Şimdi nazik fakat kudretli bir şahinin cazibesine tutulmuştu. Yüreğini onun tatlı tatlı ısırmasını istiyordu ve bu şahine bir hamlede kavuşamamak yüzünden sürekli buhranlar geçiriyordu.

      Seher, işte bu hissî durum içinde bir sırdaş aradı, aşk ehli geçinen ve binbir erkekle düşüp kalktıktan sonra -kadınların kullanageldikleri tabire göre- başına kırk tas su dökerek, hoca önünde tövbe ederek havsalası geniş biriyle evlenen komşusuna içini açmaya karar verdi.

      O güngörmüş kadınla evleri karşı karşıya idi. Seslerini biraz yükseltince bir odada bulunuyorlarmış gibi konuşurlardı. Dar sokak da daima ıssızdı, komşuların birbirleriyle yaptıkları çene yarışına hiçbir zaman ayak sesi karışmazdı. Seher, bu kolaylıklardan istifade ederek bir kafesi kaldırdı, şen şen seslendi:

      “Hu, hu, komşu, hu!”

      Kaşları rastıklı, gözleri sürmeli, yüzü düzgünlü, gerdanı altınlı, başı yemenili bir yosma eskisi, beline kadar pencereden sarkarak bu sesi karşılamakta gecikmedi ve Seher’e sordu:

      “Hayır ola civanım, diyeceğin mi var?”

      Âşık kadın -sağa sola bakarak, sokağın ıssızlığına emniyet hasıl ettikten sonra- hemen anlatmaya koyuldu:

      “Bir değil, bin diyeceğim var. İlkin mübarek olsun de!”

      “Kocan yeni bir mansıp15 mı aldı?”

      “Daha iyi, çok daha iyi bir iş!”

      “Herifin sızıları geçti galiba!”

      “Yok canım, başka bir şey!”

      Komşu kadın sinirlenir gibi oldu. Seher’i azarladı:

      “Ben Hazreti Rabia mıyım be, ne bileyim sizin evinizde olup biteni imtihanı bırak da diyeceğin neyse onu söyle.”16

      Kara Süleyman’ın eşi fıkır fıkır güldü:

      “Zengin olduk.” dedi. “Düzoğlu kadar zengin olduk.”17

      “Saraydan ihsan mı aldınız?”

      “İhsan aldık amma saraydan değil, ulu Tanrı’dan!”

      “Şakayı bırak Seher, doğru söyle. Nen var, ne oluyorsun, gözlerin niye gülüyor?”

      “Dedim ya, zengin olduk!”

      “Gökten kucağınıza altın mı yağdı?”

      “Ona benzer bir şey: Define bulduk!”

      Seher, kendi evlerinin köşesinden kıvrılan sokaktan bir başın uzanıp çekildiğini görseydi, şüphe yok ki susardı. Fakat heyecanından mahalle bekçisinin duvara yaslanarak kendilerini dinlemeye koyulduğunu sezmedi, hikâyesini tamamladı:

      “Evet, define bulduk. Bulan da Gülhaneli Hüseyin. Bu delikanlı evvelki akşam bize geldi, geceyi bizde geçirdi. Delikanlı dediğime bakıp da bizim bakkalın çırağı gibi gözü çapaklı, çakşırı pasaklı bir şey sanma. Halis ay parçası!.. Onun bulunduğu odada geceleri mum yakmak günah. Çünkü oğlanın yüzünden nur dökülüyor. Ya sesi kardeş, ya sesi?.. O şarkı okurken insanın uçacağı geliyor!”

      Komşu kadın bir kahkaha savurdu:

      “Hay…” dedi. “Allah iyiliğini versin. Define bulduk deyince ben de inanmıştım, elinize birkaç avuç altın geçti sanmıştım. Meğer bu define bir çift süzgün gözle birkaç düzgün sözmüş. Eri atehlenmiş,18 erlikten çıkmış genç kadınlar için, böylesi delikanlılar da bir define sayılır amma bu kadar sevinmeye değmez. Çünkü güzellik yürek doyurur, karın doyurmaz.”

      Seher de bir kahkaha patlattı:

      “Ben Gülhaneli Hüseyin’in yüzünü de sesini de çok beğendiğim için methini yapıyorum. Yoksa define dediğim o değildir, koca bir bakır kazandır. Topraktan çıktı. İçi de tıklım tıklım altın dolu, elmas dolu!”

      “Sahih mi kız?”

      “Elbette sahih. İşim yok da sana yalan mı söyleyeceğim! İstersen örtün bize gel. Defineyi gözünle gör. Fakat boşboğazlık etme, bu sırrı erine bile söyleme. Ben seni kardeş saydığım için saklamadım, birden zengin oluverdiğimizi müjdeledim.”

      Yosma eskisi merak içinde kaldığından Seher’i uzun bir sorguya çekti, definenin nasıl bulunduğunu ve Gülhaneli Hüseyin’le nasıl paylaşıldığını eksiksiz, gediksiz söyletti. Kara Süleyman’ın karısı, muhakemesiz bir gevezelikle olup biteni anlatırken sık sık fırsat düşürüyor, Hüseyin’in güzelliği üzerinde tevakkuf ederek yüreğini ferahlandırmaya çalışıyordu.

      Komşu, bu gönül istitratlarının da sebebini kavradığından latifeye girişti:

      “Ramazan içinde değiliz amma…” dedi. “Siz gök kapısının açıldığını görmüşsünüz, karı koca bütün dileklerinizi Rabbiteala’ya kabul ettirmişsiniz. Başka türlü hem sen hem kocan birer define sahibi olamazdınız.”

      Seher, utanma taklidi yaptı, dudaklarını bükerek cevap verdi:

      “Çok kötü yüreğin var kardeş. Sıkılmasan Gülhaneli Hüseyin’e gönül verdiğimi de söyleyeceksin.”

      Öbürü omuzlarını silkti:

      “Ben söylemiyorum, sen kendin anlatıp duruyorsun.”

      “Ne anlatıyorum ki?”

      “Hüseyin’e tutulduğunu!”

      “Amma yaptın ha. Ağzımdan öyle bir söz çıktı mı?”

      “Hüseyin dedikçe yüreğin dudaklarına geliyor. Daha ne diyecektin ki?”

      “Tövbe estağfurullah, tövbe estağfurullah. Elin delikanlısından bana ne?”

      “Kadını çileden çıkaranlar hep bu eloğullarıdır kızım. Boşuna inkâra sapma da ayağını tartılı atmaya bak. Sevda dediğin bir kızıl gömlektir.

Скачать книгу


<p>13</p>

İhsas: Üstü kapalı anlatma, sezdirme, ima. (e.n.)

<p>14</p>

Tuğyan: Coşma, taşma. (e.n.)

<p>15</p>

Mansıp: Makam, yüksek dereceli memuriyet. (e.n.)

<p>16</p>

Rabia, yedinci asırda keramet sahibi olarak şöhret alan ve bu şöhretini bütün İslam kadınları arasında asırlarca muhafaza eden Basralı bir bayandır. Tacürrical unvanını almıştı. İyi bir şair olarak da meşhurdu. (y.n.)

<p>17</p>

Düzoğlu Kirkor, İkinci Mahmut devrinde darphane kuyumcusu idi. Müesseseyi kendi hesabına işler bir ticarethane hâline koyduğu anlaşılınca kardeşi Serkis’le beraber -kafaları kesilmek suretiyle- idam olundu. İki küçük kardeşi de Yeniköy’deki yalılarının pencerelerine asıldı. Bunların ev, yalı, dükkân, hamam vesaire olarak belki bin parçaya yakın mülkleri vardı. Tasmaları inci, zümrüt ve yakut ile süslü hamam nalını kullanırlardı. (y.n.)

<p>18</p>

Ateh: Bunama, bunaklık. (e.n.)