Скачать книгу

sunuyor olması da etkili oldu. Hemen Londra’ya geldim, şahsen Baker Caddesi’ne uğradım, Bayan Hudson’ın sinir krizleri geçirmesine sebep oldum ve Mycroft’un hem dairemi hem de evraklarımı olduğu gibi koruduğunu öğrendim. Evet, her şey böyle gelişti sevgili Watson ve bugün saat ikide, eski odamda, eski koltuğumda buldum kendimi. Diğer koltukta ise her zaman hayatıma renk katan eski arkadaşım Watson’ı görmek, o anki dileklerimin arasındaydı.”

      O nisan gecesinde dinlediğim olağanüstü hikâye bundan ibaretti, bir daha asla göremeyeceğime inandığım o uzun boylu, canı bağışlanmış adam, keskin, hevesli yüzüyle karşımda dikilmeseydi bu olanlara hayatta inanmazdım. Holmes, bir şekilde benim acı kaybımdan haberdar olmuştu1 ve üzüntüsünü sözleriyle değil, tavırlarıyla belli ediyordu. “Acıyı unutmanın en iyi çaresi çalışmaktır, sevgili Watson.” dedi, “Ve bu gece öyle bir işimiz var ki eğer başarıya ulaştırabilirsek, bu gezegendeki bir adamın hayatını kurtarmış olacağız.” Daha fazlasını anlatması için yalvardım. “Sabah olmadan her şeyi gerektiğince öğrenmiş olacaksın.” diye cevap verdi, “Geçen üç yılı konuşmamız gerekiyor. Dokuz buçuğa, yani boş evle ilgili bu sıra dışı maceraya atılacağımız zamana kadar fazla konuşmaya gerek yok.”

      Gerçekten eski günlerdeki gibiydi, tam söylediği saatte, onun yanında bir arabadaydım, cebimde tabancam ve kalbimde yeni bir maceranın heyecanı vardı. Holmes soğukkanlı, ciddi ve sessizdi. Sokak lambalarının ışığı, sert yüz hatlarına vurdukça kaşlarının düşünceli bir şekilde çatılmış, ince dudaklarının sımsıkı kapanmış olduğunu görebiliyordum. Londra’nın karanlık suç dünyasında ne tür bir canavar avlayacağımızı bilmiyordum ama usta avcının görüntüsünden, tehlikeli bir maceraya atıldığımızı anlayabiliyordum. Fakat bu asık suratın ara sıra gevşeyerek gösterdiği alaycı gülümseme, araştırmamızda az da olsa bir umut ışığı olduğunu gösteriyordu.

      Baker Caddesi’ne doğru gittiğimizi düşünürken Holmes, arabayı Cavendish Meydanı’nda durdurdu. Arabadan iner inmez sağına soluna dikkatle bakınmaya başladığını, her sokak köşesinde, takip edilmediğinden emin olmak için dikkat kesildiğini fark ettim. Oldukça ilginç bir rotamız vardı. Holmes’un Londra’daki sapa yollar hakkındaki bilgisi müthişti. Aralarından emin adımlarla geçtiği otlaklar ve ahırların varlığından benim haberim bile olmamıştı o zamana kadar. Nihayet Manchester Caddesi’nden Blandford Caddesi’ne açılan eski ve kasvetli evlerle dolu ufak bir sokağa saptık. Buraya gelince dar girişli, ahşap çitlerle çevrili ıssız bir bahçeye girdik ve orada bulunan bir evin arka kapısını anahtarla açtı. Birlikte içeri girdikten sonra arkamızdan kapıyı kapattı.

      Her yer zifirî karanlıktı ama boş bir ev olduğu apaçıktı. Çıplak yer döşemesi attığımız her adımda gıcırdıyor, çatırdıyordu ve tutunmak için duvara uzandığımda kâğıdın şeritler hâlinde döküldüğünü hissedebiliyordum. Holmes soğuk, ince parmaklarıyla el bileğimi kavrayarak koridorda bana yol gösterdi. En sonunda belli belirsiz bir kapı üstü penceresi gördük. Buraya gelince Holmes aniden sağa döndü ve büyük, kare, boş bir odada bulduk kendimizi. Köşeler kapkaranlıktı ama sokaktan gelen ışıklar odanın ortasını hafifçe aydınlatıyordu. Yakınlarda bir lamba yoktu ve pencereler bir karış tozla kaplı olduğundan içeride sadece birbirimizin hatlarını ayırt edebiliyorduk. Arkadaşım elini omzuma koydu ve dudaklarını kulaklarıma iyice yaklaştırdı.

      “Nerede olduğumuzu biliyor musun?” diye fısıldadı.

      “Burası Baker Caddesi olmalı.” diye cevap verdim tozlu pencereden bakarak.

      “Aynen öyle. Eski dairemizin tam karşısında bulunan Camden Malikânesi’ndeyiz.”

      “Ama neden buradayız?”

      “Çünkü buradan çevreyi çok iyi görebiliriz. Kendini belli etmeden pencereye yaklaşmanı rica etsem ve bizim eski dairemize, yani senin hikâyelerinin başlangıç noktasına bakmanı istesem Watson… Üç yıllık yokluğumdan sonra hâlâ seni şaşırtıp şaşırtmadığımı göreceğiz.”

      Ayak ucunda yürüyerek o pencereye baktım. Oraya bakar bakmaz nefesim kesildi ve hayretler içinde çığlık attım. Tül kapalıydı ve odada güçlü bir ışık yanıyordu. İçeride oturmuş bir adamın koyu silüeti, aydınlık pencereye vuruyordu. Başını tutuşu, köşeli omuzları ve çehresindeki sertlik beni kesinlikle yanıltmamıştı. Yüzü hafiften pencereye dönüktü ve büyükannelerimizin çerçeveletmeyi sevdiği o koyu, gölgeli resimler gibi bir etki yaratıyordu. Holmes’un muhteşem bir kopyasıydı. O kadar hayretler içinde kaldım ki gerçekten yanımda durduğuna emin olmak için ona dokundum. Sessiz kahkahalar içinde titriyordu.

      “Eh?” dedi.

      “Tanrı’m!” diye bağırdım, “Muhteşem olmuş!”

      “Herhâlde ne yaşlanacağım ne de soyum tükenecek.” dedi. Bir sanatçının kendi eseri karşısında duyduğu mutluluğu ve gururu onun ses tonunda sezinlemiştim. “Bana çok benziyor değil mi?”

      “Sen olduğuna yemin edebilirdim!”

      “Bütün övgü, kalıbıyla birkaç gün uğraşan Grenoble’li Mösyö Oscar Meunier’ye aittir. Bal mumundan yapılmış bir büst… Geri kalanını bugün Baker Caddesi’ne olan ziyaretim sırasında ayarladım.”

      “Neden böyle bir şey yaptın?”

      “Çünkü Sevgili Watson, bazı kişilerin benim orada olduğumu düşünmeleri için önemli nedenlerim var.”

      “Dairenin izlendiğini mi düşündün?”

      “Dairemin izlendiğini biliyordum.”

      “Kim tarafından?”

      “Eski düşmanlarım tarafından Watson. Liderleri Reichenbach Şelaleleri’nin dibinde yatan adamlar tarafından. Hatırlayacaksın, sadece onlar yaşadığımı biliyorlardı. Er ya da geç daireme döneceğimden emindiler. Sürekli orayı izlediler ve bu sabah döndüğümü gördüler.”

      “Nereden biliyorsun?”

      “Çünkü pencereden baktığımda gözcülerini tanıdım. Zararsız bir adam, adı Parker, kendisi aslında bir cellat ve muhteşem arp çalıyor. Benim için onun pek önemi yok ama arkasındaki kişi çok önemli. Bu kişi, Moriarty’nin canciğer dostu, yamaçta üzerime kayaları atan adam ve Londra’nın en kurnaz, en tehlikeli suçlusudur. İşte o adam bu gece benim peşimde Watson; ama bizim de onun peşinde olduğumuzun farkında değil.”

      Dostumun planları yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu güvenli noktadan gözcüler gözleniyor, takipçiler takip ediliyordu. Yanı başımızdaki belli belirsiz gölge avımızdı ve biz de onun avcılarıydık. Karanlıkta sessizce, önümüzde koşuşturan insanları izlemeye başladık. Holmes sessiz ve hareketsizdi; ama onun sürekli tetikte olduğunu ve gözlerini yoldan geçen insanlardan ayırmadığını anlayabiliyordum. Çok kasvetli ve fırtınalı bir geceydi, uzun cadde boyunca rüzgâr, tiz sesiyle ıslık çalıyor gibiydi. Birçok insan, palto ve eşarplarına sarınmış, oradan oraya koşturuyordu. Bir iki defa aynı kişinin oradan geçtiğini hissettim. Kendilerini rüzgârdan korumak amacıyla yolun sonunda bulunan bir evin girişinde iki adam da dikkatimi çekmişti. Arkadaşıma bunu anlatmak istedim ama o, sabırsızca bir şeyler mırıldanarak caddeyi izlemeye devam etti. Durmadan kımıldanıp durdu ve parmaklarıyla duvara vurdu. Planlarının istediği gibi gitmediği için huzursuz olduğunu anlamıştım. En sonunda gece yarısı yaklaşıp da caddedeki insanlar azaldığında kontrol edilemez bir endişeyle odada bir aşağı bir yukarı dolaşıp durdu. Ona bir şey söylemek üzereyken gözlerim aydınlık pencereye takıldı ve daha önce yaşadığım şokun daha büyüğü ile karşı karşıya

Скачать книгу


<p>1</p>

Burada açık olarak belirtilmese de Dr. Watson’ın acı kaybı olarak bahsettiği kişi eşi Mary Watson’dır (Mary Morstan) (e.n.).