Скачать книгу

şehrinde, yüce Kumandan Harun El-Reşit döneminde Sinbad adında bir hamal yaşarmış. Sinbad, sırtında yük taşıyarak rızkını çıkarmaya çalışır, günlerini böyle geçirirmiş. Oldukça ağır bir yük taşıdığı bir gün, adamcağızı sıcak basmış, terlemeye ve kendini yorgun hissetmeye başlamış. Sıcak ve taşıdığı yükün ağırlığı onu oldukça bunaltmış. Birden, tüccarın birine ait olan ferah, bakımlı bir evin önünde, kapının yanında bir tabure görmüş. Bir parça dinlenip soluklanabilmek için oraya oturmuş, yükünü indirmiş.

      Evin kapısından hafif bir esinti ve hoş kokular geliyormuş. Taburede otururken çeşitli çalgıların renklendirdiği, şarkıların söylendiği bir şenliğe tanık olmuş. Kuşlar ötüyor ve âdeta Allah’ın hikmetine ve yüceliğine şahitlik ediyormuş. Kaplumbağaların, bülbüllerin, bozdoğanların sesi birbirine karışıyor, ortama neşe katıyormuş. Hamal şahit oldukları karşısında büyük bir hayrete düşmüş ve keyiflenmiş. Sonra kapıya yönelmiş ve oldukça güzel bir çiçek bahçesi ile yalnızca krallara ve sultanlara layık köleler, hizmetçiler ve muhafızlar görmüş. Nefis, lezzetli yiyecekler ile kaliteli şarapların kokusu âdeta onu mest etmiş. Gözlerini göklere kaldırmış ve şöyle demiş:

      “Ey bütün mahlukatı yaratan, Rahman ve Rahim olan Allah’ım! Övgü yalnızca sanadır. Dilediğine sayısız nimetler verirsin. Ey yüce Rabb’im! Sen ki bütün günahları affeder, tövbe edenin tövbesini kabul edersin. Ey Rabb’im! Kimse sana ve düzenine karşı gelemez, yaptıklarını sorgulayamaz. Sen âlemlerin Rabb’isin! Hamt yalnızca sanadır! Dilediğini zengin eder, dilediğini fakirleştirirsin. Sen ki yüceler yücesisin ve senden başka ilah yoktur. Hükümranlığın ve hâkimiyetin büyüktür. Sana kul olmak ne büyük bir şereftir! Bu evin sahibi lezzetli yiyeceklerin ve şarapların keyfini çıkarıp gününü gün ediyor. Gerçekten de dilediğin kuluna, dilediğini verirsin. Kimin başına ne geleceğini de tayin eden sensin. Bir kısmı yorgunken diğerleri dinlenir. Bazıları güzel bir hayatın ve zenginliğin tadını çıkarırken diğerleri acı çeker, sefalet içinde yaşarlar. Tıpkı benim gibi.”

      Sonra şu şiiri okumaya başlamış:

      Anca ben çekerim derdi tasayı

      Diğerleri çıkarırken hayatın tadını

      Her sabah doğan gün,

      Bana dert verir, keder getirir büsbütün

      Hâlim vahim, derdim büyük

      Onlar rahat, üzerlerinde yok yük

      Talihsizlik yoktur kaderlerinde

      Yok hiç ümitsizlik, hayatları rahat içinde,

      İyi yer, çok içer yaşarlar güzel yerlerde

      Bir parça çamurdan geldik hepimiz

      Sen de ben de Allah’ın eseriyiz

      Ama bizi bölen sınırlar var geçemeyiz

      Şarapla sirkenin tadı bir midir hiç? Farklıyız biz

      Ama doğrusunu Allah bilir, ona isyan etmek değil haddimiz

      Sual olunmaz onun hikmeti şüphesiz…

      Hamal Sinbad şiirini okumayı bitirdiğinde yükünü yüklenmiş ve gitmeye hazırlanmış. Tam o sırada yanına güzel yüzlü, hoş görünümlü, iyi giyimli bir erkek uşak gelmiş ve elini tutup şöyle demiş:

      “İçeri gel ve efendimle konuş, seni çağırıyor.”

      Hamal, gitmeye davranmış fakat genç adam ısrar edince yükünü girişte bırakmış ve onun ardından eve girmiş. Her tarafından zenginlik ve ihtişam akan bu eve hayran kalmış. Nihayet, soylu ve itibarlı kişilerin oturduğu, leziz yiyecekler, kaliteli şaraplar ve güzel kokulu çiçeklerle donatılmış masaların olduğu büyük bir salona gelmiş. Keyifli bir müzik çalınıyor, güzel köle kızlar şarkı söylüyormuş. İnsanlar konumlarına ve zenginliklerine göre oturuyorlarmış. En yüksek mertebede saygıdeğer, yaşlı bir adam varmış. Haşmetli duruşu ve güler yüzüyle asil bir adam olduğu her hâlinden belliymiş. Hamal Sinbad’ın, gördükleri karşısında kafası karışmış ve kendi kendine şöyle demiş:

      Muhakkak ki burası cennetin bir köşesi ya da krallardan birinin sarayı…

      Sağlık ve sıhhat dileyerek insanları selamlamış ve yeri öpmüş. Mütevazı bir tavırla, başı önde beklemeye başlamış. Sinbad, başı önde beklerken ev sahibi yaklaşmasını ve oturmasını söylemiş. Ona kibarca:

      “Hoş geldin!” demiş ve lezzetli yiyecekler ikram etmiş.

      Hamal Sinbad, “Bismillah!” dedikten sonra yemeye koyulmuş. Karnını iyice doyurduktan sonra, “Rızkımızı veren Allah’a şükürler olsun!” demiş ve ellerini yıkadıktan sonra ikramları için davetlilere teşekkür etmiş.

      Ev sahibi, “Rica ederim, afiyet olsun. Senin adın ne? Ne iş yaparsın?” diye sormuş.

      Sinbad, “Benim adım Hamal Sinbad’dır efendim. İnsanların eşyalarını taşırım.” demiş.

      Ev sahibi gülümsemiş.

      “Biliyor musun, ikimizin de adı aynı. Ben de Denizci Sinbad’ım. Peki Hamal Sinbad, az önce kapıda okuduğun şiiri bizlere de okuman mümkün mü acaba?”

      Hamal utanarak “Allah rızası için beni affedin. Yorgunluk, çekilen acılar ve talihsizlik bir adamı böyle kaba olmaya itebiliyor.” demiş.

      Ev sahibi, “Utanma, artık sen benim kardeşimsin. Lütfen o şiiri oku. Kapıda okuduğunda çok beğenmiştim.” diye cevap vermiş.

      Bunun üzerine Hamal Sinbad şiiri okumuş. Orada bulunanlar da şiirin sözlerini çok beğenmiş. Ev sahibi ona şöyle demiş:

      “Bilmelisin ki ey Hamal Sinbad, benim hikâyem oldukça ilginç. Başıma gelenleri, neler yaşadığımı, nasıl bu kadar zengin olduğumu ve gördüğün bu yerin efendisi olmayı nasıl başardığımı anlatayım. Ben buralara acılar çekerek, tehlikelere atılarak binbir sıkıntıyla geldim. Vakti zamanında ne kadar acı çektim bir bilsen… Ben tam yedi tane yolculuk yaptım. Her birinde de öyle ibretlik olaylar yaşadım ki aklın almaz. Bütün bunlar kötü talihim sonucu geldi başıma. Eee malum kaderden kaçılmaz… Efendiler! Şimdi hikâyemi anlatıyorum…”

      DENİZCİ SİNBAD’IN İLK YOLCULUĞU

      “Benim babam tüccardı. Yaşadığımız şehrin hatırı sayılır adamlarından biriydi. Zengindi, imkânları genişti. Ben henüz çocukken vefat etti. Bana yüklü bir servet, evler ve araziler bıraktı. Büyüdüğüm zaman parayı harcamaya, iyi yiyip iyi giyinmeye, kısacası müsrif bir hayat yaşamaya başladım. Yaşıtım olan genç kızlarla arkadaşlık ediyor, günlerimi zevküsefa içinde geçiriyordum. Hayatımın hep böyle devam edeceğini ve hiçbir zaman değişmeyeceğini sanırdım. Fakat bir süre bu sorumsuz hayatı yaşadıktan sonra aklım başıma geldi. Zenginliğimin anlamsız, durumumun vahim, yaşadığım hayatın faydasız olduğunu fark ettim. Ümitsizlik ve kafa karışıklığı düşüncelerimi de etkilemişti. Davut’un oğlu Süleyman’ın -Allah ikisini de nur içinde yatırsın-bir sözünü -daha önce babam söylemişti- hatırladım:

      Üç şey var ki diğerlerinden daha iyidir: Ölüm günü, doğum gününden; canlı bir köpek, ölü bir aslandan; mezar da yoksulluktan.

      Sonra kıyafetlerime varıncaya kadar bütün malımı mülkümü toparlayıp üç bin dirheme sattım ve bu parayla yabancı diyarlara gitmeye karar verdim. Şairin şiirinde de dediği gibi:

      Yükseltir insanı acı çekmek

      Başarmak istiyorsan uykuyu unutman gerek

      İnci bulmak istiyorsan derinlere dalmalısın

      Zenginliğe çalışmadan ulaşamazsın

      Mutluluğa zahmetsiz kavuşmak isteyen

      Boşuna uğraşmasın, hayal kırıklığıdır onu bekleyen…

      Yolculuk için gerekli olan eşyaları satın aldım ve harekete geçmek için sabırsızlıkla beklemeye başladım. Sonra benim gibi tüccar olan birkaç kişiyle beraber bir gemiye bindim. Uzun günler ve geceler boyunca yolculuk ettik. Farklı kıyılar ve adalara demir attık, çeşitli mallar alıp sattık ve ticaretimizi sürdürdük. Böyle böyle bir süre yolculuk ettik; ta ki bir gün, âdeta bir cennet bahçesini

Скачать книгу