Скачать книгу

kendisinden daha yoğun ve daha somut bir akisle her birini ikizleştirip geriye itmiş, daha önce katlanmış bir haritayı açar gibi manzarayı aynı anda hem inceltmiş hem de büyütmüştü. Kımıldaması gereken şeyler, tek tük kestane yaprakları kıpırdıyordu. Her yaprağın en ince ayrıntılar, en ince ürpertilerle titizlikle tamamlanan eksiksiz titreşimi diğerlerine bulaşmıyor, onlarla bütünleşmiyor, sınırlı kalıyordu. Hiçbir şeyi yutmayan bu sessizliğin üzerine yayılan, çok uzaklardan, muhtemelen şehrin diğer ucundaki bahçelerden gelen bu sesler, öylesine bir “mükemmeliyetle” en ince detaylarına kadar fark ediliyordu ki bu uzaktan geliyormuş hissini vermeleri pianissimo7 olmalarından ileri geliyor gibiydi; konservatuvar orkestrasının kusursuz şekilde surdinlerle icra ettiği ezgiler de tek bir nota bile kaçırılmadığı hâlde, salonun çok uzağından geliyormuş izlenimini uyandırır ve bütün yaşlı dinleyiciler -Swann kendi biletlerini verdiği zamanlar büyükannemin kız kardeşleri gibi- henüz Trévise Sokağı’nı dönmemiş olan bir ordunun ilerleyişini dinliyormuş gibi kulak kabartırlardı.

      Biliyordum ki kendi kendime içine düştüğüm bu durum, annemlerin tepkileri açısından, benim için, bir yabancının tam olarak tahmin edemese de ancak gerçekten yüz kızartan suçların bir ürünü olabileceğini düşüneceği türden ve o ciddiyette en ağır sonuçlara yol açabilirdi. Ama aldığım eğitimde, kabahatlerin sıralaması, diğer çocukların eğitiminde olduğundan farklıydı; bana, (sanırım bu kadar ehemmiyet verilerek uzak tutulduğum başka bir kabahat olmadığı için) ortak özellikleri sinirsel bir güdüye yenilmek olan, ancak şimdi kavrayabildiğim birtakım başka kabahatler olduğu öğretilmişti. Ancak o sırada bu sinirsel kelimesi telaffuz edilmez, bana, yenik düşmemin affedilebilir hatta karşı koymamın imkânsız olduğunu düşündürebilecek bu sebep, net bir şekilde belirtilmezdi. Yine de ben bu kabahatleri, öncesinde yaşadığım kederden ve sonrasında gelen ağır cezadan gayet iyi tanırdım; o anda işlediğim kabahatin de daha önce sertçe cezalandırılmama sebep olan başka kabahatlerle aynı cinsten hatta çok daha ağır olduğunu biliyordum. Annem yatmak için yukarı çıkarken yoluna dikildiğimde, koridorda ona tekrar iyi geceler dilemek için uyumadan beklediğimi gördüğünde, artık evde kalmama izin vermeyecekleri ve beni ertesi gün bir yatılı okula gönderecekleri su götürmez bir gerçekti. Ne yapalım! Beş dakika sonra kendimi pencereden atmam da gerekse umurumda değildi. O anda tek istediğim annemdi, ona iyi geceler dilemekti ve bu arzuyu hayata geçirme yolunda geri dönemeyecek kadar yol katetmiştim artık.

      Swann’a kapıya kadar eşlik eden annemle babamın ayak seslerini duydum; kapı çıngırağı Swann’ın gittiğini haber verince pencereye yaklaştım. Annem babama, ıstakozu beğenip beğenmediğini, M. Swann’ın kahveli ve fıstıklı dondurmadan biraz daha alıp almadığını soruyordu. “Ben dondurmayı yavan buldum, bir dahaki sefer başka bir çeşidini denemeliyiz.” dedi annem. “Swann’ı ne kadar değişmiş bulduğumu anlatamam!” dedi büyük halam, “Çok yaşlanmış!” Büyük halam, Swann’ı her zaman bir yeni yetme olarak görmeye o kadar alışmıştı ki onu birdenbire kendisine yakıştırdığı kadar genç bulamayınca şaşırıvermişti. Annemle babam da Swann’ı; yarını olmayan, dakikaların sabahtan itibaren çocuklara bölünmeksizin üst üste eklendiği için diğer insanlara oranla daha uzun günler geçiren, başıboş bütün bekârlar gibi anormal, aşırı, utanç verici ve hak edilmiş biçimde yaşlanmış bulmaya başlamışlardı. “Bence, herkesin gözü önünde Monsieur Charlus denen bir adamla birlikte yaşayan o rezil karısı yüzünden çok üzülüyor Swann. Bütün Combray bunu konuşuyor.” Annem buna rağmen Swann’ın eskisinden daha az üzgün göründüğüne dikkat çekti. “Babasından aldığı o gözlerini ovuşturup alnını sıvazlama hareketini de daha az yapıyor artık. Bence, aslında o kadını artık sevmiyor.” “Elbette şimdi onu sevmiyor!” diye karşılık verdi büyükbabam. “Uzun zaman önce ondan bu konuyla ilgili bir mektup aldım; söylediklerine tamamen katılmasam da karısına olan hisleri, en azından sevgisi hakkında şüpheye yer bırakmıyordu. Bak işte! Asti şarabı için ona teşekkür etmeyi unuttunuz, gördünüz mü?” diye ekledi büyükbabam, baldızlarına dönerek. “Ne demek teşekkür etmedik? Laf aramızda, bence oldukça nazik bir biçimde teşekkürlerimi sundum.” diye cevap verdi Flora teyzem. “Evet, güzel teşekkür ettin, bayıldım!” dedi Céline teyzem. “Sen de hiç fena değildin…” “Evet, nazik komşulardan bahsettiğim cümlemle ben de epey gurur duydum.” “Siz buna teşekkür etmek mi diyorsunuz yani?!” diye haykırdı büyükbabam. “Söylediklerini gayet net işittim ama Swann’dan bahsettiğiniz aklımın ucundan bile geçmedi. Onun da hiçbir şey anlamadığından emin olabilirsiniz!” “Yok canım, Swann aptal bir insan değil, takdir ettiğinden eminim. Kaç şişe gönderdiğinden, şarabın fiyatından bahsedemezdim ya!” Annem ve babam yalnız kalıp biraz daha oturdular, babam, “Eh, istersen yukarı çıkıp yatalım.” dedi. “Nasıl istersen canım, gerçi benim hiç uykum yok, oysa kahveli dondurma uykumu kaçıramayacak kadar hafifti; neyse mutfağın ışığının yandığını fark ettim, zavallı Françoise da beni beklediğine göre sen soyunurken ondan korsemi çözmesini rica edeyim.” Sonra annem, merdiveni holden ayıran kafesli kapıyı açtı. Çok geçmeden penceresini kapatmak için yukarı çıktığını duydum. Ses çıkarmadan koridora çıktım; kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki adım atmakta zorlanıyordum ama en azından artık endişeden değil, korkudan ve mutluluktan çarpıyordu. Merdiven boşluğunda, annemin elindeki mumdan yayılan ışığı gördüm. Daha sonra da annemi; fırladım. İlk anda neler olduğunu anlayamayarak şaşkınlık içinde bana baktı. Ardından yüzünde bir kızgınlık ifadesi beliriverdi, bana tek kelime dahi söylemiyordu, zaten bundan daha azı için bile benimle günler boyunca konuşmadığı olurdu. Annem bir şey söylese benimle konuşmayı kabul etmiş oluyordu, kaldı ki bu bana daha korkunç gelirdi, bunu benim için düşünülen cezanın ağırlığı karşısında, suskunluğun, küslüğün çocukça kalacağını belirten bir işaret gibi algılardım. Tek bir sözü, işten çıkarılmasına karar verilmiş bir hizmetçiyle konuşurkenki sükûnete, askere gönderilen bir oğla, iki gün küs kalınacak olsa kendisinden esirgenecek bir öpücüğü vermeye benzerdi. Ama annem, babamın soyunmak üzere gittiği banyodan çıktığını duydu ve babamın öfkesinden beni korumak için, sinirinden kesik kesik çıkan sesiyle: “Kaç çabuk, kaç, hiç değilse baban böyle deliler gibi beklediğini görmesin!” dedi. Ben hâlâ, “Gel de bana iyi geceler de!” diye tutturuyor, babamın elindeki mumun duvarda yükselen ışığını görüp korkuya kapılıyor, bir yandan da onun yaklaşmasını bir şantaj vasıtası olarak kullanıp reddetmeye devam ederse babamın beni orada bulmasından korkarak, “Odana gir, geliyorum.” demesini umuyordum. Artık çok geçti, babam karşımızda belirdi. İstemeden kimsenin duymadığı şu kelimeler fısıltıyla döküldü dudaklarımın arasından: “Mahvoldum!”

      Fakat öyle olmadı. Annemle büyükannem tarafından bana sunulan daha cömert anlaşmalarla verilmiş izinleri durmadan kaldırırdı babam, çünkü o “prensipler”e aldırmazdı ve onun gözünde “insan hakları” diye bir şey yoktu. Sudan bir sebeple hatta hiç yoktan, alışkanlık hâline gelmiş, mahrum edilmemin ihanet sayılacağı bir geziyi son dakikada yasaklardı veya o gece yaptığı gibi, alışılmış saatten çok daha önce, “Hadi git yat, tartışma istemiyorum!” derdi. Ama aynı zamanda (büyükannemin kastettiği anlamda) prensipleri olmadığı için, doğrusunu söylemek gerekirse taviz vermeyen biri de değildi. Bana bir an için şaşkınlık ve kızgınlık dolu bir bakış attı, sonra annem çekinerek birkaç kelimeyle neler olduğunu açıklayınca, “Canım, onunla gitsene…” dedi; “Uykun olmadığını söylüyordun ya işte, odasında biraz onunla kalırsın, benim hiçbir şeye ihtiyacım yok.” “Ama canım…” diye cevap verdi annem utana sıkıla, “Önemli olan uykum olup olmaması değil ki bu çocuğu böyle alıştırırsak…” “Alıştırmayacağız elbette…”

Скачать книгу


<p>7</p>

Etkisiz (ç.n.)