Скачать книгу

ince belli güzel

      Karanlık dünya oldu aydınlık

      Senden daha güzeli yok

      Gözler senin kadar nadir olanını görmedi

      Yanağında kahverengi bir ben, dudakları gül kırmızısı…

      Sultan neşeyle genç adamı selamlamış. Mısır altınlarıyla ve çeşitli mücevherlerle bezenmiş ipek kaftan giyen genç adam oturmaya devam etmiş. Yüzünde kederin izlerini taşıyormuş. Sultanın selamına nezaketle karşılık vermiş:

      “Ah efendim, büyüklüğünüz ayağa kalkmamı icap ettirir ama maalesef bunu yapamam. Umarım kusuruma bakmazsınız.”

      “Ne kusuru genç adam? Beni bir şey sormak üzere yanına gelmiş bir misafir olarak kabul et ve lütfen bana gölden, balıklardan, saraydan ve de feryat figan ağlamana sebep olan bu kederinden bahset.”

      Bu sözleri duyan genç adam, acıyla ağlamaya devam etmiş. Öyle ki göğsü gözyaşlarından sırılsıklam olmuş. Sonra şu dizeleri okumuş:

      Kader değişirken umarsızca uyuyana söyle

      Daha ne kadar zulüm görecek bu dünya böyle

      Senin gözlerin mühürlü olsa da

      Yüce Allah görür gizleneni de aşikârı da

      Kim hayatın adil olduğunu düşünüyor ki zaten

      Uzunca bir iç çektikten sonra devam etmiş.

      Allah’a güven, sıkıntılarını ona emanet et

      Derdi tasayı bırak, karıştırma kafanı

      Geçmişi bırak

      Kader belirler ne olacağımızı

      Sen ona bak!

      Hayretler içinde kalan sultan yine sormuş:

      “Seni ağlatan nedir genç adam?”

      “Bu hâlime nasıl ağlamayayım?”

      Bunu söyledikten sonra elbisesini kaldırmış. Meğer vücudunun göbeğinden aşağı kısmı taşmış. Bunu görüp kederlenen sultan, şefkatle şöyle demiş:

      “Vah, vah… Senin acın, benim acımdır. Sana balıkların gizemini sormaya gelmiştim. Ama şimdi senin hikâyeni daha çok merak ediyorum. Allah büyüktür. Şimdi bana hikâyeni anlat.”

      “O hâlde bana kulak verin ve anlatacaklarımı dinleyin.”

      “Tabii ki!”

      Sonra genç adam anlatmaya başlamış.

      “Benim hikâyem de oldukça ilginç, tıpkı balıklarınki gibi. Benimki insanlara ibret olacak türden bir hikâye…”

      “Peki, nasıl?” diye sormuş sultan.

      Ve genç adam anlatmaya başlamış:

      BÜYÜLENEN SULTAN’IN HİKÂYESİ

      “Anlatayım öyleyse efendim. Bir zamanlar benim babam bu şehrin hükümdarıydı. Hükümdar Mahmut… Babam siyah adaların ve dört dağın sahibiydi. Uzun yıllar boyunca hükümdarlık yaptı. Hakk’ın rahmetine kavuştuktan sonra idareyi ben devraldım ve sultan oldum. Amcamın kızıyla evlendim. Beni o kadar büyük bir aşkla severdi ki yanında olmadığım zamanlar yemeden içmeden kesilirdi. Bu mutlu hayatımız beş yıl sürdü. Bir gün hamamdan döndükten sonra akşam yemeğimizi hazırlamaları için acele etmelerini emrettim. Ardından alışkanlık edindiğim üzere iki genç hizmetçiye beni uyurken yellemelerini söyledim ki ferahlayabileyim. Fakat sıkıntıda olduğumdan ve karımın yokluğunda uykusuz kalıp yorgun düştüğümden uyuyamadım. Gözlerim kapalı olmasına rağmen uyanıktım.

      Sonra ayak ucumdaki kızın, baş ucumdakine şöyle dediğini duydum:

      ‘Ah Mesude! Efendimize yazık oldu, gençliği ziyan oldu. Ona ihanet eden hanımımıza yazıklar olsun. Adi kahpe!’

      Diğeri cevap verdi: ‘Efendimiz aptal mı ya da hiçbir şeyden şüphelenmiyor mu da ona hiçbir şey sormuyor?’

      ‘Ayıp, ayıp! Efendimiz onun yaptıklarını biliyor mu ki onu sorgulasın? Her gece ona içirdiği şarabın içinde kenevir olduğunu bilmiyor musun? O şey sayesinde uyumasını sağlıyor ve efendimizin, karısının ne yaptığından haberi olmuyor; ama biz biliyoruz ki ona ilaçlı şarabı verdikten ve en güzel kıyafetlerini giyip en muhteşem kokuları sürdükten sonra gün doğuncaya kadar ortadan kayboluyor. Sonra efendimizin yanına gelip ona yanmış pastil koklatarak ağır uykusundan uyandırıyor.’

      Köle kızın bu sözlerini duyduğumda gözlerim karardı ve her şeyi gözümle görmek istedim. Sonra amcamın kızı banyodan döndü. Bizim için kurulmuş sofrada yemeklerimizi yedik ve her zamanki gibi yarım saat birlikte oturup kahvelerimizi içtik. Sonra bana uyumadan önce her zaman içirttiği şaraptan getirdi ve kadehi uzattı. Ben de içermiş gibi yapıp şarabı gömleğimden içeri döktüm, uyuduğumu düşünsün diye yatağa uzandım.

      Uyuduğumu zanneden karım birden öfkeyle bana bağırdı: ‘Gece boyunca uyu ve hiç uyanma. Senden, vücudundan, her şeyinden nefret ediyorum! Seninle birlikte yaşamaktan iğreniyorum! İnşallah Allah’ın canını alacağı günü de görürüm!’

      Böyle söyleyip ayağa kalktı, en şık kıyafetlerini giyip en güzel kokuları süründükten sonra benim kılıcımı omzuna aldı ve sarayın kapısından çıkıp gitti.

      Sarayı terk edince onu takip etmeye başladım. Caddeleri geçip şehrin kapısına vardı. Anlamadığım sözler söyledi ve asma kilitler kırılırcasına düştü. O da yoluna devam etti. Tabii ben de onu izlemeye… Uzaklarda bir tepede çatısı çamur tuğlalardan yapılmış, kamış çitlerle çevrili bir kulübeye geldi. Çatıya tırmandım ve karımı bir dudağı yerde, bir dudağı gökte iğrenç bir zenciyle birlikte gördüm. Adam cüzzamlı ve felçliydi. Şeker kamışı çöpüyle kaplı bir yerde yatıyordu. Eski bir battaniyeye sarılmıştı ve paçavralar içindeydi. Karım, adamın önünde yeri öptü. Adam da onu görmek için kafasını kaldırdı ve şöyle dedi:

      ‘Yazıklar olsun sana! Neden bu kadar zamandır gelmedin? Burada benimle birlikte kalıp içki içen kardeşlerim var. Hepsi de hanım arkadaşlarıyla birlikte. Bense içkimi içemedim çünkü sen yanımda değildin!’

      Sonra o: ‘Ah efendim, gözümün nuru, kalbimin biricik aşkı! Bilmiyor musun ki vücudundan ve görünüşünden tiksindiğim amcamın oğluyla evliyim. Onunlayken kendimden nefret ediyorum. Eğer senin hatırın olmasa şehrini harabeye çevirmeden ve içindeki mahlukatı helak edip Kafdağı’nın ardına göndermeden bir saniye bile durmazdım.’ dedi.

      Zenci: ‘Yalan söylüyorsun! Lanet olsun sana! Şimdi sana zenci bir adamın yiğitliği ve şerefi üzerine yemin ediyorum ki -bizim adamlığımız zavallı beyaz adamınkiyle karşılaştırılamaz bile- bugün itibarıyla eğer bu saate kadar benden uzak kalırsan bir daha seninle sevgili olmayacağım, seninle sevişmeyeceğim. Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Seni zavallı yaratık! Senin alçakça arzularını tatmin edeceğimi mi düşünüyorsun? Alçak sürtük! Beyazların en adisi!’ diye cevap verdi.

      Bu sözleri duyduğumda ve bu iki sefilin yaşadıklarına bizzat şahit olduğumda dünyam karardı ve bir süre nerede olduğumu bile anlayamadım. Karımsa alçak gönüllülükle ayağa kalktı ve tatlı sözlerle köleye yalvarmaya başladı:

      ‘Ah sevgilim, gözümün nuru…’

      Adam onunla barışmaya tenezzül edinceye dek de ağlamayı kesmedi. Sonra ayağa kalktı, iç çamaşırları hariç bütün kıyafetlerini çıkardı ve şöyle dedi:

      ‘Ah efendim, bu

Скачать книгу