Скачать книгу

durmaktan çekiniyordu. Anasının anlattığı masallardaki kahramanlar gibi gördüğü amcasıyla gurur duyuyordu. Bozkır Kazaklarının saygı gösterdiği amcasına bakarak Mustafa da onun gibi bir bahadır olmak istiyordu. Yiğitlik yaparak halkına kol kanat germeyi, yurdunu düşmanlara karşı korumayı hayal ediyordu.

      Komşu çocuklarla oynarken bu olay aklına geldiğinde;

      – Benim amcam Canazar bahadırdan da güçlüdür diye övünüyordu.

      Yanındaki çocukların kendine karşılık vermediğini fark edince de;

      – Osman amcam Hacıbay bahadırdan daha cesurdur diyerek sesini daha da yükseltiyordu.

      Biraz daha düşündükten sonra sonra ise;

      – Kobılandı bahadırdan da güçlü bahadırdır o, deme cesaretini gösteriyordu.

      Böyle basit şeyler için Kıpçak uruğunun (boyu) övündüğü bahadırlarının adlarını andığını duyan anası ise Allah’tan mırıldanarak af dilerdi.

      Boyu ve görünüşü benzemese de Mustafa’nın azmi, kararlılığı, inatçılığı, şeref ve haysiyetine düşkünlüğü gerçekten de amcasına benziyordu. Lakin herkes onu anne tarafına daha çok benzetirdi. Ünlü bir bahadır olan dedesi askerlerin önünde sancaktarlık etmiş, anası Bahtı da savaş zamanında saçlarını erkek gibi toplayıp at binmiş ve er yürekliği ile tanınmıştı. Köyde otuzdan fazla ev vardı ve bunların çoğu birbiriyle akrabaydı. Köyün lideri ise Çokay Biy idi. Bundan dolayı bu bölgeye Çokay Biy’in avılı denirdi. Çokay hem biy hem de Rus Çarlığı’nın resmî köy yöneticisi olmasına rağmen bütün uruk halkı gibi mütevazı ve yoksul bir hayat yaşardı. Babasından tevarüs ettiği hayat tarzı dolayısıyla sırf zengin olmak uğruna mal ve mülk biriktirmemiş, çiftçilik yaparak bağ ve bahçe işleriyle uğraşmıştı.

      Bozkır Kazakları ise otlakta yüzlerce hayvanlık sürüye sahip olmayanı yoksul sayıyorlardı. Çokay’ın ailesi çok cömertti. Köye gelen her konuk onların evinde ağırlanır, hatta kimileri çoluk çocuğuyla haftalarca konuk edilirdi. Tanrı misafirinin hiç eksik olmadığı bu evde sanatçılar ve ozanlar da ağırlanır, misafir edilirdi. Çokay’ın davetiyle Sırderya boyunun Bazar Cırav, Şadi Töre, Ergöbek, Turmağambet gibi ünlü ozanları ve destancıları kızıl kerpiçten yapılmış bu büyük eve uğrar, sabahlara kadar çalıp çığırarak yarenlik ederlerdi. Özellikle ünü bütün Orta Cüz’e3 yayılan Budabay’ın Yedi Ata Saçlı Hakkında uzun destanını yorulmadan dinlerlerdi. Bu destanlar, küçük Mustafa’nın zihninde ve gönlünde yer ediyor, hayallerini süslüyordu. Rus Çarlığı’na karşı mücadele eden, ulusunun özgürlüğü yolunda canını ortaya koyan Cankoca Nurmağambetoğlu’nun eşsiz kahramanlık hikâyesini tekrar tekrar dinlemek istiyordu. Belki de onun etkisiyle beş yaşındayken dombıra4 çalmayı öğrenmiş ve yine o yaşlarda alfabeyi bellemişti; ilk öğretmeni ise anası Bahtı olmuştu.

      Zeki ve kabiliyetli bir çocuk olan Mustafa, üçüncü göbekten akrabası Almuhammed’in açtığı okulda eğitime başladı. Aliş amcasının, hükûmete iki kez resmî mektup yazarak özel izinle açtığı, evlerinin bitişiğindeki bu okulda Türk asıllı bir hocadan ders alıyordu. Tuhaf görünüşlü, nereden geldiği bilinmeyen, kaşları daima çatık, yüzü asık, kartal burunlu bu Türk hoca, Kuran’ı ezbere biliyordu. Bundan dolayı köy cemaati ona saygı duyuyor ve adını söylemek yerine Hafız diyorlardı. Mustafa da onun adını bilmiyordu. Sert görünüşlü bu hocası, farklı bir yeteneğe sahip olduğunu fark edince Mustafa’ya özel ilgi göstermeye ve eğitimiyle yakından ilgilenmeye başladı. Hocasının söylediklerini hemen kapan bu yetenekli öğrenci, işittiği her şeyi eksiksiz olarak anında tekrarlıyordu. Bu yeteneği diğer çocuklarca da takdir edilen Mustafa, çocuk yüreğiyle bundan kendisine bir övünç vesilesi çıkarıyordu. Annesi ve babası da onunla gurur duyuyordu. Bunun farkında olduğu için de eve gelen konukları hemen karşılıyor, onlar sormasa bile öğrendiklerini ezbere söyleyiveriyordu. Konukların kulak kesilerek dinlemesi onu sevindiriyor, kendisini övmeleri kıvandırıyordu. Fakat önemsenmeyince veya dinlenmeyince şevki kırılıyor, suratı asılıyordu. Bunun için herkes ona sevgiyle yaklaşıyor, onu üzmemeye çalışıyordu.

      Her işte birinci olmayı hedefkeyen Mustafa, gördüğü özel ilgi ve eğitim sayesinde zengin bir hayal dünyasına sahip özgür bir insan olarak yetişiyordu.

      İlkin Arap harflerini öğrenen Mustafa, Kur’an-ı Kerim’i usulüne uygun olarak tecvitle kıraat ediyor, güzel sesiyle dinleyenleri duygulandırıyordu. Çok geçmeden ilmihal ve Arapça dil bilgisi öğrenmeye başladı. Daha sonra Ahmet İşan’dan5 Çâr Kitap, Mırza Bîdil, Sufi Allahyâr gibi ileri seviyede kitaplar okudu. Otuz yaşına yeni girmiş Ahmet İşan’ın yaştaş ve adaş oğluyla derste yan yana otururdu. Ahmet’in Mustafa’sı ona kıyasla daha çekingen ve kibardı. İkisi de “seçkin” anlamına gelen peygamber ismini taşımaktan gurur duyuyordu. Çağdaş eğitim yöntemlerini benimseyen Erimtöre onlara Kızıl Ev’deki okulda beşerî ilimleri öğretirken Ibıray Altınsarin adlı büyük öğreticiden sık sık bahseder, eğitim ve bilimin faydalarını anlatırdı. Rusça da bilen, ileri görüşlü bu öğretmeni, Aliş amcası özel olarak getirtmişti.

      Bazen bunların bilgi derecesini ölçmek için İmam Ayım-bet de gelirdi. Yerinde duramayan Mustafa’ya bakıp: “Deden Torğay, Hive’de yöneticiydi. Hokand Hanlığı zamanında halkı yönetmiş Rus general ile anlaşmalar yapmıştı. Çok iyilik yaptı. Merhum ‘Benim iki kanadım var, biri ermiş İygilik, diğeri bahadır Canazar.’ derdi. Ben ermiş İygilik’i de, bahadır Canazar da tanıdım. Kimler geldi, kimler geçti bu hayattan… Babana Allah uzun ömür versin, sen doğduğunda kulağına ezan okuyup dua etmiştim. İsmini ise imam Ebubekir koymuştuk.” diyordu. Bazen “Şiir, şeytanın işidir. Peygamberlik yaşına girdin, hâline şükret, ünlü ozan Buvrabay’ı secdeye varmaya teşvik ettim ben.” şeklinde öğütler verirdi. Dersten sıkılan Mustafa ise böyle durumlarda aniden beklenmedik bir soru sorardı:

      – Dede, kâfirin içtiği kâseden bir Müslüman da su içebilir mi?

      – Eğer kâfirin burnu çok uzun ise ve kâsenin içindeki suya değer ise şeriata göre ondan su içilmez. Eğer burnu küçük ve basık ise, suya da değmezse o zaman suyu içebilirsin. Yoksa kâfir kızıyla mı evlenmeyi düşünüyorsun sen? Onlar can yakar, deyip gözlerini kısarak bakardı yaşlı imam.

      O vakit çocuklar Türk Hoca’nın uzun burnuna bakarak kıs kıs gülmeye başlarlardı.

      Mustafa böylece Almuhammed amcasından Rus alfabesini, babasından Kazakça yıl kayırmayı6 ve yıldız adlarını öğrendi. Sözün hakkını vererek konuşan hoşsohbet babası ona Torğay, Kuvatbay, Temir, Canay, Kilt, Kaldav, Arıs, Boşay ve Şaştı/Saçlı ataları ile uruk şeceresini öğretiyordu.

      – Baba bizim uruğumuza neden Saçlı diyorlar diye sordu.

      – Savaş zamanında kaybolan Kenceğul atamız, Allah’ın kudret ve yardımıyla uzun zaman sonra bulunduğunda upuzun saçlıymış, ermişlere benziyormuş, bundan dolayı Şaştı/ Saçlı adını vermişler.

      – Peki, buraya niye göç ettik?

      – Hım, “Arka’da istikrar varsa arkar7 neden göç etsin!” diye bir söz vardır. Bir taraftan Hokand, diğer taraftan Hive yönetimleri baskı kurdu ve sonunda Ruslar geldi. Bu karışık dönemde halk, kendini kurtarmak için dedelerimizle birlikte buraya göç etmiş. Şilik katliamından sonra deden Torğay’ın önderliğindeki

Скачать книгу


<p>3</p>

Orta Cüz: Kazak ulusunu oluşturan üç büyük boydan biri.

<p>4</p>

Dombıra: Mızrapsız çalınan, iki telli, bağlamaya benzeyen Kazak millî çalgısı.

<p>5</p>

İşan: Hoca, şeyh, seyyit.

<p>6</p>

Yıl kayırma: On iki hayvanlı geleneklik takvime göre insanın yaşını hesplama işi.

<p>7</p>

Arkar: Dağ koyunu.