Скачать книгу

yılları başladı. Kızbike’ye öyle gelirdi ki Ayaz babasının dediğini demez, ona ihanet etmezdi. Başka bir yere gitmesi de babasına boyun eğmesi de mecburiyettendir. Kızbike’nin gönlü bin yerden yaralanmıştı. Ayrılık Kızbike’yi kavururdu.

      Kuşlu Han iyileşerek hastalıktan kurtuldu. O zamanlar bir kural vardı. Ülkenin en güzel kızı, yaşı bulûğa erdiğinde birkaç yıl ateşgâha gelmeli, kutsal ateşe hizmet etmeliydi. O, kutsal ateşe hizmet ettiğinde kendisi de kutsal olurdu. Ülkenin oğul ve kızları, ana babalar, gelinler gelip ona tapınıp, hastalar ondan şifa; çocuğu olmayanlar evlat, arzusuna erişemeyenler sevdiklerine kavuşmayı diliyorlardı. Kızın ateşli elbisesi, ateşin kutsal alevleri gibi kırmızı ve mavi renge çalıyordu. Gönlü yansa da o, kutsal ateşten ayrılmadan ülkesinin, milletinin geleceği için saadet arzuluyordu. Kız bu hizmetlerinin karşılığında ülkenin en yiğit, cengâver erkeğine gidebilirdi. Böyle bir saadet Kuşlu Han’ın kızı Kızbike’ye nasip olmuştu.

      Ülkemizin büyükleri “düşmandan dost olmaz” demişler. Şimdi Kuzey yabancı ülkeleri arkasına alarak komşuları toplayıp, kendi yurdunun üzerine gaspçı gibi geliyordu. Ayaz da kendi sevdiğine kavuşmak için can atıyor ve sevdiğine kavuşamama sebebini de sadece Kuşlu Han’da görüyordu. Sınır boyunda bekleyen nöbetçiler, muhafızlar koşarak gelip durumu Kuşlu Han’a haber verdiler. Yaşlanmaya başlayan Kuşlu Han, ülkenin cengâver yiğitlerini etrafına topladı. Sadağına oklarını yığdı, kılıcını biledi, zırhlı kıyafetini giydi, Köhlen2 atına binerek yirmi yıl önceki cengâverlik meydanına çıktı.

      Birkaç gün serhat boyunca kanlı çarpışmalar oldu. Bir gün Kuşlu Han yüzünü düşmandan tarafa dönüp seslendi:

      –Ey Kuzey. Boşuna ordumuzu kırdırdık. Eğer yiğitsen gel, bire bir vuruşalım. İstediğin yiğidini de al. Sen beni devirirsen kılıcının altından geçip hâkimiyetini kabul ederim. Ben seni yıkarsam ebediyen çek git. İhanet ettiğin bu toprakta yerin yoktur.

      Lakin Kuzey, bu çarpışmaya kendisi gelmedi, oğlu Ayaz’ı gönderdi. Ayaz, Kuşlu Han’dan genç ve iyi talim görmüş bir cengâver idi. Kalbini aşk ateşi yakıyordu. Kuşlu Han ile karşılaştığında namert atasından öğrendiği namert hilesine başvurdu.

      –Kahraman- dedi -Sen nasıl bir yiğitsin ki atının göğüslüklerini bağlamadan savaş meydanına gelmişsin?

      Kuşlu Han eğilip atının göğüslüklerine bakmak istedi. Ayaz hıyanet ederek buna fırsat vermedi ve hemen onun boynunu vurdu. Kuşlu Han’ın ordusunun içerisinden acı bir feryat koptu. Düşman cephesi ise sevinç içerisinde bayram ediyordu. Şimdi onlar, yiğit komutanlarından mahrum olan düşman ordusunun hemen mağlup olacağından emindiler.

      Sabah oldu. Ordular yeniden karşı karşıya saf tuttular. Ama o vakit meydana semend renkli bir ata binmiş, mavi alev renginden kıyafet giymiş, yüzü mavi peçeli bir yiğit geldi. Düşmanın sağından girip solundan çıktı. Solundan girip sağından çıktı. Önüne geçene aman vermedi. Sadece Ayaz’ı kılıçtan geçirmedi. İşini bitirip bir anda gözden kayboldu.

      Düşman bu duruma şaşıp kalmıştı. Kuşlu Han’ın pehlivanları yerinde donup kalmıştı. Hanın oğlu yoktu. Peki, bu yiğit kimdi?

      Aynı gün savaş meydanından döndüğü gibi Kızbike ibadethaneye geldi. Kızılkaya’ya, mabetlere, aksakal-kara sakallara, yaşlı kadınlara, cengâverlere yüzünü çevirip dedi:

      –Düşmanın ordusu çoktur. Onlar yurdumuzu talan etmek, ana bacılarımızı kırıp geçmek istiyorlar. Sağlam bir kule yapalım, Muhterem Kızılkaya! Emredin mabedin yanındaki yüksek tepenin üstüne bir taş getirilsin. Alınamaz kuleyi buraya inşa etmeliyiz. Hem su yakında hem de düşman gözümüzün önünde olur. Mevkisi güzeldir, her taraf görünür.

      Kızılkaya ve mimarlar yurdun her tarafına yayıldılar. Yediden yetmişe herkes eline bir taş alıp ateşgâhın yanındaki tepenin üstüne götürdü. Mimarlar işe başladı, yerin derinliklerinden gelen ateşli nefesi, yapılan kulenin özel borularla tepesine kadar kaldırdılar. Kutsal ateş burada ebediyen yanmaya ve düşmanın başına od saçmaya başladı.

      Bu arada bu cengâver, harp meydanına her gün başka bir kıyafetle gelip düşman ordusuna taarruz eder, Ayaz’a dokunmadan döner, kaybolurdu.

      Kızılkaya düşünüyordu. “Ben biliyorum, bu sensin ey ülkenin yenilmez güzeli. Bu sensin! Yoksa hiçbir cengâver Ayaz’a aman vermezdi. Kalbin ne kötü yaralanmış kızım, ne kötü yaralanmış?”

      Ayaz da hayret içerisindeydi. Kısa bir sürede onun ordusuna taarruz eden bu cengâver kimdi? Onun meşhur pehlivanlarını öldürüp her seferinde kendisini affeden; kâh kırmızı, kâh mavi, kâh duman renkli –yani ateşin, kutsal ateşin alevleri tonunda– peçeler örten bu cengâver kimdi?

      Ayaz’ın kalbini garip bir his bürüdü. Aşk onun kalbini yakıp kavuruyor, buna hayret ediyordu. Bir gün o, savaş kıyafetini değiştirip ziyaretçi kıyafeti giydi. Akşam olduğunda kutsal ateşe tapınmak ve dilek dilemek için giden adamlara katıldı. Bırakıp gittiği sonra da ihanet ettiği yurduna geldi. Ateşgâha ulaştığında yanında alınmaz bir kule dikildiğini gördü. Bu öyle bir kuleydi ki başı buluttan, ayağı deryadan nemlenip rutubetleniyordu. Kulenin üstünde mukaddes ateş yanıyor, ateşin dilleri bir kılıç gibi göğe yükseliyordu. Oğlan sarığını yüzüne çekip ibadet için gelenlerle birlikte ateşgâha girdi. Ateşin üstünde yücelen yüksek yerde, kalbine ta çocukluktan beri hâkim olan Kızbike durmuştu. Dilek dileyenlerin dileğini kabul ediyordu. Güzel yüzü de renkli kıyafeti de kutsal ateşten parıltı almış, güneş gibi parlıyordu.

      Ayaz, titreyen yüreğiyle ateşe yakınlaştı. Gençler göz göze geldiler. Yüzü yarım örtülü olsa da Kızbike onu tanıdı. “Yüzünü, ateşten yanan gözlerini görmeseydim de kalbim burada olduğunu bana haber verirdi sevdiğim!” Kızın elleri titredi, az daha dizleri bükülecek ve ateşe düşecekti. Onun bir tek söz ya da bir tek işareti ziyaretçilerin Ayaz’ı tutup parçalamasına ve düşman ordusunu başsız bırakmasına yeterli olur, Ayaz’ı olduğu yerde öldürürlerdi. Ama güçlü bir aşk Kızbike’nin dilini bağladı. Kızın gözleri yaşla doldu. Ayaz çıkıp gitti…

      Sabah düşman ordusu yeniden hücuma geçti ve kulenin önünde toplandı. Bu sırada ateşli bir kılıç tutmuş, kızıl ateşten kıyafetli, keher3 ata binmiş bir cengâver meydanda göründü. O göründüğü gibi yurdu savunan dövüşçülerin koluna kuvvet, dizine takat geldi. Düşman ordusu telâşa düştü. Ayaz, bu cengâveri tanımıyordu. Cengâver ise bugün sadece onu izliyordu. “Yok, yok, artık bugün sonundur. Ayaz, sevdiğim! Bugün sonundur. Sadağımdan aldığım birinci ok, kılıcımın ilk ve son darbesi bugün senindir. Bir daha seni affedersem düşman olurum yurduma, bir daha seni affedersem ihanet etmiş olurum yurduma. Bir daha seni affedersem kalbime söz geçiremem. Bir daha seni affedersem..”

      Aman vermedi. Kızbike ölüm saçan kılıcının bir darbesiyle Ayaz’ı atından düşürerek yere serdi. “Bu benim de sonumdur sevdiğim, benim de sonumdur! Ben seni seviyordum. Ben sensiz yaşayamayacağım. Ama vatanıma ihanet eden sen de olsan, kalbim de olsa onu kesip atarım, gözlerim olsa onları oyup çıkarırım. Bu sensin, sevdiğim, sensin!”

      Ayaz’ın en sadık dövüşçüleri, komutanlarının attan düştüğünü görünce, ona vuran atlıya doğru hücum ettiler. Kızbike dövüşe dövüşe kuleye doğru çekiliyordu. Kuleye varınca attan indi ve arkasından koşan piyade düşmanlarla vuruşarak kuleye girdi; merdivenlerden yukarıya çıkmaya başladı. Basamaklara onun öldürdüğü düşmanların kanı dökülse de onlar Kızbike’den el çekmiyor,

Скачать книгу


<p>2</p>

1.Arap atı cinsi 2.İyi beslenmiş at anlamında da kulanımı vardır.

<p>3</p>

Açık kestane renkli atlar için kullanılan bir tâbir.