Скачать книгу

Hâlbuki yengeme az olsa da bir şeyleri anlatırdı.

      Avlunun kapısından dayım girdi. Ben saçlarımı açıp, yeniden yıkamaya hazırlanıyordum.

      Dayım katlanmış bir miktar parayı yengeme uzatarak “Al!” dedi. Sinirliydi. Öbürü parayı da elinde buruşturarak:

      – Bu ne parası? dedi. Nerden aldın? Maaşa daha çok zaman var?

      – Ee, verileni alıver.

      – Alırım tabii… Hey, senin niye sirken su kaldıramıyor gibi, ha? Normalde ona başkaldırmayan yengem, bu sefer dayanamadı:

      – Adama bak! Ben nerden bileyim, belki birini kemik oyununda yendin falan…

      – Dur dedim! Benim ne zaman kumar oynadığım vardı? Ödül para buymuş. Ne zamandır bir geri zekâlı yüzünden tartışma içindeydik, iki tarafın hangisinin haklı olduğunu bilmeden…

      Dayım eve girdi. Yengem bana bir göz atıp dayımın peşinden gitti. Ben saçımı ne topladım ne de yıkamaya kalktım, tarak yere düştü. Dayıma şaşırıyordum. Bu güne kadar böyle tersliğini ve kaba konuşmalarını ilk defa duydum. “İçkili mi?” Hayır, o içki içmiyor ki.

      “Bir geri zekâlı yüzünden…” Nedense o, bu sözle bana laf soktu gibi geldi. “Geri zekâlı…” Kulağım çınlayıp, damağım kurumaya başladı. O arada evden dayımın sesi geldi:

      – Ya sana bugün ne oluyor? Düşünür müsün az da olsa…

      Dayım kendi düşüncesinden vazgeçecek değildi:

      – O çocuktur, çocuk! Onunla konuşmamız ve ona anlatmamız lazım. Önemli olan sadece insanın yüz güzelliği ve okumuşluğu mu?

      Öyleyse. Azim, Azim… Kanay ondan güney, kuzey kadar daha önde!

      Ben kulaklarımı ellerimle kapatıp oturdum. Nefesimi tutup bakışlarımı yere diktim. Geçen Azim ile ikimiz görüştüğümüzde, onun “şaka” sözü aklımdan çıkmıyor, doğru cevap da bulamadan kendimi kabahatli buldum: Neden? Belki de…

      Bu benim için bir bulmacayı çözebilmek gibiydi. Şimdi de dayım… Yok! Ben artık dayanamam! Dayandım, ezildim bittim! Her neyse…

      Akşam olup, hava kararmaya başlamıştı. Yerimden hemen kalkıp, ileri tarafa doğru koştum. İlk önce nereye, kime gittiğimi de anlamıyordum. İki tarafıma bakmayı bile düşünmüyordum. O an hiçbir şey umurumda değildi. Sadece üstümdeki gökyüzünü, yerdeki toprağı fark ediyordum. O gökyüzü gibi temiz, toprak gibi güçlü bir dürüstlüğü arayıp bir bilsem diyorum.

      Bu eğlence sahası, ondan sonra okul… Delirmiş gibi hangi tarafa gideceğimi şaşırıp, bir o yana, bir bu yana koşuyordum; sonra sokağın sol tarafındaki çatılı eve doğru döndüm.

      Kapı çalmak o ara aklıma bile gelmedi, direk içeriye girdim. Svetlana, bir şeylere bakarak tek başına oturuyordu.

      – Camal? Sen misin? Hayırdır! O şaşkınlıkla bana doğru acelece yürüdü.

      – Evet…

      – Ben iki elimi arkama saklayarak kapının eşiğine dayandım. Gülümsemeye çalıştım ama gülemedim. Svetlana şimdi bana yaklaşmıştı, gözlerime bakarak:

      – Yok, Camal. Senin bir diyeceğin var, Gel şöyle geç? O, bana sandalye çekti.

      Ben yavaşça sandalyeye oturdum. Svetlana bardağa soğuk suyu doldurup:

      – Yorulmuşsun. İçiver? dedi.

      Ben onu alırken, duvarda asılı küçük aynadan kendimi gördüğümde korktum; saçlarım dağınık, yarısı arkamda, yarısı omzumdan göğsüme kadar sarkmıştı. Bezmiş gibi dudağım dudağıma dokunmuyordu. Burnum iki tarafından sıkılıp kalmış, sanki gözlerim kan çanağına dönmüştü.

      Biraz kendime geldikten sonra:

      – Evet, şimdi konuş. Ne oldu? dedi Svetlana merakla bakarak. Ne, Kanay mı?

      – Kanay? Haa… Evet, Kanay… dedim ben nefesim kısılarak. Bence o.

      – Camal, daha açık konuşur musun? Bir şey mi dedi, yoksa…

      – Yok, yok.

      – Tamam?

      – Bilmiyorum, Sveta. Henüz… Benim düşünceme göre sen de Azim de kabahatli değilsiniz. (Hâlbuki “siz” demekten vazgeçerek nasıl da “sen” demeye geçtiğimi fark etmedim) Boş yere yandınız.

      – Nasıl yani? O artık geçmişte kalan iş Camal. O konuyu tekrar konuşmanın bir faydası yok.

      – Öyle diyelim… Konu namus değil mi? Belki benim düşüncem yanlış çıkar. Ne zamandır bazı düşüncelerden kafam karıştı. Svetam, o kalite tespiti madenin kalitesinin delili. Numunenin de alakası var mı?

      – Derken?

      – Nasıl desem… O kitapta yazılan kurallara göre değil, farklı alınmışsa.

      – Öyle bir şey olamaz. O zaman o kuralları, ölçüleri yaratmanın ne anlamı vardı?

      Ben ondan sonrasını dinlemedim bile. Sveta’nın bu sorularına cevap olarak Kanay’ın geçenlerde bölümde söyledikleri kulağımda tekrarlanıyordu: “Ee, kitap diye. Kitap bilim insanların kendileri içindir. Üretimde onlar lazım mı? Orada öyle yazılmış, böyle yazılmış diye, fazla yükü kaldırmak kimin hoşuna gider?”

      “Fazla yük…” Peki, sonra Azim görevinden alındıktan sonra, niye o fazla olmaya devam etmedi?

      Ben her şeyi, hepsini gözümün önünden geçirdim: Oo?!

      Sevincimden mi bilmem ama kendimi tutamadım. Ağlamayla karışık, ne gördüysem ve ne biliyorsam tamamen Svetlana’ya anlattım. O, ilk önce pek aldırmadı, dikkat etmeden oturuyordu. Sonra zaman zaman alnı kırışıp, bir de kaşları çatılıp, vakit geçince canlanmaya başladı. Ben son sözümü söylemeden…

      – Camaş! dedi o, oturduğu yerden hızla kalkarak. Gözleri parlayıp yüzü gülümseyiverdi. Her şey anlaşıldı. Teşekkürler sana. Hadi, Camaş, Azim’e gidelim. Odasındadır. Bugün toplantı var. Üretim ofisinden ve bu ilçeden gelecekler demişlerdi. Orada tam bu işin konusunu konuşacaklardı…

      Ertesi gün toplantının sonucu her tarafa şimşek çakmış gibi yayıldı. Azim’i sevemeyenler bile yok ama çoğunluk pek memnun kaldı. Kanay ve Kanay’ın tarafını tutanlar, kalpaklarını aşağıya doğru indirip, utancından sokağa sığamıyorlardı.

      Dayım Azim’i suçladığı için pişman olmuştu.

      Bana hiçbir şey demezdi. Yengem (anne mi desem?) önce nasılsa aynıydı; sevgi sözünü, verecek yemeğini şaşırıp, ağzını açıp öpmüş, gözünü açtığında ben sanki gördüğü ilk göz ağrısı olduğum gibi kendini aşıyordu. Ben de ondan beter ona hayrandım. Hiçbir şeyimi gizlemiyordum, gizleyemezdim.

      Eve girer girmez boynuna sarılıp:

      – Yenge size bir… Haber vereyim mi? dedim.

      – Söyle, yavrum.

      – Azim’i genel mühendislik görevine vereceklermiş.

      – Ay, kurban olduğum… Hayırlı uğurlu olsun. Kimden duydun onu?

      – Sveta’dan

      – Hangi, o Rus kız mı?

      – Evet.

      – Ya, Cakin, o kızı bir ara eve getir. Olur mu?

      – Tamam yenge. Neden olmasın.

      – Sonra… Azim’le kendin görüşemedin mi?

      Ben

Скачать книгу