Скачать книгу

sen Duvut’a; Seyitbiy, sen Sıntı’ya gideceksin. Az-ret, sen Ullu Karaçay’a; Kurban, sen Töben6 Karaçay’a git. Tavbiy, sen de Taşköprü’ye git. Haydi, sağlıcakla gidin. Yolunuz açık olsun.

      Altı genç, yerlerinde zor tuttukları atlarına bindiler. Verilen emre uyarak ayrı ayrı yönlere gittiler. Altı gençten biri olan Azret, Ullu Karaçay köyüne gittikten ve muhtara, Kaçğan’ın selâmını ve diyeceklerini ilettikten sonra gençlerin arasına katıldı. Akşam yemeğini, konuğu olduğu muhtarın evinde yedi. Yemek sonrasında köyün genç kız ve erkekleri, evin hayatında toplanmaya başladılar. Ev sahipliğini, muhtarın oğlu ve kızı yapıyorlardı. Konuk şerefine toy tertiplenmişti; bir köyden diğerine konuk gelince toy tertiplemek adettendi.

      Sırtını duvara dayamış bir genç akordeonda Kafkas oyun havalarını çalıyordu. Genç kız ve erkekler, bu güzel müziğin etkisinde neşeliydiler. İlgi, daha çok Azret’e idi. Ata tarafından yedi göbek, ana tarafından beş göbek dışarıda kalan; akrabalıkları bulunmayan kız ve erkekler dil şakalarına başlamışlardı. Gençlerin, evlilik öncesinde birbirlerini tanımalarını sağlayan, edep sınırlarını aşmayan şakalardı bunlar. Gençlerden Ali, Azret’le konuşan Kasım’ı yerinden kaldırdı.

      –Kırk yılda bir köyümüze gelen konuk hep seninle mi söyleşecek? Git bak, Ayşa seni bekliyor.

      Kasım, bu sözleri işiten ve gülümseyerek bakmakta olan Ayşa’nın yanına giderken Ali, Azret’e de takıldı.

      –Azret! Söyleşecek Kasım’dan güzelini bulamadın mı? Hele bak, senin de söyleşmeye can attığın biri vardır, diyerek Ullu Karaçay kızlarını gösterdi.

      –Sağ ol Ali, dedi Azret.

      Azret, bakışlarını kızlara, onların içinde akrabası olmayan Zehra’ya yöneltti.

      –Buraya gel Zehra, dedi. Karaçayların Anadolu’ya göçünde seni de beraberimde götüreceğim. Gel de söyleşelim, anlaşalım.

      Zehra, terbiyeli tavırlarla gitti. Azret’e yakın oturdu. Her kelimesi orada kalacak, yakınlarında bulunanların da işittikleri sohbete başladılar. Bu arada, hayatın merdivenlerinde Arslanbek, kız kardeşleriyle göründü. Oradaki kızlar ve erkekler ayağa kalkarak onları karşıladılar. Arslanbek, Azret’in yanına geldi, kucaklaştılar.

      –Cuvuk bol!7

      –Sav bol.

      Arslanbek’in kız kardeşleri de Azret’in elini, “Cuvuk bol!” diyerek sıktılar. Kısaca hâl-hatır sorulduktan sonra Arslanbek kendisine gösterilen yere oturdu; ayağa kalkmış olanlar da oturdular.

      Söyleşme yeniden başladı. Arslanbek, düşünceli, toyla ilgisiz oturuyordu. Ali’nin o hiç durmayan çenesi onu da yakaladı.

      –Hey Arslanbek! Ne düşünüyorsun? Rusların, “Bilen söylesin, tanıyan vursun!” dediği Ocukoğlu Musa’nın arkadaşı sen değilsin ya, kara kara düşünesin…

      Arslanbek irkildi. “Bu geveze, bilerek mi söylüyor acaba?” diye düşündü içinden. Bakışlar tümüyle kendisine çevrilmişti. Bu düşünceyi dağıtması gerekiyordu. Hemen cevap vermek gerektiğini düşündü.

      –Hey gidi Ali, hey! dedi. Biz burada kızlarla söyleşerek vakit geçiririz. Ocukoğlu ile arkadaşı dağlarda ölümü bekler. Nerede bizde onlar gibi kol, onlar gibi köl?8

      Toyda bir Ocukoğlu Musa sözü aldı yürüdü. Bilhassa yüz Rus atlısının öldürülmesi konuşuluyordu. Ocukoğlu ile arkadaşı hakkında övücü sözler söyleniyor, Musa’nın arkadaşının kimliği merak konusu ediliyordu.

      –Helâl olsun Ocukoğlu ile arkadaşına! Mingi Tav’ı Ruslara mezar ettiler.

      –Geçit Yeri, Rus ölüleriyle dolmuş.

      –Ruslar yine, “Ocukoğlu ile arkadaşının kimliğini ve yerini söyleyene ödül verilecek!” diye ilânlara başlarlar.

      –Ocukoğlu’nun arkadaşını, Karaçaylı bir Hacı uzaktan görmüş. Ocukoğlu’ndan ayrıldıktan sonra Mingi Tav’a doğru at sürüp gitmiş.

      Konuşmalar aynı konuda bir süre daha devam etti, sonra yeniden dil şakaları ve söyleşmelere dönüldü. Daha sonra gençlerden bazıları Kafkas Türklüğünün millî oyunlarını oynamak üzere ayağa kalktılar. Bir ara susmuş olan mızıka,9 yeniden oyun havalarını çalmaya başladı. Bir genç, hars vurmak10 için hazırlanmış düz tahta parçalarını gençlere dağıttı. Oyun havalarının eşliğinde tahta vuruşlarından çıkan, müziğe uygun bir kısa, bir uzun sesler ve figürler geceyi neşeyle doldurdu.

      Arslanbek, akrabası Zehra’yı göstererek Azret’e takıldı.

      –Bana bak Azret! Teberdi’den Şahmelek’i bana vermezsen, sana da Zehra yok! Bunu böyle bilesin.

      Azret’le Zehra gülümseyerek bakıştılar. Azret, -Şahmelek’i sana kendi ellerimle getireceğim, diye cevap verdi.

      –Şahmelek’e selâmımı söyle…

      Mızıka, Tüz Tepsev11 çalıyordu. İki kız, iki erkek karşılıklı gidip gelerek birbirlerini tarayıp geçerek, figürlere tam anlamıyla kendilerini vererek oynuyorlardı. Tahtalar tempo tutuyor, vuruşlar gittikçe sıklaşıyordu. Oynayanlar, uçuyor gibiydiler.

      Mızıka çalan kişinin etrafına biriken birkaç genç, müziğe uyarak türkü söylüyorlardı.

      Çıktım çeşme başına da

      Yazı yazdım taşına.

      Sevda nedir bilmezdim de

      O da geldi başıma.

      4

      Teberdi köyü, bambaşka bir cuma günü yaşıyordu. Cuma namazında Karaçaylar, bir başka huşu içinde, Allah’a daha yakın buluyorlardı kendilerini. Allah’ın her günü mübarekti, mübarek olmasına fakat cumanın, hele bugünkü cumanın ayrı bir yeri vardı onlar için. Karaçay Türklerinden bir kısmının kaderini tayin edecek toplantı bugün yapılacak, bugün onlara yol çizilecekti. Bütün Karaçay köylerinden ileri gelenler beşer-onar kişilik gruplar hâlinde Teberdi’de toplanmışlardı. Misafirler köy halkı tarafından karşılanmış, ihtiyaç ve istirahatları temin edilmişti. Birlikte Cuma namazına gidildi. Namazdan sonra Kaçğan, ön tarafa çıktı.

      –Bismillahirrahmanirrahim… Konuşmamız, Karaçay Türklerinin, Türk milletinin ve bütün İslâm âleminin selâmeti için hayırlar getirsin.

      “Amin!” seslerinin kesilmesinden sonra Kaçğan devam etti:

      –Karaçay Türklerinin ileri gelenleri! Köylerinize gönderdiğim haberci gençler, toplantımızın sebebini sizlere söylediler. Biliyorsunuz; Ruslar 1828 yılında topraklarımızı işgal ettiler. O yıldan bu yana devamlı mücadele hâlindeyiz. 1850’de, bir kısım kardeşimiz Anadolu’ya göçtü. 1854’te, Kadı Muhammed Hubin başkanlığında isyan ettik; kanlı bir şekilde bastırdılar. 1859’da, Şeyh Şamil esir düşünce ümidimiz iyice kırıldı. 1885 yılında, Karaçaylardan bir kısmı daha Anadolu’ya göçtü. Sizlere burada, bugün Karaçayların yarını hakkında karar verecek sizlere derim ki esaret altında milletimizi ezdirmeyelim. Görüyorsunuz, mektepler açarak zorla Rusça öğretiyorlar. İslâm terbiyesini, Türklük şuurunu köreltmek için zorbalık yapıyorlar. Karaçayların; Kumuklar, Çeçenler, Çerkezler, Osetinler ve diğer halkların kurmaya çalıştıkları

Скачать книгу


<p>6</p>

Töben: Aşağı

<p>7</p>

Cuvuk bol: Hoş geldin.

<p>8</p>

Köl: Cesaret.

<p>9</p>

Mızıka: Akerdeonun Karaçay Türklerindeki adı

<p>10</p>

Hars vurmak: Tempo tutmak.

<p>11</p>

Tüz Tepsev: Düz oyun