Скачать книгу

ver… Ben alırım – dedi Mukaş abim.

      – O zaman şuradakini al!

      – Hangisini?

      – Şuradaki işte, parlayan mavi yıldız.

      – Aldım Aca!

      – Şimdi de ben sana bir tane hediye edeyim. Senin de kendine ait bir yıldızın olsun Aca. – Mukaş abim parlayan mavi yıldızın yanındakini gösterdi sanırım.

      – Tamam… Tamam… Aldım… Aldım! – Yıldızı avuçlarıyla yakalamışçasına heyecan bastı – o da benim olsun.

      Acam’la ikimiz abimi karşılamak için buraya bundan önce de defalarca gelmiştik.

      Tahıl çuvalları kayıkla taşınmaya başlayalı, neredeyse her gün gelmiştik. Her gelişimizde Acam yersiz telaşa kapılır, “niye bu kadar geciktiler, İnşallah sağ salim dönerler” diye dua ederdi. Ama bu gece başkaydı. O yersiz telaşlarından eser yoktu. Uzun zamandır beklenen an nihayet gelmişçesine neşeliydi. Bayram sevinci yaşıyordu yüreğinde.

      Yoksa birbirlerine yıldız armağan ettikleri için mi bu kadar mutluydu, kim bilir. O gecenin benim üzerimdeki tesiri de bambaşkaydı.

      O yıldızlı gecede koca kayığın tek kalan küreğini sürükleyerek döndük evimize.

      II

      O gecenin üzerinden çok geçmeden Mukaş abimle aynı yaşta olan delikanlılar kendilerince karar almış, yaşlarını büyüterek istihdam bürosuna dilekçe vermişler. İlçe merkezi on günlük iaşenizi alıp gelin dediği için; peynir, ekmeklerini yanlarına alıp, orada savaş için hazırlıklara başlamışlardı. Sonunda ellerine cepheye gönderilme kâğıtları tutuşturulmuştu. Artık savaşa gitme zamanı gelmişti.

      Gençlerin cepheye gönderilmesinden bir gün önce Bayzak, savaşa gidecek olan oğlu Aytbay için kurban kesmiş, herkesi toplamıştı.

      Akşamüzeri Aytbay’ın eşi Kanıypa bizim eve gelip;

      – Hey çocuk, oyuna dalma da akşama yardım et, demişti.

      Gittiğimde avluda insanlar diz çökmüş, oturuyordu. Bayzak sol eliyle keçinin boynundan tutuyor ve güneşin batmasını bekleyerek kıbleye doğru bakıyordu. Şapkasızdı, beyaz gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırmıştı, sarı meşin pantolonunun bağlanmış kemeri saat sarkacı gibi sallanıyordu.

      Güneşin kızıllığı Ak-Çiy’den uzaklaşıp, dağların arkasına saklanır saklanmaz sağ elini duaya kaldırdı.

      – Hadi bakalım, yer, su, dağ, taş sizleri korusun! Yolunuz açık olsun çocuklar! Âmin!

      Toplananlar yerlerinden kalkıp, bir ağızdan duaya katıldılar.

      – Âmin, yolunuz açık olsun!

      Bayzak, kurbanlık keçiden çekip çıkardığı akciğeri askere gidecek olan oğlunun başı üzerinde üç kere döndürdükten sonra damın üzerine attı.

      Avludaki insanlar adak etinden yemek ve iyi dileklerde bulunmak üzere içeri girdiler.

      Dışarıda semaverler kaynatılmaya başladı. Ateş yakılıp, ocağa kazan asıldı. Hava, tütsü kokusundan geçilmiyordu.

      Yaşlılar misafir odasına, gençler girişteki odaya yerleştiler.

      Bizim gibi çocuklarsa kendi hallerine bırakılmıştı. Bazılarımız şans eseri birer kâse boza içebiliyorduk. Ama genelde avluda takılıyor, “ak çölmök” oynuyorduk. Canımız isteyince de içeri girip, neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorduk.

      Amazbay, Bolcur, Musabaylar’ın başını çektiği ihtiyarlar, misafir odasında derin sohbete daldılar. Bana yan odada oturan gençlere boza dağıtma görevi verildi. Gençler iyice kıvamına gelmiş bozadan üç dört kâse devirince, hafiften sarhoş olmaya ve türkü söylemeye başladılar. Üzerine birer ikişer bardak da içki eklenince eğlenceyi görün; şakalar havada uçuşuyor, Bayzak’ın küçük evi gürültüden inliyordu. Genç kocalarının dizinin dibinde oturan gelinler hallerinden memnundu. Eşleri yanlarında olduğu için onlardan mutlusu yoktu. Ama yarın onların gideceğinden midir, kim bilir, kulağa hoş gelen ince sesleriyle şarkılar söylerken kimseye çaktırmadan ağlıyorlardı:

      Eritilmiş altın gibiydin

      Sözünün eriydin

      Aylarca uzak gidersen

      Yolunu gözleyip,

      Azap çekecek gelin benim.

      Eritilmiş gümüş gibiydin

      Sohbetine doymazdım.

      Günlerce uzak gidersen

      Yolunu gözleyip,

      Özlemini çekecek olan benim.

      Oturanların arasında, savaş başlamadan önce askere alınan, daha sonra savaşa katılıp sol elinin dirsekten aşağısını, sağ elinin başparmağı ile işaret parmağı hariç tüm parmaklarını kaybeden Satıbaldı da vardı. Satıbaldı burada oturanlardan yaşça büyüktü. Çenesinin kemikleri dışarı doğru çıkık, kumral, zayıf ama bir o kadar da güçlü birisiydi. Onu eskiden tanıyanlar “elleri sakat kalmadan önce kopuz tellerini ağlatırdı” derlerdi. Halk arasında Satıbaldı’nın Ezgisi olarak bilinen nefis bir ezgi dolaşır dururdu.

      O ezgiyi ben de defalarca dinlemiştim. Satıbaldı’nın Ezgisi çalınmaya başlandığında kalabalık anında sessizliğe bürünür, gürültü patırtı diner, herkes o eşsiz ezginin gizemli sesine teslim olurdu. Müziğin etkisiyle düşüncelere dalıp giderlerdi.

      Satıbaldı savaştan döndüğü günlerden birinde sarhoş olmuş. İçkinin tesirinden olsa gerek, keyfi yerindeymiş. Eve girince duvardaki kopuz gözüne çarpmış. Askere gideceği yıl erik ağacından yaptırdığı kopuzu “al, da çal” dercesine bütün güzelliğiyle duvarda asılı duruyormuş. Bir esinti oluşmuş gönlünde. Alıp çalmak için ellerini uzatmasıyla sakat kollarını hatırlaması bir olmuş. Dünyası yıkılmış o anda. Sakat eliyle kopuzunu kaldırıp yere çalmış. Ondan sonra kopuzu ne görmek ne de sesini duymak istemiş. O kocaman kişi, o gece hıçkıra hıçkıra ağlamış.

      İşte bugün de kurbanın kesilip, türkülerin söylendiği Bayzak’ın evinin duvarında beyaz gövdeli göz alıcı bir kopuz asılı duruyor.

      Satıbaldı’nın hikâyesinden haberdar olduğum için, bütün dikkatimi toplayıp onu izliyor “ne zaman Bayzak’ın kopuzunu alıp yere çalacak” diye pür dikkat bekliyordum. Ancak Satıbaldı kopuza dokunmadı. Fakat ara sıra duvarda asılı duran kopuza bakmaktan kendini alamıyordu. Sakatlığına mı içerledi, nedense, çok düşünceliydi o gün. Kalabalığın uyumunu bozmuyordu ama arada bir acı bir tebessüm beliriyordu yüzünde. Şapkasını gözüne kadar indirmiş, sessiz sedasız oturuyordu.

      Öylece otururken ona da sarmerden3 sırası geldi. Sarhoş arkadaşlarının ağzını kim tutar?

      – Satıbaldı, bu ne hâl? İnsan sağ salim döndüm diye sevinir. Sendeki hâle bak diyerek sıkıştırmaya başladılar.

      Bir süre sonra gürültü dindi, herkes Satıbaldı’nın ağzına bakıp, ne diyeceğini beklemeye başladı.

      Burada oturanlardan yaşça büyük olan, ancak yaşına saygı gösterip kocası Amazbay ile misafir odasında oturmayı değil, türkülerin söylendiği odada gençlerle eğlenmeyi tercih eden Ayday, ayıp denecek sözleri şaka yollu söylemekten çekinmezdi. Dünya yıkıldı desen umursamayan Ayday söze girdi:

      – Hey kayın, haydi bir türkü söyle. Şimdi söylemeyeceksin de ne zaman söyleyeceksin?… Tiksindirici bir şekilde geğirdikten

Скачать книгу


<p>3</p>

Sarmerden-erkek ve kızların sırayla birbiriyle şarkılı türkülü atışması