Скачать книгу

öptü.

      “Kağılayın, kağılayın.” deyip durdu. Tatlım, tatlım demekti. Murtaza ve Emirekul’un öz ablalarıyla evlenen meşhur eniştemiz bu adamdı. Yıpranan, her yerinden yamalanan sarı kürkünü, aynı deriden dikilen şapkasını çıkartarak oturdu. Ayşe çok sevinmişti, hemen oturduğu yere döşemelik sererek yanına yastık bıraktı.

      Hızlı davranan Ayşe, kazana su koyarak altındaki tezekleri yaktı. Hiç durmadan konuşuyordu. Şunu soruyor, bunu soruyordu. Ben birini anlıyordum, birine aklım ermiyordu. Benim vazifem, hızlıca semaveri kaynatmaktı. Semaverin içine yonga atmakla meşgul olsam da kulaklarım dinlemek için müsaitti. Nasıl olsa, kulak ağaç parçalamaz, kulağın görevi dinlemekti. Kırgızca bazı kelimeleri anlamasam da tahmin ediyordum. Anladığım kadarıyla, askerliğe giden Abdibek’ten hiç haber yokmuş. Daha önce Aya-göz şehrinden mektup gelmiş. Ondan sonra Moskova’ya gittiğini söylemiş, sonra habersiz kalmış.

      Artık okuma yazmam vardı. Haritayı da bilirdim. Yeğenimiz Abdibek’in takip ettiği yol çevre yolu idi. Moskova’ya doğru giden Kırgızistan’ın Maymak’ından veya bizim Borandı ilçesinden tren yok muydu? Ayagöz, Novosibirsk üzerinden gitmesi pek anlamsız. Anladığım tek şey, Ayagöz’de de, Novosibirsk’te de savaş yoktu. Savaş Moskova’daydı.

      “Ayşe, gelinim, halimiz bu işte.” diyerek iç çekti Kırgız dede.

      “Ya enişte, Allah yar ve yardımcınız olsun. Her şey Allah’tan, belki sağdır şimdi.” diyerek teselli etti Ayşe.

      Çay içiyorduk. Sofra fakir. Yarım pide ekmek. Ayşe’nin sandığında inci gibi sakladığı kuzu işkembe tereyağından bir kaşık alarak misafirin önüne koydu. Tereyağı görür görmez, gözetliyorum ben. Pideye yağ sürmek, bir hayal oldu. Kardeşlerimin gözleri de parıl parıl. Fakat dayanmak mecburiyetindeyiz. Ayşe’nin dehşetinden korkuyorduk.

      Kırgız dede pideden küçük üç tane dilim çekerek, ona yağ sürdü. Allah duasını kabul etsin, Abdibek’in sapasağlam gelmesini nasip etsin, Kırgız dede çektiği üç dilim hazır yağlı ekmeğini bize uzattı. Zayıf elleri titriyordu. Biz Ayşe’ye bakıyorduk. Ayşe kaşlarını çatarak alt dudağını büktü. Almayın, demekti. Kendisi:

      “Enişte, onlar aç değil, az önce yemek yemişlerdi. Siz uzaktan geldiniz, siz buyurun.” dedi.

      Kırgız dede dinlemedi bile, bizi yanına alarak dilimleri uzatarak:

      “Yavrularım, alın bakalım.” dedi.

      Biz alıyoruz. Yavaş yavaş, az az ısırarak yemeye başladık. Dünyada bundan tatlı yemek yoktu o anda. Yoksa Kırgız dedenin elleri sihirli miydi ki, daha önce böyle bir şeyi yememiş gibiydik. Bir iki ekmeği sonraki günler için saklayarak tadını daha çok tatmak istiyoruz. Hey gidi, kuzu işkembe tereyağı! Öyle tereyağı ki keçi sütünden yapılır. Ayşe yağı kuzu işkembenin içine saklar, sonra ağzını çuval gibi bağlayarak sandığın içine koyar. Sandığın anahtarını saç örgüsüne bağlar. Sandığın anahtarı, Ayşe’nin saç bağıdır.

      Çay içtikten sonra Kırgız dedemin eşeğine ot döküntülerini verecektim, birkaç çocuk atölyenin önünde duruyordu.

      “Gel buraya.” diye çağırdılar. Hepsi benden büyüktü. Gittim. Aynı boydan ağabeylerim: Seysenbay, Düsenbay, Boranbay, Korğanbay imiş.

      “Evinize kim geldi?” diye sordu en büyüğü olan Seysenbay.

      Ben övünerek “Kırgız dede geldi.” dedim. İhtimal, bizim eve de misafir gelir demek istemişimdir. Murtaza gideli evimizin kapısı sürgülenmiş gibi oldu, misafirler için çok nadir açılırdı.

      “O senin enişten değil mi?” dedi Boranbay fısıldayarak. “Çekseydin kulağından?”

      “İhtiyarın kulağı çekilir mi?” diye çıkıştım.

      “Bak şuna! Çekilir tabii ki. Enişte olduktan sonra kulağından çekerek eğlenilir de.” diyerek alay etti Boranbay.

      “E saçmalama be!” diyerek aralarında büyük olan Seysenbay, Boranbay’ı susturdu.

      “Senden küçük de olsa, Barshan haklıdır. İhtiyar adamla kulağını çekerek eğlenilir mi? ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?”

      Böylece Seysenbay arkamdan sıvazlayarak:

      “Kırgız dedenin çuvalında ne varmış?” dedi sesini kısarak.

      “Bilmiyorum. Ot gibi bir şey.” dedim.

      Gerçekten de Kırgız dede eşekten inerken iki dolu çuval indirerek evin içine almıştı.

      “Tütün değil mi?” dedi Seysenbay.

      “Olabilir, ama ben çuvalı açıp bakmadım ki.”

      “Öyle ise al!” diyerek Seysenbay bir avuç dolusu aşık kemiğini elime verdi. Birden zenginleştim. Kendimde bir oğlağın bile kemiği yoktu. Daima kaybediyordum. Bunlar eskisi gibi ben kaybettiğimde, aşıkları geri vermiyorlardı. Murtaza halk düşmanı olmuştu ya.

      “Şimdi.” dedi Seysenbay, “Eve git, Kırgız dedene de, Ayşe’ye de fark ettirmeden şu tütünden cebine doldurarak alıp getir.”

      Az önce başımdan okşayan, yanaklarımdan öpen, tatlı konuşan dedemin tütününü nasıl çalarım? Ayıp değil mi? Fakat şu aşıklar var ya. Tereddüt geçirdiğimi anlayan Seysenbay:

      “Al, şunu da al.” dedi. “Kurşun doldurulmuş aşık, değnek gibi.”

      Oyunda kaybetmemin asıl sebebi, vuran aşık kötüydü. Kurşun doldurulmuş aşık! Bu benim hayalimdi. Kurşun dolu aşık kemiğini havada kapıp derhal eve koştum. Koridorda duran iki çuval tütünü açarak, iki cebime de tütün yapraklarını doldurarak çuvalı olduğu gibi yerinde bıraktım. Tütün acıymış, bir iki defa hapşırdım. İç oda kapısını açıp bakan Kurmaş:

      “Ne yapıyorsun?” diye sordu.

      “Kapat çeneni!” deyip yumruğumu gösterdim ve dışarıya fırladım.

      Hemen koşarak çocukların yanına sokuldum. Seysenbay çok sevindi. Cebimde olanları hemen aldı. Diğer dört kişi gazeteyi yırtarak tütünü sardılar. Dumanlatmaya başladılar. Bana da çektirdiler. Birkaç defa öksürdüm. Boğazım sıkıştı, nerdeyse öleyazacaktım. İşte o zaman Seysenbay’ın kardeşi Düsenbay’ın vicdanı rahat değildi:

      “Barshan daha genç, yapma etme!” dedi.

      Ertesi gün Kırgız dede Borandı ilçesinin pazarına giderek tütününü sattı ve kazandığı parasıyla birkaç çuval cin mısır satın almıştı. Dönerken evimize gelip satın aldığı cin mısırından bir tabak bıraktı. Vedalaşırken Ayşe:

      “Enişte, sık sık ziyaret edin bizleri, yine bekleriz. Şunlar daha küçük, biz yalnız kaldık.” dedi.

      “Kağılayın, Ayşe gelinim, gelirdim ama ihtiyarladım. Gücüm varsa hiç durmam zaten.” dedi Kırgız dede kenarları kızaran gözlerinden yaş akıtarak.

      “Medethan’ı görürseniz, yanaklarından öpün.” diye Ayşe ağlamaya başladı.

      Kırgız dede eşeğe binerek Manas Dağı’na doğru yöneldi ve gitti.

      Ben Medethan’ı görmek istemiştim. Çünkü şu zamanda bana aynen dayanak gibi hissedilmişti. Henüz bir yaşındayken ayrılan akrabamdır. Murtaza’nın kardeşi Emirekul’un bir tek oğlu. Şimdi ise Murtaza da yok, Emirekul da. Benim hayatımda görmediğim Medethan Kırgızistan’da. Kazak çocuğunun Kırgız diyarına gittiği kayıp zaman işte.

      Karayolun üzerinde giden siyah gölge, kayboldu.

      BİR

Скачать книгу