Скачать книгу

üstüne gidip oturdu.

      “– Geldiniz mi kızlarım?” dedi Şehit dede. Onlara bakmaya çalışır gibi oldu.

      “– Geldik” dedi kızlar. Bununla birlikte konuşma da bitti. Şehit dede bugün eskisi gibi türlü komik sözler söyleyip Yemeş’i neşelendirmeye çalışmadı. Sadece ara sıra işten kalkıp, etrafa yabancı bir bakış atıp, başını sallayarak:

      “– Hey gidi yıllar! Sizin kuşağa da geldi yıllar ha Yemeş kızım? Geldi!” diye neşesizce gerindi.

      Yemeş elbette bu sözlerin hiçbirini anlamadı. Bu yüzden dedeye fark ettirmeden ablasının kolunu çekti:

      “– Gidelim! Gidelim dedim Yeneş!”

      Yeneş kıpırdamadı. Çok geçmeden uzaktan ağzı yüzü yoğurda bulanmış Bibekey ile Gölkey de geldi. Bibekey Yeneş’i görür görmez her zamanki gibi:

      “– Hadi ahretlik suya gidelim!” diye bağırdı. “– Gitmeyelim. Burada oynayalım” dedi Yeneş.

      Çocuklar sokağa çıktı. Sokak boş, güneş bunaltıcı ve sıcaktı. Çocukların hiç birinin canı oynamak, suya inmek istemedi. Büyükler gibi dalgın şekilde kapının dibinde durdular. Sonra Bibekey tekrar söze başladı.

      “– Öyleyse haydi. Kızılyar başına gidip çöplükten kolye arayalım. Ben oradan akşama kadar kolye aradım! Bakın kaç çeşit!”

      Sözünü doğrulatmak için Yeneş’in önüne gelip boynundaki bir dizi yeşilli mavili kolyeyi dürterek gösterdi.

      “– İşte, gördünüz mü?”

      “– Gerek yok” diye karşı çıktı Yemeş. “– Gitmeyelim, orada artık kolye yok.”

      “– Var” diye ısrar etti Bibekey. “– Büyükbabamın söylediğine göre eskiden orada büyük, zengin bir köy varmış. Kahraman Salavat ile kahraman Yemelke zamanında o köyde yaşlı çar askerleri yangın çıkarıp külünü gökyüzüne savurmuş. O zaman yanan tüllerin ve başlıkların mercanları, kolyeleri o çöplüğün arasına saçılmış anladın mı?”

      “– Biliyorum…” dedi Yeneş. “– Sıvakay ninem anlatmıştı…”

      Evet, Yeneş de bunu biliyordu. O da zamanla toprak rengine dönüşen bu kızıl çöplükten mercanlar, kolyeler, yaşlı çar sureti düşmüş gümüş süsler bulmuştu. Yine de Yeneş’in bugün oraya gidesi gelmedi.

      “– Boş ver gitmeyelim. Sıcak. Haydi, Kormoş ihtiyarların çöplüğüne inelim. Orada çeşit çeşit güzellikte porselen parçaları çok olur. Onları toplayıp gölgeli porselen oynarız olur mu Bibekey ahiretlik?” dedi.

      Bibekey buna razı oldu. Kız kardeşlerinin ellerinden tutup yokuş yukarıya yeşil demir tepeli evleri olan, maviye boyanmış, nakışlı kapılarıyla tüm sokağı güzelleştiren Zengin Kormoş’un evine doğru yürüdüler. Elbette onların bu kapılardan içeriye girmişliği, zengin kapısının tuhaf cazibeli hayatı ile tanışmışlığı yoktu. Zenginin duvarını aşıp ara sokağa atılan çöplüğe vardılar.

      Çöplükte gerçekten de porselen parçaları, çay fincanları, boş kibrit kapları çoktu. Lakin çocuklar şimdi bunlara değil tümden başka bir şeye heves ediyordu. Çöplüğün üstünde Yemeş’in yumruğu kadar tombul ve iri kara meyveler parlıyordu. Ne tuhaf? Kızlar böyle meyveleri ne görmüştü ne de yemişti!

      Çocuklar ne söyleyeceğini ne yapacağını bilemeden, gözlerini meyvelerden alamayıp ona doğru baktı. Sonunda Bibekey dayanamadı:

      “– Dur. Birisinin tadına bakayım. Güzel miymiş?” dedi. Sonra tadına bakmak yerine alıp ısırdı.

      “– Anneciğim, nasıl da tatlı!” dedi gözlerini sıkıca kapatarak. “– Dilini ısıracaksın!”

      Gölkey de ablasını izleyerek bir tane meyve yedi. “–Çok tatlı!”

      Kızlar geçerken bu meyveleri ziyan etmemek için durdukları sırada, şanslarına Zengin Kormoş’un arabacısı gelip onları kovdu.

      “– Gidin işe yaramaz çocuklar! Niye onları yiyorsunuz! Zengin Kormoş’un frengi hastası oğlunun yediğinden kalan meyveler bunlar! Size de frengi geçirir!” diye üzüntüyle bağırdı.

      Kızlar korkarak çöplükten kenara çıktı. Zengin Kormoş’un boynu ve yanakları delinmiş en küçük oğlunu biliyorlardı. Büyüklerin:

      “– Oğlu frengi olmuş. Babasının günahları ve kötülüğü yüzünden oğlu eziyet çekiyor!” diyerek kötü düşünceler uyandıran o konuşmalarını anlamasalar da çok kez duymuşlardı. Kızların o an korku ve tiksinmelerinin bir sonu olmadı. Daha çok da meyveyi yutmaya çalışan Bibekey ile Gölkey’in durumu zordu. Tükürünce dilleri, damakları kurudu, sesleri kısıldı. Yerinde duramayan Bibekey bundan da kurtulmanın bir yolunu buldu.

      “– Biliyor musunuz?” dedi gizemli şekilde. “– Büyük babamın söylediğine göre eğer birisi haram bir şeyi yanlışlıkla yerse bismillah diyerek kırk kere tükürmeliymiş. Böylece günah da olmazmış can da çıkmazmış. Biz kardeşimle şimdi böyle yaparız bize frengi hastalığı bulaşmaz!”

      Bibekey hata yapa yapa da olsa sayarak bismillah deyip kırk kere tükürdü. Gölkey de ablası gibi yapmaya çalıştı. Sonra kızlar içleri biraz rahatlayarak evlerine gitti. Çoktandır hasta olmayan Yemeş’in midesi tekrar bulanıp başı ağrımaya başladı. Yeneş onun elinden tutup çeke sürükleye güçlükle evlerine götürdü. Sonra Yemeş’i çabucak annesinin yanına götürüp ondan kurtulmak için acele etti. Lakin evin önünde her zamankine benzemeyen bir manzarayla karşılaşınca kapının dibinde durdu.

      İnsanların içinde kadın ve kızlardan ziyade her zamankinden daha çok yaşlı kadınlar ve ihtiyar erkekler de vardı. Oğlu Sehiulla ile Sıvakay nine de Bibekeylerin babası Şahimurat ağabey ile Şehit dede de buradaydı. Az önceden beri üzüntülü ve endişeli bir şekilde sık sık eve girip çıkıyorlardı. Sessiz sessiz bir şeyler konuşuyorlardı. Evden birilerinin bağırarak Kuran okuma sesi geldi.

      “– Müezzin ikinci kez Yasin okuyor. İmanıyla gitsin zavallı” diye fısıldadı Sıvakay nine.

      “– Allah mekânını cennet etsin zavallının. Bu dünyada rahatlık görmedi. Öbür dünyada görsün hiç olmazsa” diye dilek diledi Bibekey’in babaannesi Zelife nine.

      Giriş kapısının kenarında sopaya dayanmış hâlde kamburlaşarak oturan Şehit dede birilerine öfkesini bildirir gibi:

      “– Genç gitti genç… Otuz iki yaşındaydı. Tam yaşayacak zamanıydı. Cefa çekti cefa! Yokluk helak etti!” diye söyledi.

      Yeneş ile Yemeş bu yabancı manzaraya bakarak kapının dibinde biraz durduktan sonra birden akıllarına bir şey gelmiş gibi eve doğru yürüdü.

      Onlar geldiğinde Baygilde ağabey, İştuğan ve Bibeş sabahki gibi Seğüre yengenin ayak ucunda oturuyordu. Bibeş ile İştuğan’ın gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Seğüre yengenin baş ucunda ayaklarını bükmüş hâlde minderin üstünde oturan müezzin, çocuklar geldiğinde yüksek sesle:

      “– Âmin!” diyerek okumayı bitirdi. Anlaşılan bir Yasin daha bitmişti. Yeneş ile Yemeş gidip divana oturdu ve ikisi aynı anda:

      “– Anne!”

      “– Anneciğim!” diye bağırıp ağladı… Seğüre yenge cam gibi bulanıklaşmış gözlerini kocaman açıp kızlarına dolu dolu baktı ve tekrar yumdu. Sararmış yüzünden ağlamaya benzer ıstıraplı bir yansıma geçti. Lakin gözlerinden yaş akmadı. Biraz sonra gözlerini tekrar açıp duyulur

Скачать книгу