Скачать книгу

hikâyeyi okuyan, Elazığ’dan Recepoğlu Mithat Yılmaz; “Bu nasıl ülkücü düğünüdür? Ülkücü düğününde dans olur mu?” mealindeki tenkitlerini, el yazısı ile kaleme aldığı, dokuz sayfalık mektupla Töre’ye göndermiş. Işınsu da o tenkit yazısını, kendi yazdığı mektubunun ekinde bana postalamış. Recepoğlu Mithat Yılmaz’a; “Bu benim düğünümdür. Denizli’de ülkücü düğünü ancak bu kadar oluyor. Sahile, batıya yaklaştıkça, bazı anlayış ve davranışlar maalesef değişiyor.” şeklinde bir cevap verdiğimi hatırlıyorum. Sonrasında, Mithat Bey ile uzun süre bayramlarda kartlarla tebrikleştik. Ona, “Sınıf öğretmenisin, lütfen çocuklar için yaz.” demiş; Mithat Bey’den, “Maalesef yazamıyorum.” karşılığını almıştım.)

      “15.2.1979

      Hasan kardeşim, Bu mektubuna cevap değil, çünkü mektup şu anda evde, ben de yazıhanedeyim. Bir ilkokul öğretmeninden, seni tenkit eden mektup aldım. Kendisine, bu aya kadar dergiden sorumlu bulunmadığım için senin hikâyenin mesuliyetini üzerime alıp, tenkitlerini cevaplandıramayacağımı yazdım. Gerçekten de derginin neşriyatı benim elimde olsaydı, o hikâyeyi yayınlar mıydım öylece, yoksa üzerinde biraz oynar mıydım, bilemem. Galiba oynardım ve o tel bahislerini falan çıkarırdım.

      Tanrı aşkına, solcuların yaptığı gibi başa çivi çakar gibi propaganda yapma.

      Adama, senin her türlü tenkide açık, iyi niyetli, iyi ve samimi bir arkadaşımız olduğunu yazdım. O da bir öğretmen, tanışmanızda, tartışmanızda fayda umdum.

      İşte mektup, al oku, cevaplandır.

      Sana ve ailene sevgilerimi, selâmlarımı ve hayır dualarımı iletirim kardeşim.

      Sigaraya devam ediyorum.

      Işınsu.”

-5-

      “Töre” antetli pelür kâğıda, daktilo yazılmış bir başka mektubu:

      (Bu mektupta Işınsu; Töre’ye gönderdiğim, orada yayımlanmayan “Girdap” adlı hikâyem üzerindeki görüşlerini belirtmektedir. Bu vesileyle ustamın, arkadaşı (merhum) Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’nun hikâyeleri hakkındaki görüşlerini de öğreniyoruz.)

      “15 Mart 1979

      Kardeşçiğim, “Düğün”ün başına gelene üzüldüm. Yalçın’da gelen her yazıya kendinden bir şey ilâve etmek huyu vardı. Gereksiz tenkide uğramışsın, Elazığlıya da yaz bunu… Şimdi gelelim Girdap’a, işin doğrusu ben bunu hikâye diye koymam. Baştanbaşa nutuk, kör gözü gördürecek propaganda! Fakat bu Tekin eğer Cengiz Şen5 ise –ki öyle görünüyor-. Bu yazdıklarını hatıra diye yazıp, çocuğun asıl ismini verip, mümkün olduğu kadar propagandadan uzak, -olay zaten yeterli her şeyi anlatmaya- daha sıcak ve bilhassa samimî yazamaz mısın?

      Çocuğun sana gelişleri, yazıları bilhassa girdap üzerine konuşması, dış görünüşü, heyecanı, ümitleri vs vs… çok iyi olur. Ama senin gazetede neler yaptığın, gazoz faslı, çimento bilmem nesi, deprem (bu eğer Cengiz’le ilgisi varsa girebilir) falan gereksiz. Neye ağırlık veriyorsun, Tekin’e mi, senin gazete çalışmaların ve gençleri yetiştirmekteki hünerine mi, yoksa çimento yolsuzluğu, deprem yolsuzluğu mu?… Pek çok şeyi bir araya koymuşsun, hepsine aynı derecede önem vermişsin, asıl mesele kaynayıp gitmiş.

      Gel sen şunu hatıra olarak yeniden ele al. Yahut hikâyeyi, hikâye yap, uzun uzun ders vermeğe kalkma… Bak Hacıeminoğlu da öyle yapar hikâyelerinde. Tartışırız. O, gençler için bu yolun çok faydalı olduğunu söyler. Kendince haklı. Fakat onun da Londra’dan yazıp gönderdiği bir hikâyeyi ben basmamış, Hisar’a yollamıştım, o da basmadı, Devlet’e verdik. Onlar da yüz vermediler. Hikâye kaynayıp gitti. Hacıeminoğlu dehşetli kızdı ama ne yapalım her yazının bir yeri var.6 Girdap bu haliyle Töre’ye girmez. Ama kıyamıyorsan değiştirmeğe, başka bir yere yolla… Belki mahalli gazetede falan iyi gider, ne de olsa, o mahallin hikâyesi, bu yüzden ilgi çeker. İşte böyle kardeşçiğim, sana hayırlı günler, başarılar diliyor, sevgi ve selâmlarımı yolluyorum.

      E. Işınsu Öksüz”

-6-

      Yine “Töre” antetli pelür kâğıda, daktilo ile yazdığı bir mektup:

      (Işınsu bu mektubunda, “Bu İnsanlar” adlı hikâyem hakkındaki görüşlerini belirtmiş.)

      “25 Haziran 1979

      Sevgili kardeşim Kallimci,

      İşte hikâyen. Ruhuna dokunmadan, bazı teferruatları atarak ve senin vurgulamak isteyip de ayrıntılar arasında kaybettiğin fikirleri vurgulayarak yeniden yazdım. Dursun’un ruh hâliyle ilgili bir iki şiirli cümle. Daha iyi oldu sanıyorum. Dün bütün öğleden sonra çalıştım üzerinde, bugün Allah’ın izniyle Ercilasun’a ulaştırmaya çalışacağım. Eğer vakit ciddî olarak geçmişse, sana bildiririm. Hisar veya Türk Edebiyatı’na yollarsın… Çocuğum, (yaşın her neyse bir yerde çocuğum sayılırsın) dinle bak; sende olması lâzım gelen hırs yok. Yazıp göndermişsin hikâyeni, ben vicdan azabı çekiyorum, belki nezaketinden “Aman abla boş ver, uğraşma…” diyorsun. Hayır… “Lütfen uğraş abla” diyeceksin. Bu bir. İkincisi, fazla teferruata kaçıyorsun, dediydi, dedimdi… ıvırdı zıvırdı. Bunlar roman işi. Öyle uzun hikâye basan dergilerimiz olsa, neyse. Fakat biliyorsun, kısa hikâyeyi tercih ediyorlar. Az, öz… Çok güzel konular buluyorsun, dikkatle işlemiyorsun. Kelime haznen dar… Vermek istediğin manaya en uygun kelimeyi ara mutlaka, düşün üzerinde. Yahya Kemal, bir şiirin üzerinde, bir kelime üzerinde yıllarca düşünürmüş. Düşünürmüş de, bulduğu kelimeler bu yüzden istediği anlamları tam verebilmekteler. Sonra bir savrukluğun var, imlâya dikkat etmemişsin, kopyanın 8. sayfasını da müsabakaya gönderdiğin hikâyeye eklemişsin. Dikkatli ol. Titiz ol… Bak, ilk hikâyende tenkit ettiğim nutuk faslını atmışsın burada, çok iyi… Şimdi lütfen çocuğum şu sözlerimi de ciddiye al… Cümleler hep tek-düze gitmesin. Oyna üslûpla. Ben kendimce oynadım; anlatım daha hareketlendi sanırım. Aslında sen kendin, kendi üslûbunu bulacak, seçeceksin… Ben hikâyeci değilim, biliyorsun. Yazmaktan da sıkılırım. Yani demek istiyorum ki, sana daha fazla yardımcı olmaya, yeteneğim, bilgim kâfi değil. Belki Sevinç Çokum, sana daha iyi yardımcı olurdu. O, esaslı.

      Ama işte, elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Çünkü Allah şahidimdir, gerçekten senin çok iyi yetişmeni istiyorum. (Sigara içmesen de!) Şimdilik eyvallah… Allah yardımcın olsun. Hâne halkına selâm, sevgi.

      E. Işınsu Öksüz”

-7-

      “Töre” antetli pelür kâğıda, daktilo ile yazılmış mektup:

      “4 Eylül 1979

      Değerli kardeşim, Dün gece yarısı tatilden döndük, bugün yazıhanede mektubunu buldum. Sağ olasın, sıhhatimle ilgilenmen beni çok duygulandırdı. Fakat çocuğum, kime bırakabilirim dergiyi?… Bu işin meraklısı, aşırı meraklısı Yalçın İzbul bile, bir yılda “pes” dedi. Hem de iyi değil, kötü çıkarıyordu Töre’yi maalesef. Aslında memleket iyi şartlarda olsa, çocuklarıma bilhassa Yağmur’a karşı duyduğum sorumluluk hafiflese, bir sürü işi kıvırabilirim. Senin başına gelen, hafifi güya, bir sürgün, az mı üzücü? Her ölenle ölmek, işkence çekenlerle işkence çekmek, geleceğe güven duymamak, şu zavallı ve aptal milletimiz için ıstırap çekmek. “Allah’ın dediği olur, ahmak derdinden ölür.” Çok doğru bir lâf, ancak ben ezelî ve dahî ebedî bir “ahmak” olmaya mahkûmum galiba!

      Ayşe

Скачать книгу


<p>5</p>

Cengiz Şen, Denizli’nin ilk ülkücü şehididir (1979).

<p>6</p>

Necmettin Hacıeminoğlu, Türk Ocağı’nın davetlisi olarak Denizli’ye geldiğinde, şube başkanı Şadi Çetinkaya ile birlikte, yemekte, “Hocam, dergilerde hikâyelerini görmez olduk.” demiştim. Merhumun yarasını deşmişim. “Hikâyeleri edebî toplantılar için gittiğim yerlerde yazmaya ancak fırsat bulabiliyorum. Fakat bizimkiler benim hikâyelerimi basmıyorlar.” diye yakınmıştı.