Скачать книгу

köyüm şimdi?… Nerede kaldı, öğrencilerim? Nerede dostlarım, arkadaşlarım? Yahu sahi ben neredeyim? Nerede çocuklarım, eşim? Onlara bir şey olursa kim bakacak? Bensiz ilk geceyi nasıl geçirdiler acaba? Oğullarım sabah uyandıklarında, beni göremeyecekler ve hep ağlayacaklar… Yavuz’um, Ahmet’im daha küçükler onlar… Ahmet yeni yeni gülücükler dağıtmaya başlamıştı. Ben niçin geldim Almanya`ya…? Şu an bin pişman oldum. Ben köklerimden kopmak istemiyordum… Ben bir öğretmendim! Şimdi olacağım kömür madencisi… Kalem tutan ellerim kazma tutacak! Kolay mı öyle kazmayı vurmak? Bazen kalem ağır gelir kazmadan… ” diyordu. O Alman’ın hakaret ihtiva eden hareketlerinden dolayı geri dönmeyi düşünmeye başlamıştı. O andaki çaresizlik içinde, Almanya’da bir trendeydi öğretmen Halis. Hızlı tren Münih istasyonundan ayrılmıştı. Artık ağlamak da fayda etmeyecekti. Halis Öğretmen elindeki ekmek paketini gözyaşlarıyla birlikte açtı. Ekmek vardı, su yoktu trende. Tren bütün hızıyla gidiyordu, ama nereye? Kimse bir şey söylemiyor, sadece Alman’ın bağırtılarından başka bir şey duymuyorlardı. Yolculuk ne kadar sürecek ve geceyi nerede geçireceklerdi? Kimse bilmiyordu.

      Halis Öğretmen’in treni 16.30 da Köln tren istasyonuna geldiğinde mahşeri kalabalık vardı. Hemen bir bardak su bulup içmek için sağa sola bakınırken Alman Kızılhaç görevlisi yaşlı bir kadın “Gelin kahve için!” diye yanına çağırdı. Kocaman çay kazanında koyu renkli bir suyu naylon bardağa koyuyor ve bunu kahve diye dağıtıyordu, Halis Öğretmen’in görmediği bir şeydi bu. Çok sıcaktı ve üzerinde köpüğü de yoktu. Bu nasıl kahveydi? Bir yudum çekip ağzına almasıyla yere püskürtmesi bir oldu. “Bu da nedir be kadın?” diyordu. Elinde sigarasıyla yakası bağrı açık, kapı gibi bir Türk geliyordu. İşçilerin kahveyi içmediğini görünce, etrafa seslenerek; “Aha bizim kuşlar gelmiş!” dedi. Halis Öğretmen, “Beyefendi susuzluktan yandık, su nerede?” dediğinde aldığı cevap ilginçti. “Ne suyu yahu! Burası Köln, cola için kana kana! Burada su içilmez!” dedi. Herkesi bir büfenin önüne doğru çekti. Büfeciye “Cola, cola!,“ diye bağırdı. Herkese ısmarlamıştı, parasını da kendisi ödedi. Kendine güveni ileri derecede olup biraz da kalender görümlü bu adam Halis Öğretmen’e dönerek:

      – Sen nerelisin?

      – Amasyalıyım ama Tokatlı da sayılırım. Balıkesir’den geldim.

      – Birader sen de karar ver artık nereli olduğuna. Artık Almanyalısın, Almancısın hatta bizimkilere göre Alamancısın sen ulan!

      – Bize yardımcı olduğunuz için teşekkür ederim.

      – Durun daha yardımlarım devam edecek. Hadi bakalım, Aachen’a bu perondan binersiniz. Yanınıza bir de Türk vereceğim. Her derdinize derman olacak. Sakin olun, hiçbir şeyden endişe etmeyin, korkmayın!

      – Sağ olun!

      – Hadi yolunuz açık olsun! Güle güle gidin!

      “İşte Türk dediğin böyle olur birader!”, diye yol arkadaşıyla konuşan Halis Öğretmen bir yandan da hayallerini birbirlerine anlatıyorlardı. Kendilerine rehberlik eden adam sürekli nasihat ediyor; aman dikkat edin, memleketi unutmayın, paranızı birahanelere, kadınlara, dolandırıcılara kaptırmayın, diyordu. Nasihatler dizisi devam ederken yolda tren durdukça inenler, binenler oluyor ama Halis Öğretmen’in yolu bitmemişti.

      İşçilere yardımcı olan Türk vatandaşıyla Aachen´a geldiklerinde veda zamanı da gelmişti. Kısa sürede ne insanlar varmış dünyada demek geldi içinden. Trenden indiklerinde EBV´dan gelen suratsız bir tercüman:

      – Haydi, binin şu otobüse! Kaz gibi sağa sola bakacağınıza binin hadi!

      İşçiler çaresizce diyecek bir sözleri yoktu. Bu ruh hâlinde güler bir yüz beklemek, hoş bir tarzda karşılanmayı arzu etmek hayalcilik olurdu.

      Tercümanın yüzü gülmüyor, söylediği de anlaşılmıyordu. Adeta sarhoş gibi bir hâli vardı. İşçilerin otobüse bindiğini gördükten sonra bir arabaya binip geçip gitti. Halis Öğretmen de sanıyordu ki otobüs içinde bize açıklama yapacak, kalacağımız ve çalışacağımız yer hakkında bilgi verecek diye… Ama nafileydi beklentileri. Tercüman bindi arabasına çekip gitti. Kendisi ise otobüsün en ön koltuğuna oturdu. Otobüs, işçileri Alsdorf -Mariadorf`ta işçi pavyonuna saat 21.00 civarında Heim (İşçi evleri) kapısına ulaştırdı. Otobüsten indikten sonra içeriye alınan işçilerin adları okundu ve odaları gösterildi. Ellerine birer paket de yiyecek verdiler. Herkes odasına çekildikten sonra hüznün zirveye ulaştığı saatler çoktan başlamıştı. Böylece 08Şubat 1973’te EBV´da resmen işe başlamış oluyordu.

      İlk iş gününün sabahında erkenden kaldırdılar Halis Öğretmen’i ve bütün işçileri. Uykudan uyandırırken bile hiç insanî üslup yoktu. Moral bozukluğu içinde dışarı çıktığında karşılaştığı manzara da pek hoş değildi. Yağmurla soğuk bir arada ve gökyüzü kapkaraydı, sıkıcı bir hava vardı. Fabrika otobüsüyle EBV, eğitim merkezine, – Alsdorf’ta Herzogenratherstr.– Ausbildungszentrum- denen yere götürdü işçileri. Halis Öğretmen madenci elbisesiyle hayatında ilk defa burada tanışıyordu. Yıkanma yerlerini gösterdiklerinde büyük bir şaşkınlık içinde kaldılar. Herkesin aklından geçen ve demek istedikleri tek söz: Olamaz! Almanlar meydanda, çırılçıplak yıkanıyordu. “Bizim edebimize, ahlakımıza uyacak bir hâl değil. Bizim için ayrı yıkanma yerleri yapsalar olmaz mı diyeceğim ama diyemiyorum! Kime diyeceğim ki zaten?” diyordu madenci Halis. O gün Türk madencilerin hiçbiri yıkanmaya yanaşmamıştı. Burada davar gibi, mal gibi, hayvan gibi hisseder insan kendini. Böyle bir ortamda her şeyin meydanda olduğundan ar damarı olmayanların ya da kendi değerlerini kaybetmiş olanların rıza gösterebileceği bir yerdi. Herkesin ortak düşüncesine göre insanlığın bu hâlini Türk insanı yaşamamıştır. İlk gün tamam ama ikinci gün çalıştıkları yerde kömürün tozu vücutlarının her kısmına işlemişti ve mecburen duş almaları gerekiyordu. Peştamal kullanarak duş almaya alışacaklarına kanaat getirdikten sonra her şey normale dönecekti. Bunca işçi arasında her türlü anlaşmazlık çıkabilirdi ama sükûnet içinde herkes çalışırken ilk kavga duş sırasında çıkmıştı. Bir madencinin “Yıkanan adama bakılır mı kardeşim?!” diyerek bağırmasıyla ilk kavga başlamıştı.

      Alsdorf´taki – ALSDORF Herzogenratherstr.– Ausbildungszentrum´daki işyerinden eve gelince madencilere 50’şer Alman Markı cep harçlığı para verdiler. Tencere tabak alasınız diye. Madenci Halis “ Bu para, neye yetecek ki?” diye itiraz ettiğinde Balıkesirli bir arkadaşı koluna girerek dışarı çıkardı ve “Aman ha, dikkat et! Buradan hemen kovarlar seni. Bunca zahmet boşa gider. Dikkatli ol!” diyerek sakinleştirdi. Zonguldaklı madenci bir arkadaşı Alsdorf-Mariadorf tren istasyonunu gösterdi ve tren biletini verdi Halis ve arkadaşına. Artık trene bu istasyonda binip Alsdorf-Busch Wilhemschacht`ta ineceklerini öğrenmişlerdi. Eğitim merkezine de buradan gittiklerinden çok iyi bilmeleri gerekiyordu. Eğitim merkezine geç kalanları veya eğitim esnasında beğenilmeyenlerin Türkiye’ye gönderilme tehlikesi olduğunu herkes biliyordu. Yavaş yavaş Almanca öğretiliyordu. İlk öğrendikleri ise kazmanın Almancasıydı. Elbiseleri giyecekleri ve nasıl soyunacakları öğretiliyor, niçin yeraltında kesinlikle sigara içilmeyeceği öğretiliyordu. Eski madencilerin derslerdeki tercümanlığı aracılığıyla anlamaya çalışıyorlardı yeni madenciler.

      Öğretmen Halis’in madenci Halis olması pek kolay değildi. Azap içinde geçen bir ayın sonunda ilk maaşını almak üzere Mariadorf’taki bankaya gittiğinde maaşının 420 Alman Markı olduğunu öğrendi. Halis itiraz ederek:

      – Olamaz böyle bir şey! Bu resmen haksızlık! Bana paramın tamamını verin!

      – Sizin maaşınız bu kadar! Yapacağım bir şey yok.

      Kızgın

Скачать книгу