Скачать книгу

iyi tanımayanlardan birisi:

      –Eeey ne efeleniyorsun öyle?-Diyerek kızın üzerine doğru yürüdüğünde O, mermiyi namluya sürerek bağırmıştı:

      –Kimin erkekliği varsa buyursun! Delik deşik ederim! Biz Ermeni değiliz dedim!!!

      Yuvalarından fırlamış gözlerini gören gençler geri çekilmişti. Sonra kızın üzerinden soyulmuş elbiselerini tüfeğin namlusuyla kaldırarak üzerine atmıştı.

      –Giyin! Çık git buradan!

      Muz gibi soyularak anadan üryan hâle getirilen bembeyaz teniyle, yiyenin damağına müthiş bir lezzet sunacak bu kızcağız deminden beri mahrem yerlerini örten elleri titreye titreye elbiselerini alıp alelacele giyinmiş, ancak yerinden kıpırdayamamıştı.

      –Çek git dedim sana!

      Kulaklarına inanamayan kız yavaş yavaş geri çekilmeye başlamıştı ve korka korka sormuştu:

      –Kardeş, adın ne?

      –Senin kardeşinin… Çek git dedim.

      –Hz. Abbas’a2 yemin veriyorum, adın ne?

      Karabağ Ermenileri bizimkilere yemin vermek istediğinde Hz. Abbas’ın adını anıyorlardı. Onlar da, Karabağlıların Tanrı’dan daha çok Hazreti Abbas’tan çekindiklerini çok iyi biliyorlardı.

      Kızın böylesine ağır bir yemin vermesi O’nu kızdırmıştı:

      –Sana tecavüz edip kurşunlamadığımdan dolayı adım eşşoğlu eşektir! Defol dedim, kahpe!

      Kız artık hiçbir şey sormadı, Ermeni köyüne doğru dönüp koşmaya başladı, asla da geri bakmadı.

      Akşam kumandan Ermeni kızını bıraktığı için laf söylediğinde:

      –Komutanım, ben kadın dâvâsı değil, toprak dâvâsı peşindeyim.

      Şimdi O ve diğerleri toprak kavgasına tutuştuğunda at belindeki adam hiçbir şey olmamış gibi kendi keyfiyle meşguldü. Toprak kavgasına tutuşan ve bu uğurda canlarını feda eden vurgun vurmuş3 gençlerin her şeyini, hatta nişan yüzüklerini bile satarak onun da evini barkını, yurdunu yuvasını, ailesini, namusunu koruması onun umurunda bile değildi. Ve şimdi sırtlarına asker elbisesi değil kefen geçirmiş bu Vurgun Vurmuş Gençler siperde omuz omuza çarpıştıkları Musa’nın Bakû’de ayaklarının ikisi de kesilmiş annesinin doktoruna vermek için bin manat parayı bulamıyorlardı.

      Atın Belindeki Adam bu Vurgun Vurmuş Gençlere hep yukarıdan bakmış ve onlara insan muamelesi bile yapmamıştı. Onların verdiği selâmı bazen iş olsun diye almış olsa da birçoğuna selâm bile vermemişti. Onlara sokak çocuğu gözüyle bakmış, horlamıştı. Yalnızca o mu, at belinde olanların tamamı her gününü pavyonlarda veya Hankendi’nde4 Ermeni kızlarının koynunda geçiren, “bana neden ters ters baktın” diyerek anlamsız kavgalar çıkaran ve Fazıl Bey’in sinemasının arkasındaki caddeyi gladyatör meydanına çeviren bu gençler (O zamanlar bu gençler henüz delirmemişti, yani onları vurgun vurmamıştı), ne istediklerini henüz anlamış değillerdi. Aslında gençler bu dünyadan ne bekliyorlar onu dahi bilmiyorlardı. Dünya çok büyüktü ve bu kocaman dünyada bilmedikleri çok şeyler vardı. Bu kocaman dünyada bilmedikleri o birçok şeyi öğrenme arzusunda olmadıklarından dolayı kendi kafalarına göre takılıyorlardı. Toplumun onlara hangi gözle bakması umurlarında bile değildi. Çünkü onlar bu topluma da, onun kanunlarına da çoktan sırt çevirmişler, onlara tükürüp geçip gitmişlerdi. Bazen içine tükürdükleri kanunların pençesine düşüp birer birer dolaştıkları hapishaneler bile onları yıldıramamıştı. Korkularını analarının karnında bırakıp dünyaya gelmişlerdi. Ekseriyetinin iki adı vardı; birisi babalarının verdiği, diğerleri de Dede Korkut’un boy boylayıp soy soylamadan verdiği değil kendi kazandıkları ad idi. Bu adı da karakterleriyle, yumruklarıyla, dünyaya bakış tarzlarıyla, kendilerini savaş filmlerindeki kahramanlara benzetmeleriyle almışlardı.

      Ve Şeytanın Evlatları dünyayı yörüngesinden çıkardığında, Büyük Devletlerin senaristleri, film yapımcıları, onları zorla iterek gerçek savaşlı Film’in tam ortasına attığında, onlara yukarıdan aşağıya doğru bakanlar ve dünyanın en zengin şehrinin keyfini sürenler aradan öylesine sıvıştılar ki, bu Film’de figüran rolünde bile görünmediler. Ancak onlar kendi gibilerini etraflarına toplayarak belki de, her şeyden daha çok kazandıkları adın şerefi için, pazarlarında atom bombalarının satılmasıyla övündükleri Dünyanın En Zengin şehrinin şerefini korumak için ileri atıldılar. Ve hiç kimse, yalnızca atın belinde dünyayı kurtarmış gibi kibirle duran bizimkiler değil, hatta bu Film’in Büyük Devletlerin Büyük Saraylarında yaşayan senaristleri de, yapımcıları da bunu beklemiyorlardı. Asalak zannederek yukarıdan baktıkları bu ipsiz sapsızların, topa tüfeğe karşı eli yalın hücum edeceğini ve yazdıkları senaryoyu bozacaklarını, Film’in yapımcılarını çok zor duruma düşüreceklerini, Film’i en kısa zamanda bitirmeğe engel olacaklarını, bin yıl yatsalar uykularına bile girmezdi.

      Şimdi Atın Belinde Olan Adam, atın belinde değil Büyük Devletlerin Büyük Saraylarında yazılan Film’in senaryosunu bozan, yapımcılarını çok zor duruma düşüren bu Vurgun Vurmuş Gençlerin karşısında korkusundan küçük dilini yutarak baka kalmıştı. Her zamanki edasından bir eser bile yoktu. Yutkuna yutkuna hiçbir zaman kâle almadığı bu Vurgun Vurmuş Gençlere bakıyordu. Belki de şimdi şimdi insan gözünde görmeye mecbur olduğu bu Vurgun Vurmuş Gençlerden birisinin araya girmesini ve düştüğü zor durumdan kendini kurtarmasını bekliyordu.

      Baktı, baktı, bu Vurgun Vurmuş Gençlerden hiçbirinin ona yardım etmek düşüncesinde olmadığını hissetti. Gençlerin suratından zehir zıkkım yağıyordu. Atın Belinde Olan Adam nerden bilecekti ki, onlar savaşın içinde değil, savaş onların içinde yaşıyordu. Artık onların damarlarında kıpkırmızı kan yerine kapkara bir nefret seli dolaşmaktadır. Bu nefret yalnızca düşman için değil, onlardan olmayanların tamamına aitti, hatta onlardan olmayan kardeşleri bile olsa, bu geçerliydi.

      Zehir zıkkım tadında ekşi bir erik yemiş gibi yüzünü gözünü buruşturarak büyük bir merak içinde olayın sonunu bekleyen bu Vurgun Vurmuş Gençlerden yardım ummaya değmeyeceğini anlayarak sakin davranmaya çalıştı:

      –Yahu kardeşler, bana öyle bir nazarla bakıyorsunuz ki, sanki ben de Ermeniyim.

      Drakon:

      –Sen Ermeni’den de kötüsün, deyyus oğlu deyyus!

      Gençliğinde o da kimselerin önünde eğilmemiş, büzülmemişti. Durumu şimdi de o kadar kötü değildi. Teke tek kavgada belki de bu gençlerin birçoğunu alt ederdi, hatta Drakon’un kendini de. Ancak savaşın yamyama çevirdiği bu Vurgun Vurmuş Gençlere cevap vermek için son derece cesur olmak gerekirdi, o cesaretin de onda esamisi okunmuyordu.

      Drakon, onun otuz iki kurşunun hasretini çeken karnına silâhın namlusunu dayadı:

      –Çıkar pantolonunu!

      At Belinde Olan Adam yıldırım çarpmış gibi irkildi:

      –Ne diyorsun sen?

      –Çıkar pantolonunu diyorum!

      –Kocaman adamsın! Çok da ileri gittin!

      –Çıkar pantolonunu dedim! Ya buradan don gömlek gidersin ya da seni kalbura çeviririm.

      At Belinde Olan Adam gözlerini bile kırpıştırmadan afal afal etrafındakilere bakındı. Ancak bu Vurgun Vurmuş Gençlerden hiçbiri onun davetkâr bakışlarına cevap vermedi.

      Birisi

Скачать книгу


<p>2</p>

Hz. Abbas, Hz. Ali’nin oğludur ve üvey kardeşi Hz. Hüseyin’le birlikte Kerbela savaşında şehit oldu. Şiî (Caferî) inancına sahip Türkler Hz. Abbas’ı çok severler ve ona edilen veya verilen yemine kesinlikle uyarlar.

<p>3</p>

Vatan topraklarını koruyup savunmayı ülkü edinen, hiçbir şeyi olmayan ve yegane servetleri olan canlarını bu yola adayan gençler.

<p>4</p>

Dağlık Karabağ’da Gargar ırmağı sahilinde, Karabağ sıradağları eteğinde, Karabağ Hanı Penah Ali Han’ın oğlu Mehdikulu Han tarafından kurulan köy, Han tarafından kurulduğundan dolayı onun adına atfen Hankendi, Han’ın köyü adıyla anılmış ve 27 Nisan 1920 Bolşevik Rus işgalinden sonra oluşturulan Sovyet yönetimi tarafından 1923 yılında, Azerbaycan’ın Bolşevik Ruslar tarafından işgaline yardımcı olan Taşnak Partisi mensubu ve Türk düşmanı Stephan Şaumyan’ın adı verilerek Stepanakert olarak adlandırılmış, 1991 yılında Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla asıl adını tekrar kazanmıştır. Dağlık Karabağ’ın önemli şehirlerinden biridir ve Ermeni işgali altındadır.