Скачать книгу

Hanım: (garipseyerek) “Kız, piç ne demek?”

      Hasene: “Babası yabancı olursa…”

      Vesile Hanım: (parmağını ağzına götürerek) “Aman zamane yumurcakları… Kız nereden öğreniyorsun bunları?”

      Hasene: “Geçen gün sokakta Ömer, Sadık’a piç dedi. O da benim babam yabancı değil, ben babamın oğluyum dedi.”

      Anası, babası Hasene’yi daha inceden inceye imtihana kalkışırlar. Sefil çocuklar için bir ilkokul olan sokakta edindiği geniş ama edep ve terbiye dışı bilgiye şaşıp cidden parmak ısırırlardı.

      V

      Meftun Bey, bir gün büyükannesi Şekure Hanım’dan itibaren bütün ailesi fertlerini, kendi evlerinde misafir bulunan teyzesi Vesile Hanım’ı, kızlarını, Zarafet’e, Eleni’ye varıncaya kadar hepsini bir odaya toplayarak “pratik görgü bilgisi”nin mühim bir bahsinden öğretime başladı. En önce kardeşi Raci’yi imtihana çekerek sordu:

      “Farz et ki mükellef bir alafranga sofrada bulunuyoruz. Kibar madamlar, mösyöler de var. Ortaya bütün bir tavuk geldi. Bu tavuğun yemekte hazır olanlara taksimi gibi önemli bir iş de sana havale edildi. Böyle bir durumda bulunduğun zaman ne yapacağını bana tarif et…”

      Raci başını kaşıyıp biraz düşünerek:

      “Çatalı bıçağı elime alır, tavuğun karnına saplarım. Göğüs etlerini çıkarırım. Sağ tarafımdakinden başlayarak birer birer hepsine dağıtırım.”

      “Verdiğin şu cevap pek şahsi. Bilgiye dayanan bir söz değil. Niçin göğüs etinden başlıyorsun? Neden önce yanındaki kimseye veriyorsun?”

      “Çünkü ben göğüs eti sevmem. İlk kesilen parçalar, nezaket icabı, ötekilere verilmek gerektiği için göğüs etinden başlıyorum.”

      “Sofrada hüküm süren şey egoizm değil, terbiyedir yavrum. Sen tavuğun ne tarafını seversen sev. Orada kendi iştahına hizmet edecek değilsin. Âdet neyse onu yerine getireceksin. Ya bizim evde alafranga bir ‘diner’61 verilip de tavuğun parçalanması işini sana havale etmiş olsaydık, demek beni kepaze edecektin? Bir tavuğun nasıl kesileceğini teyzeme sorsam o bile sözü senden daha bilgiyle idare edebilir zannederim… Teyze sen söyle bakayım, sofrada bir tavuğu nasıl ayırırsın?”

      Teyze Vesile Hanım iki üç defa tatlı tatlı yutkunduktan sonra:

      “Nasıl mı ayırırım? A, ondan kolay ne var? Tavuğun bir budundan ben tutarım. Bir budunu da karşımdaki kimseye ‘Şunu tutuver kardeş.’ teklifiyle tuttururum. O kendi tarafına, ben kendi tarafıma, ikimiz de butları cayır cayır çekeriz.”

      Meftun iki avucuyla yüzünü kapayarak:

      “Ey, sonra nasıl dağıtırsınız?”

      Vesile Hanım diliyle dudaklarını yalayarak:

      “Kanatlarını, göğsünü de böyle güzelce parçaladıktan sonra dağıtırım.”

      “Nasıl dağıtırsın?”

      “Sofrada en hatırlı kimlerse onlara butlarını veririm…”

      “Ey sonra?”

      Hasene bir ağlama tutturup annesinin eteğinden çekerek:

      “Anne, budunu bana ver! Anneee, budunu ben isterim!”

      Vesile Hanım, Hasene’nin kulağına eğilerek yavaşça:

      “Kızım sus. Budunu sana veririm…”

      Hasene gene ağlayarak:

      “Ya niçin başkasına veririm diyorsun?”

      Vesile: “Ben öyle ankastin62 söylüyorum, yavrum. Kızım, sen dururken budunu başka kime veririm?”

      Hasene: “Kendin yersin de bana vermezsin!”

      Vesile: “Sana veririm diyorum. Sesin kesilsin, yoksa but yerine şimdi yumruğu yersin!”

      Hasene: “Anne bana vereceğine yemin et.”

      Vesile: “Eğer sana vermezsem bütün hoşhoşlar beni ısırsın.”

      Hasene: “ ‘Bütün keçilerin boynuzları gözlerimi delsin!’ de.”

      Vesile: (hiddetle) “Yumurcak, neye gözlerime yemin ettiriyorsun?”

      Meftun: “Nedir o gürültü canım?..”

      Şekure Hanım: “Bu arsız kızın yanında tavuk lakırtısı, yemiş sözü olur mu? Tavuk budu isterim diye anasının iki ayağını bir pabuca koyuyor. Zavallı Vesile veririm diyor, büyük büyük yeminler ediyor, gene kandıramıyor.”

      Hasene ağlayarak: “Veririm diye kantin atıyor…63 Aval mıyım ben?”

      Meftun: “Küçük hanımın kullandığı lisana bakıyor musunuz? Babası bunu tulumbacı kahvesine mi götürürdü?”

      Vesile Hanım: “Hiçbir yere götürmezdi. Akıllı ayol, hepsini kendi kendine öğrendi. Sokaktan, kapının önünden işittiğini hiç unutmaz. Çadırcının oğlu Şahap, o utanmaz oğlan ne söylerse tekmil bunun ezberinde… Daha neler neler, dilim varmaz ki anlatayım…”

      Hasene tepinerek:

      “But isteriiim!..”

      Vesile Hanım, Meftun’a göz kırparak:

      “Bir tavuk kesersek budunu Hasene’ye veririz, değil mi?”

      Meftun hiddetini yenmeye uğraşarak:

      “Lanet olsun, veririz!”

      Şekure Hanım, Meftun’a hitap ederek:

      “Oğlum, bana bak. Tavuktan sonra başka yemek, yemiş lakırtısı açacaksan anası bu Hasene kızı şimdiden dışarıya çıkarsın! Vızıltısından başım kazana döndü. İnsana hiç ağız açtırmıyor. Lakırtı söyletmiyor ki… Sus yavrum dedin mi adamın geçmişine sövüveriyor.”

      Vesile Hanım, dargın dargın annesine:

      “Anne, senin de gözüne bu kız diken olmuş… Sana gezindiği pat pat, dokunduğu çat çat geliyor. Sövüp de kimin ırzını lekeledi? A çocuktur bu. Tavuk lakırtısı olur da imrenmez mi? Hepinizin ağzı sulanıyor ama ses çıkaramıyorsunuz… Tavuğu nasıl parçalarsın? Budunu kime verirsin? (yutkunarak) A, bu suallere dayanılır mı? Hacivat’ın dediği gibi, ben de tavuğun derisiyle gerisini severim…”

      Meftun, artık kızgınlığını zapt edemeyerek:

      “Ohhha… Teyze, şimdi tavuğun neresini seversin diye soran oldu mu?”

      “Soran olmadı ama hani şu lakırtının temsilini söylüyorum.”

      Hasene ince sesiyle bağırarak:

      “Anneeee, ben de derisini severim. Cücüğünü de severim.”

      Vesile Hanım artık bu sefer hiddetini yenemeyerek Hasene’nin iki omuzundan yakalar. Kızı kaldırıp kaldırıp yere vurarak:

      “Al sana budu! Al sana derisi! Al sana cücüğü…”

      Hasene kopardığı çirkin çığlıklar arasında öyle ağır küfürler salıvermeye başlar ki büyükanası işitmemek için kulaklarını tıkayarak:

      “Kızım Vesile, şu yumurcağı götür, dışarıya at! Söylediği küfürlerden şimdi abdestim bozulacak…”

      Vesile Hanım kızını, pençesinin olanca hiddetiyle kavrar, bağırta bağırta odadan çıkar… Onlar uzaklaştıkça ağlama yaygarası da derece derece

Скачать книгу


<p>61</p>

Akşam yemeği. (e.n.)

<p>62</p>

Argoda, “yalandan”. (e.n.)

<p>63</p>

Kantin atmak: Uydurmak, yalan söylemek. (e.n.)