Скачать книгу

da bu kelime mi geçiyor?” diye sordum.

      Telgrafı yüksek sesle okumaya başladı:

      “İnanılmaz ve tuhaf bir deneyim yaşadım. Size danışabilir miyim?

Scott Eccles, Charing Cross Postanesi.”

      “Kadın mı yoksa erkek mi yazmış?” diye sordum.

      “Ah! Erkek tabii. Hiçbir kadın ödemeli telgraf göndermez. Kendisi bizzat gelir.”

      “Onunla görüşecek misin?”

      “Sevgili Watson, Albay Carruthers’ı hapse attırdığımızdan beri canımın ne kadar sıkıldığını biliyorsun. Zihnim yarış motoru gibi, imal edildiği amaç için kullanılmadığı zaman paslanır ve ondan hayır gelmez. Hayat çok sıradan, gazeteler ise verimsiz… Suç dünyasındaki cesaret ve macera, sonsuza kadar yok olmuş gibi âdeta. İşte bütün bunlara rağmen -her ne kadar önemsiz de olsa- yeni bir problemle uğraşıp uğraşamayacağımı mı soruyorsun?.. Ah, bu arada yanılmıyorsam müşterimiz de geldi.”

      Merdivende ölçülü adımlar duyuldu ve bir dakika sonra iri yarı, uzun boylu, sakalları kırlaşmış, oldukça saygıdeğer görünen bir adam odamıza buyur edildi. Hayat hikâyesi, ciddi yüz hatlarından ve gösterişli tavırlarından okunuyordu sanki. Tozluklarından altın çerçeveli gözlüklerine kadar her şeyi, onun bir muhafazakâr, kilise ziyaretlerini aksatmayan iyi bir vatandaş olduğunu söylüyordu. Bir Ortodoks olduğu belli oluyordu. Ancak her zamanki dinginliğini bozacak çok olağanüstü bir olay başına gelmiş olmalıydı. Bu, dağınık saçlarından, öfkeden kızarmış yanaklarından ve telaşlı tavırlarından belli oluyordu. İçeri girer girmez konuyu açıklamaya koyuldu:

      “Çok tuhaf ve nahoş bir deneyim yaşadım, Bay Holmes.” dedi, “Hayatım boyunca böyle bir duruma düşmemiştim. Çok ahlaksız, çok rezil bir olay. Buna bir açıklama getirmeniz konusunda size ısrar edeceğim.” Öfkeden kudurmuş ve soluksuz kalmıştı.

      “Lütfen oturun Bay Scott Eccles.” dedi Holmes sakinleştirici bir ses tonuyla, “İlk olarak, neden bana gelme gereğini duyduğunuzu sorabilir miyim?”

      “Aslında efendim, polisi ilgilendiren bir mesele gibi gelmemişti bana; ama yine de olayları duyduktan sonra her şeyi öylece bırakıp kenara çekilemeyeceğimi siz de kabul edeceksiniz. Özel dedektifler kesinlikle hazzetmediğim sınıftan insanlardır ama her şeye rağmen ve sizin adınızı duyduktan sonra…”

      “Anlıyorum. Size ikinci sorum şu olacak: Neden bir an önce gelmediniz?”

      Holmes saatine göz attı.

      “Saat ikiyi çeyrek geçiyor.” dedi, “Sizin telgrafınız saat bir gibi yollandı; ama giyim kuşamınıza bakacak olursak bu sabah uyanır uyanmaz telaşa kapıldığınızı gözlemleyebiliyorum.”

      Müşterimiz darmadağın olmuş saçlarını düzelterek tıraşsız çenesini sıvazladı.

      “Haklısınız, Bay Holmes. Dış görünüşümü düşünecek hâl mi kaldı? Sadece öyle bir evden kendimi zor da olsa dışarı attığım için memnundum; fakat size gelmeden önce bazı soruşturmalarda bulunmak amacıyla koşturup durdum. Emlak komisyoncusuna gittim ve Bay Garcia’nın kirasının düzenli ödendiğini, ayrıca Wisteria Konağı’nda her şeyin yolunda olduğunu söylediler.”

      “Ah efendim, ah!” dedi Holmes gülerek, “Siz bu yönden, arkadaşım Dr. Watson’a benziyorsunuz. O da hep olayları sonundan anlatmaya başlar da… Şimdi lütfen aklınızdakileri bir sıraya koyun ve sizi, darmadağın saçlar ve perişan bir üst başla buraya gelip tavsiyelerimizi almaya iten şeyin ne olduğunu anlatın. Yelek düğmelerinizi bile yanlış iliklemişsiniz.”

      Müşterimiz hüzünlü bir ifadeyle, alışılmadık dış görünüşüne baktı.

      “Çok kötü göründüğüme eminim, Bay Holmes. Hayatım boyunca böyle bir şey başıma gelmemişti. Ama size bu tuhaf olayı anlatacağım ve bitirdiğimde iyi bir mazeretim olduğuna siz de ikna olacaksınız, buna eminim.”

      Fakat daha hikâyesini anlatamadan sözü yarıda kesildi. Kapımızın önünde bir telaş vardı. Bayan Hudson kapıyı açarak gürbüz ve resmî görünüşlü iki adamı içeri aldı. Bir tanesi Scottland Yard’dan çok iyi tanıdığımız enerji dolu, cesur ve kendi çapında yetenekli bir memur olan Dedektif Gregson idi. Holmes ile tokalaştıktan sonra yanındaki arkadaşını Surrey Polis Teşkilatından Dedektif Baynes olarak bize tanıttı.

      “Birlikte ava çıktık Bay Holmes ve bu yöne doğru iz sürdük.” Bir buldoğunkine benzer gözlerini ziyaretçimize çevirdi. “Popham Konağı, Lee’den Bay John Scott Eccles siz misiniz?”

      “Evet.”

      “Bütün sabah sizin peşinizdeydik.”

      “Herhâlde telgraf sayesinde onun izini buldunuz.” dedi Holmes.

      “Aynen öyle, Bay Holmes. Charing Cross Postanesinden izini sürerek buraya kadar geldik.”

      “Ama beni niye takip ediyorsunuz? Ne istiyorsunuz benden?”

      “Esher yakınlarındaki Wisteria Konağı’nda yaşayan Bay Aloysius Garcia’nın dün geceki ölümüyle ilgili bildiklerinizi anlatmanızı istiyoruz, Bay Scott Eccles.”

      Şaşkınlıktan yüzü kireç gibi olan müşterimiz, donuk gözlerle aniden doğruldu.

      “Öldü mü? Öldü mü diyorsunuz?”

      “Evet, efendim. Öldü.”

      “Ama nasıl? Kaza mı oldu?”

      “Cinayet.”

      “Aman Tanrı’m! Bu korkunç bir şey! Yoksa, yoksa bu durumda ben bir şüpheli miyim?”

      “Ölü adamın cebinden sizin bir mektubunuz çıktı; dün geceyi onun evinde geçirmeyi planladığınız yazıyordu.”

      “Öyle de oldu.”

      “Ah öyle mi? Geceyi orada mı geçirdiniz?”

      Komiser not defterini çıkardı.

      “Bekle biraz Gregson.” dedi Sherlock Holmes, “Sizin tek istediğiniz bir açıklama değil mi?”

      “Ve görevim gereği, anlattığı her şeyin onun aleyhinde delil olarak kullanılabileceğini Bay Scott Eccles’a söylemek zorundayım.”

      “Siz buraya gelmeden önce Bay Eccles bize her şeyi anlatmak üzereydi zaten. Sanıyorum Watson, ona brendi ve soda ikram edersek iyi gelir. Şimdi efendim, yeni katılan dinleyicilerimizi dikkate almadan sözünüz kesilmemiş gibi hikâyenize devam etmenizi önereceğim.”

      Ziyaretçimiz brendiyi bir dikişte içtikten sonra yüzüne yavaş yavaş renk gelmeye başlamıştı. Dedektifin not defterine şüpheyle göz attıktan sonra ilginç hikâyesini anlatmaya koyuldu.

      “Ben bekârım.” dedi, “Ve sosyal biri olduğum için birçok arkadaşım var. Bunların arasında Melville adında emekli bir bira imalatçısı ve onun ailesi bulunuyor. Kensington’da Abermarle Konağı’nda oturuyorlar. Birkaç hafta önce onun evinde Garcia adında bir adamla tanıştım. Anladığım kadarıyla İspanyol kökenliydi ve bir şekilde elçilikle bağlantıları vardı. Mükemmel İngilizce konuşuyordu, aynı zamanda çok da sevimli tavırları vardı. Hayatımda hiç onun kadar yakışıklı birine rastlamamıştım.

      Derken bir de baktım arkadaşlığımız epey ilerlemiş. En başından beri benden hoşlanmıştı. Tanıştıktan iki gün sonra beni Lee’de ziyarete geldi. Laf lafı açtı ve nihayet beni birkaç günlüğüne Esher ve Oxshott arasında bulunan Wisteria Konağı’na davet etti. Verdiğim sözü yerine getirmek üzere dün akşam Esher’a gittim.

      Oraya gitmeden

Скачать книгу