Скачать книгу

tereyağlı ekmeğimi yerken bir taraftan da mektubumu yazarım.

      Hepsi canlı ve sevimli olan sekiz kardeşinin ortasında onu seyre dalmak!.. Oh, bu görüş ruhuma ne kadar safa veriyor bilsen!

      Lakin ben hikâyemi böyle anlatmaya kalkışırsam sen ne başlangıcını anlarsın ne de sonunu. Öyle ise dinle, biraz etraflıca anlatmaya çalışayım:

      Geçenlerde sana Hâkim S… ile tanıştığımı bildirmiştim. O zaman kendisini gidip o tenha kırlardaki evinde ara sıra ziyaret etmekliğimi rica etmiş olduğu hâlde nasılsa elim değmedi. Eğer bu kır evinde gizlenen defineyi tesadüf bana buldurmasaydı belki de buna hiç elim değmeyecekti.

      Gençler bir kır balosu düzenlemişler, ben de aralarında bulundum. Kolumu şehrin genç kızlarından birine verdim. Bu kız oldukça güzeldi. Fakat yüzü de hâl ve tavrı gibi manasızdı. Aramızda kararlaştırdık. Dayısının kızı ile beraber onları araba ile toplantı yerine götürecektim. Giderken de hâkimin kızı Charlotte’u yanımıza alacaktık. Hâkimin oturduğu köşke götüren uzun yol koca bir ormanı ikiye bölüyordu. Kız dikkatle yüzüme bakarak “Şimdi kızların en güzelini göreceksiniz!” dedi. Yeğeni de şunu ilave etti:

      “Sakın gönül vereyim demeyin!”

“Niçin?”

      “Çünkü başkasına söz kesilmiştir. Nişanlısı nazik bir genç. Babası geçenlerde öldü. Bunun için işlerini yola koymak ve iyi bir memuriyet almak niyetiyle biraz uzaklaştı.”

      Bu sözleri ben oldukça kayıtsızlıkla dinliyordum. Güneş tepelerin arkasına gizlenirken arabamız da avlunun kapısında durdu. Havada bir ağırlık vardı. Başımızın üstüne yığılan renksiz toplu bulutlar bir fırtına kopacağını anlatıyordu. Küçük hanımlar korkup telaşa başladılar. Ben de havadan pek anlar gibi onlara cesaret verdim. Hâlbuki kendim bir fırtına çıkıp da balomuzun tadını kaçıracak diye korkmuyor değildim.

      Arabadan atladım. Kapıya çıkan bir hizmetçi kız Matmazel Charlotte’un hemen inmek üzere olduğunu söyleyerek biraz beklememizi rica etti.

      Ben avluyu geçerek bu güzel yuvaya girdim, yukarı çıktım. Merdiven başında öyle hoş bir manzara ile karşılaştım ki bir eşini daha görmemiştim. İki yaşından on bir yaşına kadar yarım düzine çocuk, genç bir kızın etrafını kuşatmışlardı. Orta boylu ve pek alımlı bir kız!..

      Giydiği sade beyaz elbisenin yalnız kollarında ve göğsünde sarı gül fiyonklar vardı. Elindeki esmer bir ekmekten çocukların yaşına ve iştahlarına göre parçalar kesip veriyordu. Görsen ne tatlı bir eda ile kesip veriyor ve görsen onlar da nasıl bir saflıkla “Mersi!” diyorlardı. Daha ekmek kesilirken bir düzine minimini ellerin havada uçuştuğunu görmek oldukça hoş bir şey oluyor.

      Payını alanların bazısı sıçrayarak oyuna dalıyor, daha ağırbaşlı olanları da sevgili ablalarını almaya gelen arabaya ve içindekilere bakmak için kapıya koşuyorlardı. Beni görünce en tatlı ve utangaç gülümseme ile “Zahmet ettiniz, affınızı rica ederim.” dedi. “Küçük hanımları da aşağıda beklettim. Biraz ev işleri, biraz tuvalet derken çocukların tayınlarını unutmuşum. Başkasının elinden de hiç ekmek almak istemezler.”

      Bu sözlere ruhsuz bir iki kelime ile cevap verdim. Zira bütün ruhumla onun simasına, sesine, tavrına dalıp kalmıştım. Benim bu hayranlığım arasında o da bitişik odaya gitti, eldivenlerini, yelpazesini aldı.

      Çocuklar bana uzaktan ve yan yan bakıyorlardı. Bunların içinde en güler yüzlü bulduğum birine doğru ilerledim. Ürktü. Geri geri gidiyordu. Charlotte odaya gidip onu görünce “Louis!” dedi. “Elini dayına ver bakayım!”

      Çocuk emniyetle elini uzattı. Küçücük burnunun kirli oluşu hiç gözüme görünmedi. Çocuğu candan kucakladım, öptüm. Sonra elimi Charlotte’a uzatarak “Matmazel…” dedim. “Size akraba olmak şerefine layık olduğumu zannediyor musunuz?”

      Dudaklarında bir manalı tebessüm gizleyerek “Oh!” dedi. “Bizde akrabalık çerçevesi çok geniştir. Herkese dayı, dayının oğlu deriz. Sizin akrabalıkta daha geri kalmanıza razı değilim.”

      Gideceğimiz sırada kendisinden sonra çocukların en büyüğü olan on bir yaşında bir kıza sıkı sıkı tembih etti: Kardeşlerine bakacak, babaları gezmeden geldiği vakit hep birlikte onu kucaklayacaklardı. Sonra ötekilere dönerek “Ablanızın, tıpkı benmişim gibi sözünü dinleyeceksiniz ha!” dedi. Birçokları başlarıyla bunu vadettiler. Yalnız biri, altı yaşlarında sarışın bir kız, varışlı bakışıyla dönüp gülerek şöyle söyledi:

      “Bununla beraber o, hiçbir vakitte senin yerini tutamaz Lotte! Biz onun sen olmasını isterdik!”

      Arabaya binildi. Çocukların ikisi arabanın arkasına takıldılar. Benim hatırım için Charlotte bunlara ormandan çıkıncaya kadar müsaade etti. Fakat şu şartla ki onlar da uslu uslu oturacaklar, birbirlerini üzecek şeyler yapmayacaklardı.

      Arabada yerleştik. Hanımlar birbirine karşı hâl ve hatır sordular. Âdet yerini bulsun diye birbirlerinin tuvaletini ve şapkalarının süsünü beğendiler. Sonra gideceğimiz toplantı üzerine söz açılırken Charlotte arabacıyı durdurarak kardeşlerini indirtti.

      Sevgili yavrular, ablalarının elini bir kere daha öpmek istediler. Büyüğü bu eli öperken âdeta on beş yaşında toy bir delikanlı gibi utangaçtı. Küçüğü daha atik, daha hafiflikle kardeşine uydu. Charlotte da yüzlerinden öperek daha küçükleri, üst üste onlara ısmarladı. Çocuklar döndüler, biz de yolumuza koyulduk.

      Okunacak kitaplardan söz açıldı. Charlotte’un bütün sözlerini ruhlu buluyordum. Her sözünde başka bir güzellik keşfediyor, gözlerinde kıvılcımlanan zekâ parıltılarına hayran hayran bakıyordum. O da galiba kendisini anladığımı duymaktan ileri gelen bir hazla neşeleniyor, yüzünde güller açılıyordu. Sözlerinin bendeki derin izlerini belli etmemek istiyordum fakat bir aralık kendimden geçtim. O, Wakefield Papazı’nı bütün inceliğiyle dosdoğru meydana koyduğu zaman dayanamadım. Onun için düşündüklerimi sayıp dökmeye başladım, yanımdakilerin varlığını unutmuştum. Bunu ancak Charlotte onlara dönüp söz söylediği vakit şaşarak hatırladım, o kadar dalmışım. Bizim kuzen ikide bir alaylı gözlerle bana bakıyordu ama ben işi pişkinliğe vurdum.

      Söz, dans üzerine düştü. Charlotte dedi ki:

      “Dans düşkünlüğü ayıp olsun olmasın, açıkça şunu söylemekten çekinmem ki ben kendi payıma bundan üstün bir eğlence bilmiyorum. Ne zaman içime bir sıkıntı bassa hemen gider akortlu akortsuz piyanoda bir dans havası çalarım. Bir şeyim kalmaz!”

      Aman ya Rabbi! Onu nasıl bir açgözlülükle dinliyordum! Siyah gözlerine nasıl bir sabırsızlıkla bakıyor, kırmızı dudaklarına, taze yanaklarına kalbimin en ince telleriyle nasıl bağlanıyordum!

      Sözlerinin manası ve bana verdiği çarpıntı içinde kendimi kaybederek kullandığı kelimeleri ayırt edemediğim çok olurdu!

      Sen ki beni tanırsın, bütün bu anlatmak istediğim şeyler hakkında elbet bir fikir edinmiş olacaksın. Sözün kısası toplantı evinin önünde durup da arabadan indiğimiz vakit ben rüya görür gibi öyle hülyaya dalmışım ki -aydınlık bir salonun derinliklerinde dalga dalga bizi önleyen- müzik havasını güçlükle fark edebildim.

      Mösyö Audran, Mösyö bilmem kim (Bu isimleri nasıl bellemeli?) yani Charlotte’la kuzenin kavalyeleri bizi kapıda karşılayarak hemen damlarını kollarına taktılar. Ben de benimkini aldım, yukarı çıktık. Başlangıçta ikişer ikişer birçok dans ettik. Ben birbiri ardı sıra bütün kadınlara başvurdum. Bunların içinde şüphesiz en tatsızları bir türlü elini vermeye karar veremeyenleriydi.

      Charlotte’la

Скачать книгу