Скачать книгу

koydu lûtf ile gülberg-i ter gibi

      Sandûka saldı hâzin-i devrân güher gibi

***

      Hakkâ ki zîb ü zînet-i ikbâl ü câh idi

      Şâh-ı Sikender – efser ü Dârâ – sipâh idi

      Gerdûn ayağı tozuna eylerdi serfürû

      Dünyâya hâk-i bâr-gehi secdegâh idi

      Kemter gedâyı az atâsı kılardı bay

      Bir lûtfu çok mürüvveti çok pâdişâh idi

      Hâk-i cenâb-ı hazret-i dergâh-ı devleti

      Fazl u belâgat ehline ümmîdgâh idi

      Hükm-i kazâya verdi rızâyı eğerçi kim

      Şâh-ı kazâ – tüvan u kader destgâh idi

      Gerdûn-ı dûna zâr u zebûn oldu sanmanız

      Maksûdu terk-i câh ile kurb-ı İlâh idi

2Mersiye

      Ey şan alma arzusu ve kötülenme korkusu ile ayağı bu âlemin tuzağına tutulmuş olan insan! Bu kararsız dünya ile uğraşma hevesi daha ne zamana kadar sürecek? Unutma ki bir gün gelecek, ömür baharı sona ererek lale renkli yüzün güz yaprağına dönecektir. En nihayet, devran elinden içki kadehine bir taş dokunacak ve o kadehin içindeki son yudum gibi senin de son yerin toprak olacaktır. İnsan odur ki kalbi ayna gibi saf olur, eğer insan isen kalbinde kaplan kininin ne işi var? İbretle bakması gereken gözünde daha ne zamana kadar gaflet uykusu olacak? O savaş aslanı padişahın başına gelen sana yetmez mi? O büyük saadet ülkesi süvarisi ki sürdüğü zaman atına dünya meydanı dar gelirdi. Onun kılıcının suyuna Macar kâfirleri baş eğmiş, palasının cevherini Frenkler takdir etmişti…

      Taze bir gül yaprağı gibi tatlı tatlı yüzünü yere koydu; dünya hazinedarı onu bir elmas gibi sandığa saldı.

      Allah için, gerçekten yüksek makamın süsü ve güzelliği idi; İskender taçlı ve Dara askerli bir padişahtı. Gök, ayağının tozuna baş eğerdi; makamının toprağı âleme secde yeri idi. Azıcık bahşişi en aşağılık dilenciyi bey ederdi; lütfu çok, mertliği ve cömertliği çok bir padişahtı. O yüksek şahsiyetin devlet makamının kapısındaki toprak değer ve sanat sahipleri için bir ümit yeri idi. Gerçi kazanın hükmüne razı oldu ama kaza kuvvetli ve kader kudretli bir hükümdardı. Alçak feleğe âciz kalarak baş eğdi sanmayınız; maksadı, mevkiini terkederek Allah’ın yakınına gitmekti…

      Mülk-i cihanı gözlerimiz görmese n’ola

      Rûşen cemâli âleme hurşîd ü mâh idi

      Hurşîde baksa gözleri halkın dolagelir

      Zirâ görünce hâtıra ol mehlikâ gelir

***

      Döksün sehâb kaddin anıp katre katre kan

      Etsin nihâl-i nârveni nahl-i ervugân

      Bu acılarla çeşm-i nücûm olsun eşk-bâr

      Âfâkı tutsun âteş-i dilden çıkan duhân

      Kılsın kebûd câmelerin âsmân siyâh

      Giysin libâs-ı mâtem-i şahı bütün cihân

      Yaksın derûn-ı sîne-i üns ü perîde dâğ

      Nâr-ı firâk-ı Şah Süleymân-ı kâmrân

      Kıldı firâz-ı küngüre-i arşı cilvegâh

      Lâyık değildi şânına hakkâ bu hâkdân

      Mürg-i revânı göklere erdi Hümâ gibi

      Kaldı hazîz-i hâkte bir iki üstühân

      Çâpüksüvâr-ı arsa-i kevn ü mekân idi

      İkbâl ü izzet olmuş idi yâr ü hem-inân

      Serkeşlik etti tevsen-i baht-ı sitîze-kâr

      Düştü zemîne sâye-i eltâf-ı Kirdigâr

***

      Olsun gamında bencileyin zâr ü bi-karar

      Âfâkı gezsin ağlayarak ebr-i nevbahâr

      Tutsun cihânı nâle-i mürgân-ı subh-dem

      Güller yolunsun âh u figân eylesin hezâr

      Sümbüllerini mâtem edip çözsün ağlasın

      Dâmâne döksün eşg-i firâvânı kûhsâr

      Andıkça bûy-ı hulkunu derdinle lâle-veş

      Olsun derûn-ı nâfe-i müşg-i Tatar târ

      Dünya ülkesini gözlerimiz görmese ne var. Onun parlak yüzü âleme güneş ve aydı.

      Güneşe baksa halkın gözleri doluyor; zira güneşi görünce hatıra o ay yüzlü geliyor.

      Bulut, onun boyunu anarak damla damla kan döksün, narven fidanını erguvan nakılı hâline getirsin. Bu acılarla yıldızların gözü yaş döksün, gönül ateşinden çıkan duman ufukları tutsun. Gök mavi elbiselerini siyah etsin, bütün cihan, padişah matemi elbiseleri giysin. Saadet süren Süleyman Hükümdarın ayrılık ateşi insan ve perilerin bağırlarında tutuşsun. Gök kubbesinin üstünü kendine yer edindi bu toprak âlemi, Allah için, onun şanına layık değildi. Ruhunun kuşu uçarak hüma gibi göklere ulaştı, alçak yerde bir iki kemik kaldı. Varlık ve oluş meydanının hızlı giden bir süvarisi idi. Yüksek mevki ve kutluluk ona yoldaş ve atbaşı beraber olmuştu.

      Bahtın hırçın kıratı serkeşlik etti: Tanrı lütufların gölgesi olan o padişah atından yere düştü.

      Bahar bulutu senin acınla benim gibi dertli ve kararsız olsun, ağlayarak ufukları dolaşsın. Sabah kuşlarının feryadı bütün cihanı tutsun, güller yolunsun, bülbül ah ve figan etsin. Dağlar matem ederek sümbüllerini çözüp ağlasın, bol gözyaşlarını eteklerine döksün. Ahlakının kokusunu andıkça Tatar ahusunun misk kokulu kalbi, derdinle lale gibi dar ve karanlık olsun.

      Gül hasretinle yollara tutsun kulağını

      Nergis gibi kıyâmete dek çeksin intizâr

      Deryâlar etse âlemi çeşm-i güher-feşân

      Gelmez vücûda sencileyin dürr-i şâh-vâr

      Ey dil bu demde sensin olan bana hem-nefes

      Gel nây gibi inliyelim bâri zâr zâr

      Âheng-i âh ü nâleleri edelim bülend

      Eshâb-ı derdi cûşa getirsin bu heft bend

***

      Gün doğdu şah-ı âlem uyanmaz mı hâbdan

      Kılmaz mı cilve hayme-i gerdûn-cenâbdan

      Yollarda kaldı gözlerimiz gelmedi haber

      Hâk-i cenâb-ı südde-i devlet-meâbdan

      Reng-ızârı gitti yatar kendi huşk-leb

      Şol gül gibi ki ayrı düşüptür gülâbdan

      Gâhî hicâb-ı ebre girer Husrevâ felek

      Yâdeyledikçe lûtfunu terler hicâbdan

      Tıfl-ı sirişki yerlere girsin duâm odur

      Her kim gamından ağlamaya şeyh u şâbdan

      Yansın yakılsın âteş-i hecrinle âfitâb

      Derdinle kara çullara girsin sehâbdan

      Yâdeylesin hünerlerini kanlar ağlasın

      Tîğın boyunca karaya batsın karâbdan

      Derd

Скачать книгу