Скачать книгу

ection>

      MEHMET AKİF ERSOY’UN HAYATI

      İstiklal Marşı’mızın şairi Mehmet Akif Ersoy, 1873 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Fatih Medresesi müderrislerinden İpekli Mehmet Tahir Efendi, annesi ise Buharalı bir aileye mensupolan Emine Şerife Hanım’dır. Akif doğduğunda babası ona ebced hesabıyla doğum tarihini gösteren “Ragif” (H. 1290) adını vermişse de bu ad yaygın olmadığı için “Akif” şeklinde söylenmiştir.

Tahsili

      Dört yaşında Emir Buhari Mektebi’ne başlayan Akif, ilköğreniminden sonra Fatih Merkez Rüşdiyesi ile Mekteb-i Mülkiye’ninidadi (lise) kısmını bitirdi. Bu mektebin yüksek kısmına geçtiği yıl babası öldü ve Sarıgüzel’deki evleri yandı. Bu yüzden onu, yatılı Halkalı Baytar Mektebi’ne verdiler. Mehmet Akif’in şiirle ilgisi bu mektebin sıralarında başlamıştır.

Memuriyet Yılları

      1893’te Baytar Mektebi’ni birincilikle bitiren Mehmet Akif, mesleğiyle ilgili bir memuriyete tayin edilerek üç dört yıl Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da bulaşıcı hayvan hastalıklarını tedavi etmek için dolaştı. 1894 yılında İsmet Hanım’la evlendi. Halkalı Ziraat Mektebi ve Çiftçilik Makinist Mektebi’nde hocalık yaptı. Daha sonra Darülfünun Edebiyat-ı Umumiye müderrisliğine getirildi (1908). Balkan Savaşı’ndan sonra Ziraat Nezareti ve Darülfünun’daki vazifelerinden istifa ederek yalnız, Halkalı Ziraat Mektebi’ndeki vazifesine devam etti.

Seyahatleri

      Mehmet Akif, Balkan Savaşı sonlarında kurulan Müdafaa-i Milliye Heyeti Neşriyat Şubesi üyeliğine getirilmişse de bu görevinde fazla kalmamıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’daki Müslüman esirleri görmek için Alman hükûmetinin daveti üzerine Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Berlin’e gönderildi. Yine aynı teşkilat tarafından Necid Emiri İbnürreşid’e gönderilmiştir. Akif’in bu seyahatleri, edebiyatımıza unutulmaz seyahat şiirleri kazandırmıştır.

      Necid seyahati sırasında Dârü’l-Hikmeti’l-İslamiyye Cemiyeti başkâtipliğine getirilen Mehmet Akif, bu görevinden, Balıkesir’de Millî Mücadele lehine verdiği vaaz üzerine azledilmiştir. İzmir’in işgalinden sonra Millî Mücadele’ye katılmıştır.

Millî Mücadele’den Sonra

      Mehmet Akif, 1923 yılında İstanbul’a döndü. 1926 yılında ise daha önce sadece kışları geçirdiği Mısır’a gitti ve Kahire civarındaki Hilvan’a yerleşerek Camiatü’l-Mısriyye Darülfünunu’nda 1935 yılına kadar Türk edebiyatı müderrisliği görevini yürüttü. 1935 yılında karaciğerinden rahatsızlandı ve hava değişikliği için Lübnan’a gitti. Bu arada daha önce yakalandığı sıtma da ortaya çıktı. Sağlık durumu düzelmeden Mısır’a döndü. Vatan hasretine daha fazla dayanamadığı için 1936 yazı başlarında İstanbul’a geldi ve Nişantaşı Sağlık Yurdu’na yatırıldı.

Vefatı

      Sağlık Yurdu’ndan sonra bir müddet Mısır Apartmanı’nda misafir edilen Akif, Alemdağı’ndaki Baltacı Çiftliği’nde vefat etti (27 Aralık 1936). Edirnekapı Şehitliği’nde, yakın dostlarından Buhari mütercimi Babanzade Ahmed Naim Bey’in yanına defnedildi.

      EDEBÎ ŞAHSİYETİ

      Mehmet Akif’in yayınlanan ilk şiiri “Kur’an’a Hitab” adını taşır. O yıllarda Servet-i Fünun şiiri yaygın olmakla beraber, Mehmet Akif’in şiirde “gelenekçi” olduğu dikkati çeker. Bu biraz da Mülkiye’de Muallim Naci’nin talebesi olmasından kaynaklanmaktadır. Bununla beraber Ziya Paşa ve Abdülhak Hamid’den de etkilenmiştir. Fakat kısa bir süre sonra şiire ara verir ve on yıl müddetçe susar. Mehmet Akif, asıl sesini daha sonra Sebilürreşad adıyla çıkacak olan Sırat-ı Müstakim mecmuasında yayınladığı şiirleriyle duyurmuştur. Bu yıllarda özellikle manzum hikâyeleri dikkati çeker.

      Mehmet Akif, 19. yüzyılın ikinci yarısında İslam ülkelerinde yaygınlaşmaya başlayan İslamcılık hareketinin Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden biridir. Cemaleddin Efganî, Muhammed Abduh ve Abdürreşid gibi tanınmış modernist İslamcıların tesiri altında kalır. O günlerde en önemli mesele, Batı’da gelişen ilim ve teknoloji karşısında İslam ülkelerinin uğradığı zaaf ve geriliktir. Mehmet Akif ve diğer İslamcılar, gerilik ve sefalet içinde kıvranan Müslüman milletleri uyandırmaya çalışıyor; Batı’nın teknolojisini benimsememiz gerektiğini, fakat manevi ve kültürel değerlerde İslam’a sadık kalmak zorunda olduğumuzu savunuyorlardı.

      Mehmet Akif’e göre Müslüman milletler, din yerine bir sürü hurafeye inanıyor, gerçek İslam’ı tanımıyorlardı. “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilham-ı asrın idrâkine söyletmeliyiz İslam’ı.” Bundan başka çare yoktu, Batılılar gibi durup dinlenmeden çalışmamız gerekirdi.

      Akif, bu fikirlerini hemen bütün eserlerinde, özellikle “Süleymaniye Kürsüsünde” ve “Fatih Kürsüsünde” adını verdiği manzum vaazlarında işledi.

      Millî Mücadele’ye fiilen katılan Mehmet Akif, bu mücadelenin İslam âleminin kurtuluşuna hizmet edeceğine inanıyordu. Bunun için Ankara’da yazdığı bütün şiirlerinde de vatan sevgisiyle beraber İslam birliği ülküsünü de terennüm etmiştir. Yalnız bu döneminde, millet ve ırk gibi kavramları, milliyetçilerin verdiği manada kullandığı görülür.

      Akif, hayatımızı tasvir ederken o devrin nesrinde bile görülmesi mümkün olmayan realist tablolar çizmiştir. Tasvir ettiği sefaletin zıddını düşündürerek ahlaki neticeler çıkarmak gayesindedir. Ona göre sanatın esası, hayat, hakikat ve müşahededen ibarettir. Sanat anlayışını şu mısralarda veciz bir şekilde tarif eder:

      “Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek

      Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek…”

      ESERLERİ

      Mehmet Akif’in basılan ilk şiiri “Kur’an’a Hitab” adını taşır (Mektep Mec. 26. sayı, 2 Mart 1895). 1895-1896 yıllarında dinî, ahlaki, felsefi konularda yazdığı bazı şiirlerini Resimli Mecmua’da yayınlamıştır. 1898’de İran edebiyatı hakkındaki makaleleri, Servet-i Fünun dergisinde yer alır. Akif, bu dönemde yazdığı şiirlerini “Safahat” adlı kitabına almamıştır.

      I. Meşrutiyet’in ilanından sonra (1908) edebî şahsiyetini bulmuş ve olgun eserler vermiştir. Bu şiirlerin çoğu Sebilü’r-Reşad, Sırât-ı Müstakîm gibi dergiler ile Açıksöz isimli gazetede çıkmıştır.

      Şiirlerin yanı sıra İslami ve sosyal konularda yazdığı, tercüme ettiği makaleler de yine yukarıda adı geçen iki mecmuada yayımlanmıştır. Tercümelerin bir kısmı sonradan ayrı kitap hâline getirilmiştir. Bunlar: “Ferit Necmi Bey’den Müslüman Kadını”, “Muhammed Abduh’tan Hanotay’a Karşı İslam’ı Müdafaa”, “Abdülaziz Çaviş’ten Anglikan Kilisesine Cevap”, “İçkinin Beşer Hayatına Açtığı Rahneler”, “Said Halim Paşa’dan İslamlaşmak”, “İslamda Teşkilat-ı Siyasiye” isimli kitaplardır.

      Kastamonu’da Nasrullah Camii’nde verdiği vaazları da Nihat Paşa tarafından Diyarbakır’da bastırılıp dağıtılmıştır.

      Mehmet Akif’in edebiyat tarihimizde yer almasını sağlayan asıl eseri “Safahat” adını taşır. Yedi kitaptan meydana gelen “Safahat”, Türkiye’de Kur’an-ı Kerim’den sonra en çok talep edilen eser şerefini kazanmış ve 1943’ten bu yana 19 defa basılmıştır. Eserde yaklaşık altı bin beyit bulunmaktadır.

      “İstiklal Marşı”, “Bülbül”, “Ordunun Duası” ve “Çanakkale Şehitlerine” isimli şiirleri, Osman Zeki Üngör, Ali Rıfat Bey ve Sâdeddin Kaynak gibi meşhur müzisyenler tarafından bestelenmiştir.

      Şairin yakınları, İslam’ın esaslarını ve başarılarını ifade etmek üzere, Peygamber’imizin Veda Haccı’nı ve Hutbesi’ni konu edinen Haccü’l Veda; Âsım ve arkadaşlarının Millî Mücadele hayat ve kahramanlıklarını anlatmak üzere “İkinci Âsım” adlı manzumeler, Türk-İslam kahramanlığını sahnede göstermek amacı ile de “Selahaddin-i Eyyubi” adlı bir tiyatro eseri yazmak niyetinde olduğunu; fakat ömrünün kâfi gelmediğini bildirirler.

      Şiirlerini “Safahat” genel adı altında yedi kitap hâlinde zaman zaman yayınlamıştır:

      Safahat – Birinci Kitap: Bu bir isyan kitabıdır. Akif, içinde yaşadığı cemiyetin beğenmediği davranışlarına isyan eder. Bu cemiyet, kimsesiz ve veremli bir çocuğu kolundan tutup okuldan sokağa atan,

Скачать книгу