Скачать книгу

falan bırak; yine de bunların on şilin etmediğini ve bu yüzden zararda olacağımı da biliyorum. Dur, kıpırdarsan eğer içeride vahşi bir köpeğim var ve onu senin üzerine salarım. Maken, kapıyı aç ve bu adam bir adım daha kıpırdarsa Brian’ı serbest bırak.”

      “Hayır.” dedi tenekeci, ülkeyi dolaştığında köpeklerin ne kadar vahşi olduğunu öğrenmişti. “Ne istiyorsan al ve bırak gideyim, lanet köpeğin de yerinde kalsın. Ama var ya hancı! Eğer o aşağılık herifi yakalarsam, yemin ederim yaptığı her şeyin bedelini unutamayacağı bir şekilde ödeyecek!”

      Böyle söyleyip öfkeyle kendi kendine konuşarak ormana doğru uzaklaştı; hancı, değerli eşi ve Maken arkasından baktılar. İyice uzaklaştığında da kahkahalarla gülüştüler.

      “Robin’le herifi soyup soğana çevirdik.” dedi hancı.

      O sıralarda Robin Hood ormanın içinden geçerek Fosse Yolu’na doğru gidiyordu; çünkü ay dolunaydı ve belli ki gece aydınlık olacaktı. Elinde sağlam meşe sopasını taşıyordu ve belinde de her zamanki gibi borazanı asılıydı. Robin böylelikle bir yandan keyifli bir şekilde ıslık çalarak orman yolunda yürürken; tenekeci de kendi kendine söylenip kızgın bir boğa gibi başını sallayarak başka bir yoldan geliyordu ve böylece, keskin bir dönemeçte aniden yüz yüze geldiler. İkisi de bir süre hareketsiz bir şekilde birbirlerine baktı, daha sonra Robin konuştu:

      “Merhaba benim sevgili bülbülüm.” dedi neşeyle gülerek. “Söyle bakalım beğendin mi biranı? Benim için bir şarkı daha söyler misin?”

      Tenekeci önce bir şey söylemedi, yalnızca Robin’e hiddetle baktı. “Şimdi.” dedi en sonunda. “Seninle sonunda karşı karşıya geldiğime çok sevindim ve eğer bugün kemiklerini derinin içinde paramparça etmezsem ayağını boynumun üzerine zaferle koymana izin veriyorum.”

      “Memnuniyetle!” diye bağırdı neşeli Robin. “Kır bakalım kemiklerimi, hadi, yapabilirsin.” Böyle söyleyerek sopasını kavradı ve kendini savunmaya alarak bekledi. Tenekeci hırsla ellerine tükürdü ve sopasını kavrayarak Robin’e doğru yaklaştı. İki ya da üç darbe indirdi ama çok geçmeden dengi bir rakiple karşılaştığını anladı çünkü Robin tenekecinin tüm darbelerini savuşturup karşılık verdi ve tenekeciden önce davranarak tam kaburgalarının üzerine bir darbe indirdi. Bunun üzerine Robin yüksek sesle güldü, tenekeci her zamankinden daha çok öfkelendi ve tüm gücüyle tekrar vurdu. Robin yine iki darbeyi savuşturdu ama üçüncüsünde sopası tenekecinin art arda gelen güçlü darbeleri sonucunda kırıldı. Sopa elinden düşerken Robin: “Yazıklar olsun sana, alçak sopa!” diye bağırdı. “En çok ihtiyacım olduğu anda beni böyle yüzüstü bırakacak kadar hain bir sopasın sen.”

      “Şimdi teslim ol bakalım.” dedi tenekeci. “Bundan böyle benim esirimsin. “Eğer teslim olmazsan seni döve döve muhallebiye çeviririm.”

      Robin Hood, buna cevap vermek yerine borazanını dudaklarına götürerek tam üç kez yüksek ve net bir sesle üfledi.

      “Pekâlâ.” dedi tenekeci. “İstediğin kadar borazan üfleyebilirsin ama benimle Nottingham kasabasına geleceksin çünkü Şerif seni orada görmeyi bekliyor. Şimdi teslim oluyor musun yoksa illa o güzel kafanı kırayım mı?”

      “Ekşi bira içmem gereken bir durumda kalırsam içerim elbet.” dedi Robin. “Ama hayatım boyunca hiçbir adama teslim olmadım, hem de vücudumda tek bir yara izi bile olmadan. Kendimi bir düşünüyorum da sanırım şimdi de olmayacağım. Hey, benim neşeli çetem! Gelin gelin, acele edin!”

      Sonra birdenbire ormanın içinden Küçük John ve asker yeşili giysiler içindeki altı cesur adam fırlayıverdi.

      “Ne oldu efendimiz?” diye bağırdı Küçük John. “Borazanını bu kadar yüksek sesle çalmana sebep olan şey de nedir?”

      “Orada duran tenekeci.” dedi Robin. “Beni Nottingham’a götürüp darağacında sallandırmak istiyor.”

      Küçük John: “O zaman kendisi asılsın bakalım.” diye bağırdı ve diğerleriyle birlikte onu yakalamak için tenekecinin üzerine atıldılar.

      “Hayır, ona dokunmayın.” dedi Robin. “O kuvvetli bir adamdır. Mesleği tenekecilik ve bu işe gerçekten yeteneği var; üstelik çok da güzel türkü söylüyor. Söyle bakalım dostum, neşeli adamlarım arasına katılmaya ne dersin? Kırk marklık bir maaşın ve yılda üç asker yeşili takım alma hakkın olacak. Neyin varsa bizimle paylaşacaksın ve yeşil ormanda bizimle birlikte neşeli bir hayat süreceksin. Bizim dünyevi kaygılarımız olmaz, Sherwood Ormanı’nın derinliklerindeki tatlı gölgeliklerde şanssızlık bizi bulmaz. Burada esmer geyikleri avlar, geyik eti, yulaflı tatlı kekler, lor peyniri ve balla besleniriz. Benimle gelecek misin?”

      “Evet, tabii ki sizlere katılacağım.” dedi tenekeci. “Çünkü neşeli hayatı severim ve doğrusunu söylemek gerekirse her ne kadar kaburgalarıma vurup beni dolandırmış olsan da seni de sevdim iyi kalpli efendi. Senin benden hem daha cesur hem de daha kurnaz bir adam olduğunu kabulleniyorum. Bu yüzden de sana memnuniyetle itaat edeceğim ve senin en sadık hizmetkârlarından olacağım.”

      Böylelikle herkes adımlarını, bundan böyle tenekecinin de onlarla yaşayacağı ormanın derinliklerine doğru çevirdi. Tenekeci çete için zaman zaman güzel türküler söylerdi, tabii meşhur Allan a Dale çeteye katılana kadar. Onun güzel sesi karşısında herkesin sesi bir karga kadar karttı ama o konuya daha sonra geleceğiz.

      Nottingham’da Atış Müsabakası

      Şerif, Robin’i yakalama operasyonunun başarısızlıkla sonuçlanmasından dolayı çok öfkelenmişti. Kötü haber her zamanki gibi çabuk yayılmış ve her şey onun kulağına kadar gelmişti. İnsanlar ona gülüyor ve böylesi cesur bir haydut için yakalanma emri verme düşüncesiyle alay ediyorlardı. Bir erkek, alay edilmek kadar hiçbir şeyden nefret etmez. Bunları düşünerek şöyle söyledi: “Yüce Kral’ımız, sevgili hükümdarımız bu olayı ve yasalarının bu asi haydut çetesi tarafından nasıl çiğnendiğini, umursanmadığını öğrenecek. Hain tenekeciye gelince, onu bir yakalarsam Nottinghamshire’daki en yüksek darağacında sallandıracağım.”

      Sonra bütün hizmetkârlarına ve çalışanlarına, Kral’la görüşmek üzere Londra’ya yola çıkmak için hazırlık yapmalarını emretti.

      Bunun üzerine Şerif’in konağında bir telaş başladı ve çalışanlar konakta bir o işe bir bu işe koştururken Nottingham’ın demirci ateşleri gecenin ilerleyen saatlerinde parıldayan yıldızlar gibi kıpkırmızı parlıyordu. Çünkü kentin tüm demircileri Şerif’in muhafız birliği için zırh yapmak ya da zırhları onarmakla meşguldü. Hazırlıklar iki gün sürdü, üçüncü gün yolculuk için gereken her şey hazırdı. Böylece sabah güneşinin parlak ışığı altında Nottingham kasabasından Fosse Yolu’na ve oradan da Watling Caddesi’ne doğru yola koyuldular; en sonunda büyük Londra şehrinin çatı ve kulelerinin ucunu görene kadar iki gün boyunca yolculuk ettiler. Uzun bir yol geldikleri için içlerinden pek çok insan durdu ve yol boyunca parlak zırhları, gösterişli tüyleri ve çeşitli aksesuarlarıyla kapladıkları manzaraya baktı.

      Londra’da Kral Henry ve güzel Kraliçe Eleanor; ipekli, saten, kadife ve altın kumaşlar giymiş neşeli hanımlar, cesur şövalyeler ve yiğit saray erkânıyla birlikte tahtlarında oturuyorlardı. Şerif, saraya geldi ve Kral’ın huzuruna çıkarıldı.

      “Çok yaşa yüce Kral’ımız, çok yaşa.” dedi bir yandan, yere diz çökerken.

      “Söyle bakalım ne istiyorsun?” dedi Kral. “Taleplerin neyle ilgili, duyalım bakalım.”

      “Ah yüce gönüllü efendim ve hükümdarım.” dedi Şerif.

Скачать книгу