Скачать книгу

birtakım işaretler yaptı.

      Neclâ sokuldu:

      “Bir şey mi istedin babacığım?”

      “Haydi, siz biraz çıkın!”

      Sesi pek hafif ve kesikti.

      Mihriye Hanım bize işaret etti. Fakat bunu gören hasta, elini yataktan dışarı çıkararak bileğimden yakaladı ve “Sen gitme!” dedi.

      Kadınlar biraz şaşırmışlardı.

      Neclâ “Babacığım, kolunu çıkarmasana!..” diye söylendi.

      Raif Efendi “Biliyorum, biliyorum!” demek isteyen bir hareketle çabuk çabuk başını salladı ve onlara, çıkmaları için tekrar işaret etti.

      İki kadın da yüzüme sorgucu gözlerle bakarak odayı terk ettiler.

      O zaman Raif Efendi, tamamen unutmuş olduğum, elimdeki paketi gösterdi:

      “Hepsini getirdin mi?”

      Evvela anlayamayarak yüzüne baktım. Bu kadar merasim bunu sormak için miydi? Hasta hâlâ yüzüme bakıyor ve gözleri, büyük bir merak içindeymiş gibi parlıyordu.

      İlk defa bu anda mahut siyah kaplı defteri hatırladım. Onu bir kere bile açıp bakmamış, içinde ne olduğunu merak etmemiştim. Raif Efendi’nin bu neviden bir defteri olacağı aklıma bile gelmezdi.

      Paketi süratle açıp içindeki havlu vesaireyi kapının arkasındaki bir iskemlenin üzerine koydum. Sonra defteri elime alarak Raif Efendi’ye gösterdim:

      “Bunu mu istiyordunuz?”

      Başıyla “evet” diye işaret etti.

      Yavaşça defterin yapraklarını karıştırdım. İçimde mukavemet edilmez bir merakın gitgide büyüdüğünü hissediyordum. Tek çizgili sahifelerde, iri ve intizamsız harfler, gayet acele yazıldığı belli satırlar vardı. İlk sahifeye bir göz attım, serlevha18 filan yoktu. Sağ tarafta 20 Haziran 1933 tarihi ve hemen bunun altında şu satırlar vardı:

      “Dün başımdan garip bir hadise geçti ve bana on sene evvelki başka birtakım hadiseleri yeniden yaşattı…”

      Alt tarafını okuyamadım. Raif Efendi tekrar kolunu çıkarmış ve elimi tutmuştu.

      “Okuma!” dedi ve başıyla odanın karşı tarafını işaret ederek mırıldandı:

      “Onu şuraya at!..”

      Gösterdiği tarafa baktım. Mika levhaların arkasında parlayan kızıl gözleriyle demir sobayı gördüm.

      “Sobaya mı?”

      “Evet!”

      Bu anda merakım büsbütün arttı. Raif Efendi’nin defterini ellerimle yok etmek, benim için imkânsızdı.

      “Ne münasebet, Raif Bey!” dedim. “Yazık değil mi? Size uzun zaman arkadaş olmuş bir defteri manasız yere yakmak doğru mu?”

      “Lüzumu yok!” dedi ve başıyla tekrar sobayı gösterdi. “Artık lüzumu yok!”

      Onu bu fikirden vazgeçirmenin mümkün olmayacağını anladım. Herkesten sakladığı ruhunu ihtimal ki bu deftere dökmüştü ve şimdi onunla beraber gitmek istiyordu.

      İnsanlara kendinden hiçbir şey bırakmak istemeyen ve yalnızlığını, ölüme giderken bile beraber alan bu adama karşı içimde nihayetsiz bir merhamet ve onun mukadderatına karşı nihayetsiz bir alaka uyandı.

      “Sizi anlıyorum Raif Bey!” dedim. “Evet, gayet iyi anlıyorum. Her şeyinizi insanlardan kıskanmakta haklısınız. Bu defteri yakmak istemeniz de doğru… Fakat bunu bir müddet, hiç olmazsa bir gün geri bırakamaz mısınız?”

      Gözleriyle “Neden?” diye sorarak yüzüme baktı

      Başladığım şeye devam etmek ve son bir çareyi denemek için ona daha çok sokuldum ve kendisine karşı duyduğum bütün alaka ve sevgiyi gözlerimde toplamaya çalıştım.

      “Bu defteri bir gece, yalnız bu gece bende bırakmaz mısınız? Bu kadar zaman arkadaşlık ettik, bana kendinize dair hiçbir şey söylemediniz… Sizi merak etmemi tabii bulmuyor musunuz? Bana karşı da bu kadar saklanmaya muhakkak lüzum görüyor musunuz? Dünyada benim için en kıymetli insansınız… Buna rağmen sizin gözünüzde herkes gibi bir hiç olduğumu söyleyerek mi beni bırakıp gitmek istiyorsunuz?”

      Gözlerim yaşarmıştı. Göğsümün içi titreyerek, sözüme devam ettim. Aylardan beri beni kendisine yaklaştırmaktan kaçan bu adama karşı ruhumda biriken sitemleri de sanki bu anda ortaya döküyordum:

      “İnsanlardan itimadınızı çekip almakla belki haklısınız. Fakat bunun istisnaları yok mu? Olamaz mı? Unutmayın ki siz de bu insanlardan birisiniz… Yaptığınız nihayet manasız bir hodbinlik olabilir.”

      Bu sözlerin, ağır bir hastaya söylenecek şeyler olmadığını hatırlayarak sustum. O da susuyordu. Nihayet son bir gayretle “Raif Bey, siz de beni anlayınız! Sizin sonunda bulunduğunuz yolun ben daha başlarındayım. İnsanları öğrenmek, bilhassa insanların size ne yaptıklarını bilmek istiyorum…” dedim.

      Hasta başını şiddetle sallayarak sözümü kesti. Bir şeyler mırıldanıyordu; eğildim, nefesini yüzümde hissediyordum:

      “Hayır, hayır!” diyordu. “İnsanlar bana hiçbir şey yapmadılar… Hiçbir şey… Hep ben… Hep ben…”

      Birdenbire sustu ve çenesi göğsüne düştü. Daha hızlı nefes alıyordu. Bu sahnenin onu yorduğu muhakkaktı. Ben de büyük bir ruhi yorgunluk duymaya başlamıştım. Defteri sobaya atıp dışarı kaçmayı düşünüyordum. Hasta tekrar gözlerini açtı:

      “Hiç kimsenin kabahati yok… Hatta benim bile!..”

      Sözüne devam edemedi. Öksürüyordu. Nihayet gözleriyle defteri işaret ederek “Oku, göreceksin!” dedi.

      Bunu bekliyormuş gibi hemen siyah kaplı defteri cebime koydum.

      “Yarın sabah getirir, gözünüzün önünde yakarım!” dedim. Hasta, biraz evvelki titizliğine hiç benzemeyen bir tavırla “Ne yaparsan yap!” makamında omuzlarını silkti.

      Hayatının en mühim kısımlarını ihtiva ettiği muhakkak olan bu defterle bile artık alakasını kesmiş bulunduğunu anladım. Ayrılmak için elini öptüm. Doğrulmak istediğim zaman beni bırakmadı, kendine doğru çekti, evvela alnımdan, sonra yanaklarımdan öptü. Başımı kaldırınca gözlerinden şakaklarına doğru yaşlar sızdığını gördüm. Raif Efendi bunları saklamak veya silmek için hiçbir harekette bulunmuyor, gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Ben de kendimi tutamamış, ağlamaya başlamıştım; bu ancak fevkalade büyük ve sahici kederlerde görülen, sessiz, hıçkırıksız ağlayışlardan biriydi. Ondan ayrılmanın bana güç geleceğini biliyordum. Fakat bunun bu kadar korkunç, bu kadar acı olacağını tasavvur edememiştim.

      Raif Efendi, tekrar dudaklarını kımıldattı. Duyulur duyulmaz bir sesle “Seninle hiç şöyle uzun boylu konuşamadık evladım… Yazık!” dedi ve gözlerini kapadı.

      Artık birbirimize veda etmiş bulunuyorduk… Kapının önünde bekleyenlere yüzümü göstermemek için âdeta koşarcasına holden geçtim ve sokağa fırladım. Yolda soğuk bir rüzgâr yanaklarımı kuruttu. Hiç durmadan “Yazık!.. Yazık!..” diye söyleniyordum.

      Otele geldiğim zaman arkadaşımı uyumuş buldum. Yatağa girerek baş ucumdaki küçük lambayı yaktım ve derhâl Raif Efendi’nin siyah kaplı mektep defterini okumaya başladım:

      20 Haziran 1933

      Dün başımdan garip bir hadise geçti ve bana on sene evvelki

Скачать книгу


<p>18</p>

Serlevha: Yazılarda başlık. (e.n.)