Скачать книгу

eğilip elleriyle çalışmamalıydı. Çocukluğunda Michelangelo ne zaman heykeltıraş olma isteğinden bahsetse babası ve amcası onu döverdi. Neyse ki dayak atılmayacak kadar büyümüştü.

      “Her zaman bir heykeltıraş oldum ve hep öyle kalacağım,” dedi inatlaşırcasına.

      “Burada nasıl iş bulacaksın ki?” diye sordu Buonarroto. “O Leonardo denen adam şehirdeki her görevi almışken…”

      Bu isimden bahsedilmesi canını sıkmıştı.

      “Leonardo da Vinci,” dedi amcası. “Neyse saygı duyabileceğin bir sanatçı var bari. Kendine en azından bir isim yaptı. Ayrıca o bir ressam. Ressamlık işi iyidir.”

      “Yıllar önce ressamlar, taş işçileri kadar değersizdi,” dedi Michelangelo. “Zanaatkârlığın başka bir türüydü. Leonardo, ressamların saygı kazanma nedenidir. Aynı şeyi heykel sanatı için yapmak istediğimi anlamıyor musunuz?”

      Lodovico masada uzanıp Michelangelo’nun iri ve nasırlı ellerini tuttu. “Sıradan işçi ellerine sahip oğlum benim,” diye iç çekti. “Kendim ve hepimiz için mermerle uğraşmanı yasaklıyorum. Sen bir duvar işçisininkinden çok daha iyi bir yaşamı hak ediyorsun.”

      Herhangi bir cevap vermeden Michelangelo ellerini çekti. Akşamın geri kalan saatlerinde konuşma sıradan bir sohbete dönüştü. Giovansimone, Piero de’ Medici’nin paralı askerlerinden biriyle dövüşmesiyle ilgili, gerçek olup olmadığı kesin olmayan komik bir hikâye anlatırken Bunarroto ise Petrarch’ın kaleme aldığı bir aşk şiirini okudu. Mona Margherita şarap doldurmayı sürdürürken Lodovico da gut hastalığından şikâyetçi oldu.

      Michelangelo, iğneleyici sözlerle muhatap olup hepsini her zamanki gibi ustaca savuşturarak, hazırcevap sözlerle dolu konuşmaya katıldı. Eve yolculuğu esnasında haydutlarla dövüşmüş, soyulmuş, tutuklanıp işkence görmüş ve kendisiyle alay edilmişti. Omuzundan darbe almış, egosu zedelenmiş ve tüm parasını çaldırmıştı. Bu pek de sıcak bir karşılama töreni olmasa da en azından evine ulaşmıştı.

      O gece Giovansimone ve Buonarroto yatağı paylaşıp battaniye için kavga ederken Michelangelo da eski yatak odasının zemininde yattı. Perdeli pencerelerden parıldayan dolunay, çocukken duvarlara çizdiği resimleri aydınlatıyordu. Annesinin kollarında kımıldayan tombul bebek İsa resmini çizdiği ve resmi görünce babasının onu dışarı kadar kovaladığı o günü hâlâ hatırlıyordu.

      Michelangelo gözlerini kapatıp “Tanrım, ben senin aciz bir kulunum,” dedi. Göklerdeki babasıyla konuşurken dünyevi babasıyla empati kurdu. Çocuklarının sadece mutluluğunu düşünen Lodovico, toz ve pislik içindeki bir heykel atölyesinde çalışmanın da insanı mutlu edebileceğini anlamıyordu. Ona göre heykeltıraşlık, saygıdeğer bir aileye sadece utanç getirebilecek aşağılayıcı bir sanattı. Çok yaşlı ve kendi doğrularına çok bağlı babasını değiştiremeyeceğini anlayan Michelangelo, kendisini değiştirmesi için dua etti. Babasının isteğini yerine getirme azmi vermesi için Tanrı’ya yalvardı. Devlet işi bulma ya da saygın bir sarraf olma isteğini ona iletti.

      Tanrı dualarına cevap vermedi. Aksine mermere şekil verme arzusu daha baskın çıktı. Sanatıyla Buonarroti ismini yüceltmesi mümkün değil miydi?

      “Michel?” diye fısıldadı Bunarroto. Sonunda uyuyan Giovansimone, horlamaya bile başlamıştı. “Bir kızla tanıştım.”

      Michelangelo gülümsedi. Bunarroto her zaman romantik biri olmuştu. “Bu harika bir haber,” diye fısıltıyla cevap verdi Michelangelo. “Kız kim?”

      “Maria. Dokumacının kızı.”

      “Güzel mi bari?”

      “Çok güzel. Elleri her zaman boyadan dolayı kırmızı. Aşkımın rengi. Melekler gibi şarkı söylüyor, kardeşim.” Michelangelo, karanlıkta Buonarroto’nun yüzünü göremese de gözlerindeki samimiyeti tahmin edebiliyordu.

      “Peki, o seni seviyor mu?”

      “Evet. Babasından evlenmemize izin vermesini bile istedi.”

      “Peki, evlenecek misin onunla?”

      “Ben düzgün bir iş bulana kadar babası razı gelmiyor. Yün satmak istiyorum ama kendi işyerimi açmam gerek.” Michelangelo kardeşinin sorununu anladı. Ailesinin, yün tezgâhı masraflarını karşılamaktan çok ancak yaşamlarını sürdürebilecek kadar parası vardı. Kardeşinin kendi işyerini açma hayali imkânsız görünmekteydi. “Neyse ki daha çok genç. Evlenmemiz için en az iki üç yıl gerekecek. Ben de bu arada bu iş için para biriktiririm.”

      Şimdiden kaygılansa iyi olur diye düşündü Michelangelo. İki ya da üç yıl çabucak geçecekti. Pietà heykelini bitirmesi de üç yıl sürmüştü ama zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçivermişti. İki yıl içinde evlenmek istiyorsa kardeşi elini çabuk tutmalıydı. “Endişelenme Bunarroto. Dükkân için gerekli parayı ben bulacağım.”

      “Gerçekten bulur musun, Michel? Bu harika olur. Ne yalan söyleyeyim tek isteğim Maria ile evlenmek.”

      Michelangelo sırtüstü yattı. Heykeltıraş olarak para kazanmalıydı. İşe ihtiyacı vardı.

      Leonardo’nun pis pis sırıtan yüzü gözlerinin önüne geldi. Eğer Floransa’da kalmaya devam ederse iş konusunda onunla rekabet edemezdi. Şehirden ayrılıp ünlü bir sanatçıyla mücadele etmek zorunda kalmayacağı başka bir yer bulması daha iyi olurdu. Siena’ya gidip kardinalin sunak resmi üzerinde çalışabilirdi. Ya da Tanrı’dan kendisini, gökten paranın yağdığı yeni bir şehre yönlendirmesini isteyebilirdi. Bunun yerine kendisine Floransa’da kalacak güç vermesini diledi. Mücadele etmeden şehirden ayrılıp o ressam bozuntusuna zafer duygusunu yaşatamazdı. Leonardo gibi kendisi de eğitimini Floransa’da almıştı. Bu şehir sadece Leonardo’ya ait değildi. Bu sokaklar, bu ev ve gökyüzündeki bu ay en az Leonardo kadar kendisine de aitti.

      Zihninde Duccio Taşı, tüm pırıltısı ve beyazlığıyla canlanıverdi. Duccio Taşı konusunda Leonardo ile yarışamayacağını neden düşünmüştü ki? Leonardo bir ressamdı, heykeltıraş değil. Şimdiye dek tek yapabildiği, Milano Dükü için bronz bir at heykeli tasarlamaktı. Heykelin bronz dökümünü yapamadığını herkes biliyordu. Kendisi gibi tecrübeli bir heykeltıraş kenara çekilip Leonardo gibi acemi bir ressamın efsanevi taşın üzerine ellerini koymasına neden izin verecekti ki? Muhtemelen Duccio’dan daha berbat biçimde bu işi yüzüne gözüne bulaştıracaktı. Leonardo büyük bir usta olabilirdi ancak artık yaşlanıyor ve modası geçmiş tasarımlar yapıyordu. Michelangelo ise genç ve istekliydi. Kariyerine henüz başlamıştı. Bunun yanı sıra o kafasız bunak; o taşın değerini bilemeyecek kadar aşağılık, herkesi küçümseyen bir gösteriş budalasıydı. Leonardo bu görevi hak etmiyordu.

      Mırıldanan dudaklarından yeni bir dua dökülmeye başladı. Floransa’yı terk etmeyip burada kalacak ve sabit bir devlet işine girmeyecekti. Duccio Taşı görevine başvurup bu iş için rekabet etmekle kalmayacak, onu elde edecekti. Pencereden dışarı bakarken ayışığı gözlerinin içinde parıldıyordu. Başını göğe kaldıran Michelangelo fısıltı halinde “Âmin” diyerek duasını bitirdi.

      Leonardo

      Yatağında uzanan Leonardo kendini, fırtına koptuğunda okyanusun dalgaları üzerinde sallanan tekne gibi çalkantılı ve telaşlı hissediyordu. Keşke zihnimdeki hissi çıkarıp çalışma masasının üstüne koyduktan sonra onu bir kadavra gibi inceleyebilsem, diye düşündü. Belki o zaman anlayabilirdi onu.

      Komodine şöyle bir baktı. Alman mekaniğinin doruğu olan ahşap saate göre saat neredeyse sabahın ikisiydi. Kolunu Salaì’nin altından çekip yataktan kalktı ve her zaman gıcırdayan

Скачать книгу