Скачать книгу

adamları geldi. Yaptıkları atıcılık gösterisini izleyenlerin şaşkın bakışlarından çok hoşnut kalmışlardı. Sonra, şarap tulumları içerisindeki şarap taşıyıcıları ve gerçek bir insan başlı atla gösteri yapan adamlar için kurulmuş bir çadır ortaya çıktı. Ayrıca Mısırlı kılıç ve çember dansçıları ile Hintli cambazlar ve yılan oynatıcıları da oradaydı. Derken Şeyhülislam geldi. Sizin yüzünüze karşı, Kur’an’dan bir bölüm okudu. Okudukları hakkında kısa bir açıklama yaptı. Cephanelikten gelen iri yarı becerikli adamlar silindirler üzerinde yelkenleri açık büyük kalyonları çekiyorlardı. Arkalarından gelen topçular ise yine silindirlerin üzerinde, bir kale dolusu topu sürüklemekteydiler. Topları arka arkaya ateşleyerek kalabalığı şaşkına çeviriyorlardı. Derken Mısırlı esrarkeşlerin dansı başladı. Gerçekten de en ilgi çekici gösteri buydu. Onlardan sonra ayı ve maymun oynatıcıları sahne aldı, hepimizi çok eğlendirdi. Çok geçmeden sıra, loncaların geçidine geldi ve yeniçeriler için verilen ziyafet başladı. Böylece Palmiye Merasimi tamamlanmış oluyordu. Palmiyeler, daha önce size bahsettiğim şekerden yapılmış bahçelerle birlikte saray kapılarından içeri alınmıştı. Sonra Lamba Merasimi başladı. Çiçek açmış yirmi bin lalenin arasında on bin lamba pırıl pırıl parlıyordu. O kadar iç içeydiler ki uzaktan bakan birisi, lambalar çiçek açarken lalelerin parladığını bile düşünebilirdi. Bir yandan Anadolu ve Rumeli Hisarı’nın bütün topları gümbür gümbür patlarken boğaz, aydınlatılmış gemiler ve havai fişeklerin ışıkları sayesinde adeta bir ateş denizine dönüşmüştü. İşte bu, kullarınızın en âcizinin; Osmanoğulları için uğurlu bir gün olan Cemaziyülahır ayının on ikinci günü, sabahın erken saatlerinde gördüğü rüyadır.”

      Böylesine başı sonu belirsiz ve uzun bir hayali dinlemek son derece sıkıcı bir durum olabilirdi. Ama Ahmet iyi bir dinleyiciydi. Ayrıca böyle şeylerden hoşlanıyordu. Hiçbir şey onu büyük merasimler kadar mutlu edemezdi. Onun takdirini kazanmanın en kesin yolu seçkin, gösterişli ve ataları tarafından bilinmeyen özgün kutlamalar düzenlemekti. Adsalis, her yıl düzenlenen Lale ve Lamba Merasimlerini icat ederek Sultan’ın gönlünü fethetmişti. Palmiye Merasimi ve şekerden bahçe kurulması da şimdi ortaya attığı yeni fikirleriydi. Ahmet, büyük bir coşkuyla gözde sultanını göğsüne bastırdı. Hayalini gerçekleştireceğine dair kararlı bir biçimde söz verdi ve Adsalis’i hareme geri yolladı.

      Kızlar Ağası, sonunda dışarıda bekleyen iki yüksek rütbeliyi içeriye buyur etti. Önce Şeyhülislam girdi içeri ve arkasından Sadrazam Damat İbrahim. Uzun ve dalgalı sakalları bembeyazdı. Çehrelerinde saygıdeğer ve ağırbaşlı bir ifade vardı.

      Sultan’ı yerlere kadar eğilerek selamladılar. Kıyafetinin eteklerini öptüler. Kalkmalarını emredene kadar Sultan’ın önünde secdede kaldılar.

      “Sizi saraya getiren nedir, muhterem kullarım?” diye sordu Sultan.

      Âdet olduğu üzere önce Şeyhülislam konuştu:

      “Merhametli ve kudretli efendimiz. Eğer sözlerimizle huzurunuzu kaçıracak olursak bizi affedin. Su uyur, düşman uyumaz demişler. Gelecek tehlikelere karşı uyanık olmayan kişi, kendi evini soyan adam gibidir. Her zaman uyanık olmakta fayda vardır. Bildiğiniz üzere yüce Padişahım, birkaç yıl önce hikmetinden sual olunmayan Allah, Fars isyancı Eşref’e adil hükümdarı Tamasıp’ı başkentinden çıkarmayı nasip etti. Bunun üzerine prens, kaçak hayatı yaşamaya başladı. Annesi üzerinde yırtık pırtık bez parçalarıyla İsfahan sokaklarında ayak işleri yapan düşkün birisi olup çıktı. Şanlı Osmanlı orduları, bir hırsızın çaldığı tahtta daha fazla oturmasına göz yumamazdı. Vezir İbrahim ve ünlü Numan Köprülü’nün soyundan gelen Adil Köprülü’nün yönettiği muzaffer savaşların sonucunda Kirmanşah, isyancı Eşref Han’ın yönettiği Farsların elinden alındı ve sizin sancağınızın altına girdi. Daha sonra da beklenmedik gelişmeler yaşanmaya devam etti. Mahvolduğu sanılan Şah Tamasıp, başında bulunduğu bir avuç kahraman askeriyle ortaya çıktı ve Damakhar, Derekhan ve İsfahan’da verilen üç büyük meydan muharebesinin sonucunda gaddar Eşref Han’ı bozguna uğrattı. Eşref Han’ı ele geçirdikten sonra onu atlarına çiğnetti. Şimdi de yeniden kurulan hükümdarlık Osmanlı’dan, kaybettiği topraklarını geri almak istiyor. Fars asıllı Sadrazam Safikuli Han, Köprülü’nün oğluna karşı büyük bir ordu hazırlamakta. Yaşanacak olan bir yenilgi, Osmanlı ordularının gücüne gölge düşürecektir. Kudretli Padişahım! Sizin böyle bir felaketin gerçekleşebileceğini düşünerek dertlenmenize gerek yok. Sadrazamınız ve ben, ordunuzu boğaz kıyılarında topladık. Gemilere binmek için hazır vaziyette bekliyorlar. Para ve erzak. heybetli Numan Köprülü’ye 1500 devenin sırtında önceden yollandı. Her şey sizin bir emrinize bakıyor. Emir buyurun, imparatorluklarında taş üstünde taş bırakmayalım. Onlara darbe üstüne darbe vuralım. Sizin bir işaretinizle düşman orduları yeryüzünden silinecek. 400 yıl önce ülkeleri için şehit olan Osmanlı kahramanları bile peygamberin sancağını korumak için mezarlarından çıkmaya hazır. Fakat bunun için sancağı sizin kaldırıp bizim aciz ellerimize teslim etmeniz gerekiyor, yüce Padişahım. Yalnızca sizin mevcudiyetiniz bize zaferi getirebilir. Kalkın ve şanlı atanız Muhammed’in kılıcını kuşanın. Sizin yüzünüzü görmeyi güneşin doğuşunu bekler gibi arzulayan ordularınızın başına geçin! Karanlık geceye bir son verin!”

      Ahmet, dalgın gözlerle izliyordu muhatabını. Şeyhülislam’ın kendisine yönelen tutkulu söylevi onu hiç etkilememişe benziyordu.

      “Sadık kullarım,” dedi gülümseyerek. “Bugün çok mutlu bir günümdeyim. Haseki Sultan bu sabah gerçekleştirilmeye layık bir düş görmüş. İstanbul’un sokaklarında kutlanacak büyüleyici bir merasim. Bütün şehir ışıklar içinde. Çiçek bahçeleri ve su kenarlarındaki köşklerin avluları lalelerin ve lambaların ışıltısıyla aydınlanmış. Sokaklar dalgalanan palmiyeler ve şekerden yapılmış çiçeklerle kaplanmış. Kalyonlar, tekerleklerin üzerine yüklenmiş, meydanda dolaşıyor. Bu rüya, rüya olarak kalmak için fazla güzel. Mutlaka gerçeğe dönüştürmeliyiz bunu.”

      Şeyhülislam, elini göğsüne koyup önünde eğilerek Sultan’ı selamladı:

      “Allahu ekber. Allah kerimdir. Allah büyüktür. Nasıl emir buyurduysanız öyle olacak. Siz dilerseniz güneş bile batıdan yükselir, Padişahım.” Şeyhülislam kenara çekildi.

      Yaşlı Sadrazam Damat İbrahim öne çıktı. Yaşlı gözlerini kaftanına sildikten sonra, hüzünlü bir şekilde Padişahın karşısına geçti. Ve şunları söyledi:

      “Ah efendim. Allah kimi günleri bayram, kimi günleri ise matem için yaratmıştır. Bunları birbirine karıştırmak doğru değildir. Şu anda kutlanacak neredeyse hiçbir şey yok. Ama matem yapmamızı gerektiren pek çok şey var. İmparatorluğun her tarafından, yaklaşan fırtınayı işaret eden kötü haberler geliyor. Büyük yangınlar, salgın hastalıklar, depremler, su baskınları, fırtınalar… İnsanlar bunlar yüzünden paniğe kapılıp kargaşaya sürükleniyorlar. En son bu hafta İstanbul’un en güzel yeri, Çayırbaşı, yanıp kül oldu. Birkaç hafta önce aynı felaket, Eyüp’ün sahil kesiminin başına geldi. Üstelik bu olay yaşandığı sırada, şehrin kalan kısımları Sultan Murat’ın doğum günü şerefine boydan boya ışıklandırılmıştı. Gelibolu’da cephaneliğe yıldırım düştü. Beş yüz işçi orada can verdi. Bir gece Kâğıthane deresi bütün dere yataklarını dolduracak kadar kabardı. Civarda bulunan büyük toplar selle birlikte sürüklendi. Ah Padişahım, bildiğiniz üzere bir başka gün Santorino adasının yanında yeni bir ada yükseldi. İzleyen üç ay içerisinde bu yeni ada giderek büyüdü. O büyürken İstanbul’da yer sarsıntıları yaşandı. Bunlar hiç de hayra alamet değil Padişahım. Ah benim efendim!

Скачать книгу