Скачать книгу

büyüyen Stein, Radcliffe’te okudu. 1903 yılında Paris’e gitti. Orada kendisini sanat ve edebiyat alanında geliştirdi. Daha sonra ömür boyu partneri olacak olan Amerikalı Alice B. Toklas (1877–1967) ile tanıştı. Zamanla edebi topluluklara ev sahipliği yaparak önemli bir ün elde etti. İki dünya savaşı arasında Paris’teki evi entelektüel bir toplantı mekanı gibi işliyordu. Ernest Hemingway (1899–1961), Pablo Picasso (1881–1973), Henri Matisse (1869–1954) ve benzeri isimler de burada yerlerini almışlardı.

      Kübist sanatın erken temsilcilerinden olan Stein bu akımın prensiplerini yazılarına uygulamaya çalıştı. Kübist ressamların aynı nesneyi farklı açılardan aynı anda yansıtmaları gibi, Stein de aynı sözcükleri takıntılı bir biçimde yineleyerek sözcüklerin farklı anlamlarını yansıtmaya çalıştı. Sözgelimi erken çalışmalarından biri olan Three Lives’ın (1909), “The Good Anna” adlı bir bölümünde good sözcüğü, bu son derece basit sözcüğün incelikleri etrafında bir çember oluşturacak şekilde tam yüz kez yineleniyordu. Stein yazılarını yaşanan anı yakalamak adına genellikle şimdiki zaman kipi kullanarak yazıyordu.

      Oldukça büyük bir egosu vardı. Kendisini çekinmeden dâhi olarak adlandırıyordu. Yüzyılın en yaratıcı edebi aklı olduğunu düşünüyordu. Çabalarını beyhude bulduğu diğer yazarlarla ise bolca dalga geçiyordu. Görünüşte partneri ile ilgili olan The Autobiography of Alice B. Toklas (1933) isimli eseri bile aslında kendisi hakkındaydı. Kariyeri boyunca ilginç, alıntılanabilir, durmaksızın kendisinin reklamını yapan bir yazar olarak kaldı. Toklas, tüm bu süre boyunca asistanlığını ve menajerliğini yapmıştı. Günlük işlerini o hallediyor, böylece Stein sadece yazılarıyla ilgilenebiliyordu.

Ek Bilgiler

      1- Muhtemelen Stein’in en çok anımsanan görüntüsü bir fotoğraf değil, Picasso’nun 1906 tarihinde yapmış olduğu bir maskeyi andıran portresidir. Eser, New York City’deki Metropolitan Sanat Müzesi’nde sergilenmektedir.

      2- Stein bir keresinde Hemingway’e, onu ve çağdaşı yazarları kayıp bir nesil olarak gördüğünü söyler. “Kayıp Nesil” terimi o günden sonra gruptaki yazarları tanımlamak için kullanılmıştır.

      Porgy ve Bess

      George (1898–1937) ve Ira (1896–1983) Gershwin kardeşler bir düzineden fazla Broadway müzikali yazmış, “Fascinating Rhythm” (1924) ve “Someone to Watch over Me” (1926) gibi Amerikan klasiklerine hayat vermişlerdir. Öte yandan belki de en ünlü eserleri, tartışmalı Porgy and Bess operasıdır (1935). “Summertime” gibi unutulmaz şarkıları ile Amerikan tiyatrosunda bir dönüm noktası sayılan operada bütün oyuncuların siyah olması da dönemine göre son derece cüretkar bir hareket olarak değerlendirilmiştir.

      Porgy and Bess yazar DuBose Heyward (1885–1940) tarafından kaleme alınan 1925 tarihli Porgy romanını temel alır. Hikaye Güney Carolina, Charleston’daki Catfish Row isimli bir siyah mahallesinde geçmektedir. Hikaye, Porgy isimli bir dilenci ve aşık olduğu Bess hakkındadır. Diğer önemli karakterler Bess’in dominant erkek arkadaşı Crown ve kokain satıcısı Sportin’ Life’dır.

      Müzikleri yazan George Gershwin, Porgy ve Bess için bir “folk opera” ifadesini kullanır. Ortaya Amerikan folk, caz ve blues gibi müzik türlerinden esinlenen bir eser çıkmıştır. Öte yandan kardeşi Ira’nın yazdığı lirik şiirlerde Afro-Amerikan diyalektleri kullanılır. Bu durum operanın negatif önyargıları güçlendirdiğini düşünen siyahların tepkisini çeker (Heyward ve Gershwin kardeşler beyazdır).

      Opera ilk gösterimden itibaren tartışmalara yol açar. Gershwinler 1930’larda oldukça cesaret gerektiren bir biçimde projeyi tamamen siyah bir ekiple hayata geçirmek için uğraşırlar. Ne var ki beyazlar tarafından fazla beğenilmeyen çalışma kimi siyahlarca ırkçı bulunur. Ancak operanın “Summertime”, “I Got Plenty O’ Nuttin’” ve “It Ain’t Necessarily So” gibi şarkıları klasikleşir. Sonunda kimi Afrikalılar da bazı ırksal önyargılar taşıdıklarını düşünmelerine rağmen operayı benimserler. Günümüzde eser 20. yüzyılın en iyi Amerikan operalarından biri olarak kabul edilmektedir.

Ek Bilgiler

      1- George Gershwin yenilikçi bir besteci, piyanist ve şefti. “Rhapsody in Blue” (1924) ve “An American in Paris” (1928) gibi eserleri bestelemişti.

      2- George Gershwin otuz sekiz yaşında beyin tümörü nedeniyle öldü.

      3- Kongre Kütüphanesi popüler şarkı ödülünü George ve Ira Gershwin adına vermektedir.

      Clark Gable

      Beyazperdede Clark Gable (1901–1960), sert ve erkeksi imajı ile tanınırdı. Sinema perdesi dışındaysa içkiye düşkün bir playboydu. Hollywood’un önde gelen yıldızları ile ilişkileri vardı. Bu özelliği dönemin en önemli yapımlarında yer alması ile birleşince, onu 30’ların ve 40’ların ünlü erkek yıldızlarından biri haline getirdi ve Hollywood’un Kralı unvanını almasını sağladı.

      Gable’ın kariyeri on iki filmde rol aldığı 1931 yılında başladı. Bir yıl sonra Red Dust’ta Jean Harlow’la birlikte oynadı. Bu filmle birlikte süper starlık yolundaki ilerleyişi hız kazandı.

      1934 yılında Frank Capra’nın It Happened One Night filmindeki oyunculuğu ile en iyi erkek oyuncu dalında Oscar Ödülü kazandı. Romantik bir komedi olan filmdeki oyunculuğu ile Gable, sert görünüşlü ama romantik ve duygusal karakterleri canlandırma noktasındaki yeteneğini de kanıtlamış oluyordu.

      Bir başka Oscar’ını ise asi lider Fletcher Christian’ı canlandırdığı Mutiny on the Bounty (1935) filmindeki rolü ile aldı. Halihazırda Hollywood’un Kralı gibi gözükse de hayatının rolünü henüz oynamış değildi.

      Rhett Buttler rolünü canlandırdığı mükemmel bir Amerikan destanı olan Gone with the Wind (Rüzgar Gibi Geçti) (1939) Gable’a ustalığını kanıtlama fırsatı vermiş oluyordu. Film gişe rekorları kırdı ve on dalda Oscar alarak bir rekor elde etmiş oldu. Gable’ın hayatının kalan kısmında ön planda bir insan olacağı artık kesinlikle ortaya çıkmıştı. Filmde Gable, Amerikan Film Enstitüsü’nün 2005 yılında sinema tarihinin en unutulmaz repliği seçtiği şu sözleri söylüyordu: “Açıkçası sevgilim, umurumda değil.”

      1942 yılında Gable’ın film yıldızı olan eşi Carole Lombard bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Bundan kısa bir süre sonra Gable Amerikan Hava Kuvvetleri’ne gönüllü olarak katıldı. II. Dünya Savaşı sırasında muharebe görevlerinde yer aldı. Savaştan sonraki hiçbir filmi önceki başarılarının yanına yaklaşamadı.

      John Huston’un yönettiği ve Arthur Miller’ın yazdığı son filmi The Misfits (1961) aynı zamanda Marilyn Monroe’nun rol aldığı son filmdi. Gable filmin tamamlandığını göremedi. Elli dokuz yaşında kalp krizi geçirerek hayata veda etti.

Ek Bilgiler

      1- “Gone with the Wind” on dalda Oscar alsa da, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü Robert Donat’ın olmuştur.

      2- “It Happened One Night”ın bir sahnesinde Gable gömleğini göğsünü açık bırakacak şekilde sıyırır. Bu filmden sonra ülkedeki erkekler Gable gibi görünmek için gömleklerinin altına giydikleri atletleri çıkarmışlardır.

      3- Gable en iyi film dalında Oscar kazanan üç filmde rol almıştır: “It Happened One Night”, “Mutiny on the Bounty” ve “Gone with the Wind”

      Faşizm

      28 Ekim

Скачать книгу