Скачать книгу

ref="#b00000033.jpg"/>

      Michael O’Mara’daki editörüm Silvia Crompton ve yayıncım Ana McLaughlin’in, aynı zamanda illüstratör Rachael Ludbrook’un ve Envy’deki tasarımcıların hayal gücü ve coşkusu olmasa bu kitap, bırakın bu kadar güzel olmayı, ortaya bile çıkmış olamazdı. Ayrıca espri anlayışımın bir ilkokul çocuğununkinden daha öteye gitmesine izin vermediği için Guy’a da teşekkür etmek isterim.

      Son olarak, ismimi bir kitabın üzerinde görünce muhtemelen sandalyelerinden düşen eski Yunanca öğretmenlerime de küçük bir özür borçluyum. Görünüşe bakılırsa aslında dinliyormuşum.

      GİRİŞ

      Anlaşılan o ki osurmak çok ama çok uzun zamandır komik olan bir şey.

      Yani en azından Roma dönemine ait fıkra kitabı Philogelos’un (genelde Kahkahasever olarak çevriliyor; ama aslında Şakacı daha uygun) yazıldığı MS dördüncü yüzyıldan beri bu böyle.

      Yunan yazarlar Hierocles ve Philagrios hakkında çok az şey biliyoruz. Kitabın yazıldığı tarihlerde Yunanistan, Roma İmparatorluğu’nun bir parçası olmuştu, kitapta Roma’ya birkaç gönderme yapılmış olmasının sebebi de budur. Fakat her iki yazarın da Yunan olduğu kesin. Ayrıca ben bu kitabı yavaş yavaş sarhoş oldukları bir meyhane gecesinde yazdıklarını düşünsem de (en azından yaptıkları gafların bazılarını açıklamış olurduk), gerçekte belki birbirlerini hiç tanımamış, hatta hiç var olmamış bile olabilirler. Dahası, bizler bu koleksiyonun tek bir oturuşta mı yazıldığını, yoksa kuşaklar boyu her yeni yazarın kendi esprisini eklemesiyle ağızdan ağıza mı yayıldığını bile bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, bunun dünyanın günümüze kadar gelebilmiş en eski fıkra kitabı olduğu; bir de dördüncü yüzyılda insanları en çok güldüren şeyin fıtığı olan bir hadım olduğu.

      Dördüncü yüzyıla gelindiğinde Romalılar, yayılma, yağmalama ve yol yapmayı neredeyse tamamlamıştı. Romalılar dendiğinde aklımıza gelen kişilerin (Jül Sezar, Vergilius, Gladyatör’deki o adam) hepsi çoktan gitmişti ve Roma İmparatorluğu bilinen dünyanın o kadar geniş bir kısmına yayılmıştı ki idare etmesi zorlaştı. Her yerde askeri idareciler arasında iç savaşlar çıkıyordu ve artık neredeyse Romalıların paydos etme vakti gelmişti.

      Neyse ki Hierocles ve Philagrios, etraflarında olup biten bu “bir devrin sonu” yaygarasından tamamen bihaberdiler de günlerini dırdırcı kadınlar ve ağız kokusuyla eğlenerek geçirmeyi tercih ettiler.

      Onların mizah anlayışları bizimkinden farklıydı: Yunanca çok net bir dil olduğu ve bu dildeki kelimeler sadece düz anlamlarıyla algılandığı için herhangi bir kelime oyunu veya mantık sapması (“Aman ne komik!” diyeceğimiz türdeki senaryolar), Yunanları kahkahaya boğuyordu. Absürd durumlar, budalalıklar ve kendi kimliğini şaşırmalarla birlikte bölgelere ait klişeler ve tüm yabancıların içine düştüğü inanılmaz saflıklar bu fıkraların çoğunun temelini oluşturuyor. Bazı fıkralar günümüzde de 1600 yıl önceki kadar komik olsa da diğerlerinin zamanın sınavından aynı başarıyla geçemediklerini görüyoruz. Klasikleşmiş maskaralıkları şimdi de komik bulabiliyoruz; sözgelimi iki tane 15 yaşında gelişkin köle yerine 30 yaşında bir tane köle satın alan deliye veya “Ölürsen kendimi asarım!” diyen karısına “Hazır hâlâ hayattayken yapsana, hayatım,” diyen kadın düşmanına gülebiliyor, geveze kuaförlerle ilgili kötü esprilerin ne kadar eski olduğuna şaşırabiliyoruz (Saçınızı nasıl keseyim efendim? – Sessizce.); fakat ödlekle (Olayın esprisi: Tam bir pısırıkmış) açgözlü adam (Olayın esprisi: Acayip açgözlüymüş) bugün övündüğümüz ince zekâmızın karşısında pek duramıyor.

      Ama Hierocles’le yakın dostunun dördüncü yüzyılda güldüğü şeylerin yirminci yüzyılda bizi güldürmemesi kimin umurunda? Bu fıkraların 1600 yıl yaşamış olması bile ortaya çıkarılmaları gerektiğini söylüyor bize. Hem siz de birazdan fark edeceksiniz ki içlerinden en kötüleri bile o kadar kötü ki insanı güldürüyor.

      YUNANCADAN İNGİLİZCEYE ÇEVİRENİN NOTU

      Son birkaç yüzyılda Philogelos’un İngilizceye birkaç tane akademik çevirisi yapıldı; hepsi de bir sürü dipnotla ve birçoğumuzun ufak tarihsel veya dilbilimsel detaylar olarak göreceği, titizlikle düzenlenmiş açıklamalarla dolu. Eğer bu tür bir kaynak istiyorsanız, bu kitabın sonunda bir “ilave kaynaklar” listesi bulunuyor, oraya bakabilirsiniz.

      Bu koleksiyonun ilk ticari baskısını hazırlarken benim yaptığım, bütün bunları yok sayıp fıkraları modern, akademik olmayan bir okuyucu kitlesi için komik hale getirmekti. Modern kelimelerin daha eğlenceli duracağı yerlerde eski moda deyimleri kullanmaktan kaçındım.

      Bir de Antik Yunanca dışında hiçbir dilde bir anlam ifade etmeyecek olan on-on beş kadar fıkrayı çıkardım. Fıkraların meyhanede geçen sarhoş bir gecede yazıldığına dair teorimi destekleyecek, neredeyse kelimesi kelimesine tekrar eden çok sayıda şey bulunuyordu, bunları da çıkardım.

      Böylece elimizde kalan 240 kadar ukala espri ve çocukça şaka oluyor ki bunlar da söz konusu hazırcevaplık olduğunda insanlığın şundan öteye gidemediğine şüphe bırakmıyor: “Öyle mi? Sen de pis kokuyorsun o zaman!”

      DELİLER

      Delinin biri gümüş ustasından bir lamba yapmasını ister.

      Gümüş ustası sorar:

      “Ne kadar büyük olsun?”

      “Aynı anda sekiz kişinin görmesine yetecek kadar.”

      Delinin teki neredeyse boğulacakmış. Yüzmeyi öğrenene kadar da bir daha suya girmeyeceğine yemin etmiş.

      Delinin teki doktora gitmiş ve demiş ki: “Doktor, doktor, her sabah kalktığımda bir yarım saat başım dönüyor, ama sonra geçiyor.”

      Doktor cevap vermiş: “O zaman yarım saat geç kalk.”

      Delinin teki atını satıyormuş. Alıcılardan biri atın yaşını merak ettiği için ilk dişlerini döküp dökmediğini sormuş. Bizim deli övünmeye başlamış:

      “Ohoo, ikincileri bile döktü. Önce babamınkileri, üstüne bir de benimkileri.”

      Adamın teki yolda bir deliye rastlamış. “Ah, benim akıllı dostum. Dün gece rüyamda seninle konuştuğumu gördüm.”

      “Ah canım,” demiş deli, “herhalde çok işim varmış ki dinleyememişim.”

      Delinin teki yolda mahallenin doktorunu kendisine doğru yürürken görmüş, hemen yüzünü gizlemeye kalkmış. Yanındaki arkadaşı ne olduğunu sorunca cevaplamış:

      “Epeydir hasta olmadım, yüzüne bakmaya utanıyorum.”

      Delinin teki bademciklerini aldırınca doktoru konuşmamasını salık vermiş. O da selam getirenlere karşılık vermesi için kölesini görevlendirmiş. Kölesi ne zaman konuşmaya kalksa araya girip açıklama yapmayı da ihmal etmemiş:

      “Selamlarınıza kölemin karşılık vermesini kabalık olarak algılamayın. Doktorum konuşmamamı söyledi.”

      Bir gün bir deli, kitaplarını kemiren fareyi yakalamaya karar verince bütün gece ağzında bir et parçasıyla oturmuş durmuş.

      DELİNİN

Скачать книгу