Скачать книгу

ve kahramanlar hakkında anlatılan efsanelerin ve hikâyelerin çoğunu anlamak için cennet, yeryüzü ve cehennemi onların bakış açısından değerlendirmek gerekir. Bu yüzden ileriki bölümlerde çevirisi bulunan ya da bahsi geçen efsaneler ve mitlere geçmeden önce bu kavramlarla ilgili görüşlerinin izini sürmek yerinde olacaktır.

      Yeryüzünün oluşumu ve biçimiyle ilgili olarak Babilli eski bir kahraman olan Etana hakkında anlatılan bir efsanede, ilginç bir paragrafa rastlıyoruz. Kartal, Etana’nın arkadaşlarından biriymiş ve bir gün Etana’yı cennete uçurmayı teklif etmiş. Etana, Kartal’ın teklifini kabul etmiş ve Kartal’ın tüylerine tutunarak yerden ayrılıp göklere çıkarılmış. Birlikte yükseklere doğru çıktıkça Kartal, Etana’ya giderek küçülen yeryüzüne bakmasını söylemiş. Uçuş boyunca farklı yüksekliklerde üç kez aşağı bakmasını söylemiş ve her bakışında gördüğü sadece su olmuş. İki saatlik bir aradan sonra Kartal, “Yeryüzünün görünüşüne bak dostum. Dikkatlice denize bak. Hemen yanındaki Bilgelik Evi6. Bak, yeryüzü nasıl dağ gibi görünüyor ve deniz de su havuzuna dönüşüverdi,” demiş. Etana’yı iki saat daha yukarılara çıkardıktan sonra Kartal, “Yeryüzünün görünüşüne bak dostum. Deniz, yeryüzünün etrafında bir kuşak gibi görünüyor,” demiş. İki saat daha yükseldikten sonra Kartal haykırmış: “Deniz artık bir bahçıvanın suyoluna dönüştü.” Uçuşlarının daha da yüksek bir noktasında yeryüzü artık bir çiçek tarhının boyutlarına kadar küçülmüş. Bu paragraflardan, efsanenin yazarının yeryüzünü etrafı denizlerle çevrili bir dağ gibi hayal ettiğini anlıyoruz. İlk durdukları noktada Etana ve Kartal denizin, ortasında yeryüzünün yükseldiği bir su havuzu gibi görüneceği kadar yüksekteydiler. Daha sonra deniz o kadar küçüldü ki yeryüzünün etrafında bir kuşak gibi göründü. Sonundaysa deniz, sulama amacıyla kullanılan “bahçıvanın suyolu”ndan birazcık daha büyük görünecek kadar küçülmüştü.

      Yeryüzünün, kenarları hafif meyilli bir dağa benzediği yarımküre biçiminde olduğu inanışı, diğer metinlerden de bildiğimiz kadarıyla Babilliler arasında yaygındı. Diodorus Siculus’a7 göre Babilliler, yeryüzünün bir “tekne” ve “çukur” gibi olduğunu belirtmişlerdir. Fırat ve Dicle nehirlerinde kullanılan teknelerin omurgaları yoktu ve teknelerin yazıtlarda karşılaştığımız tasvirlerinde biçimleri de daireye benziyordu.8 Böyle bir tekne tersyüz edildiğinde Babillilerin yeryüzünü tam olarak nasıl tasvir ettiği görülebilirdi: tabanı bir insanın belini saran kuşak gibi deniz tarafından kuşatılan bir yeryüzü. Mezopotamya’nın düzlüklerinde yaşayan birisine göre yeryüzü, merkezi Irak’ın yüksek sıradağlarıyla oluşturulmuş bir dağ gibi görünürdü. Diğer yandan Babil’in güneydoğusundaki Basra Körfezi ile Hint Okyanusu ve sırasıyla güneybatı ile batıya doğru uzanan Kızıldeniz ve Akdeniz de şüphesiz Babillilerde dünyayı okyanusun çevrelediği inancına neden oldu.

      Yeryüzünün üzerinde belli bir yükseklikte, tıpkı yeryüzüne benzeyen çukur yarımküre biçiminde katı bir kubbeye ya da çatıya benzeyen gökyüzü uzanmaktadır. Hem yeryüzü hem de gökyüzü, Apsû adı verilen büyük bir su kütlesinin, yani derin denizin üzerinde yatmaktadır. Gökyüzünün katı kubbesinin nasıl desteklendiği tam olarak belli değildi. Yani kubbenin yeryüzü tarafından mı desteklendiği yoksa yeryüzünden bağımsız olarak sular tarafından mı tutulduğu kesin değildi. Bir görüşe göre yeryüzünün köşesi, yukarı doğru dönerek gökkubbenin dayandığı ve onu çevreleyen dik bir sıradağa benzeyen katı bir duvar oluşturuyordu. Yeryüzünün oluşturduğu dağla bu dağlar tarafından oluşturulmuş dış duvar arasında deniz, dar bir akarsu gibi birikiyordu. Bu düşünce, Etana efsanesindeki bazı ifadelerle uyuşmaktadır, ancak buna karşı olarak denizin çoğunlukla Apsû’yla ya da yeryüzünün üzerine dayandığı kadim Derin Deniz’le özdeşleştirildiği gerçeği ileri sürülebilir. Öte yandan şayet yeryüzünün köşeleri, gökkubbeyi destekliyor olsaydı deniz ile Apsû arasındaki tüm iletişim kesilirdi. Bu sebeple de yeryüzünün gökkubbeyi desteklememesi ve gökkubbenin tüm dayanaklarının tıpkı yeryüzünün olduğu gibi Apsû üzerinde duruyor olması daha muhtemeldi. Başlangıçta, yeryüzünün yaratılmasından çok önce, içinde canavarların yaşadığı sudan başka hiçbir şey yoktu. Bununla birlikte bir başka yaratılış hikâyesi yorumuna göreyse Tanrı Bēl ya da Marduk, Derin Deniz’de yaşayan büyük bir dişi canavarı katletmiş ve sonra bedeninden gökyüzünü ve yeryüzünü yaratmıştır. Canavarın bedenini ikiye bölerek bir yarısından gökkubbeyi ve diğer yarısından da yeryüzünü şekillendirmiş.

      Gökkubbenin üzerinde de bir başka su kütlesi bulunuyordu. Katı gökkubbenin desteklediği ve dökülüp yeryüzünü taşırmasın diye yerinde tuttuğu semavi bir okyanustu bu. Kubbenin alt tarafındaysa yıldızlar kendi yörüngelerinde ve Ay Tanrısı da kendi rotasında ilerliyordu. Dahası gökkubbede biri doğuda diğeri batıda olmak üzere Güneş Tanrısı Şamaş’ın her gün dünyanın bir ucundan diğerine geçmek üzere kullanması için iki kapı bulunuyordu. Gökkubbenin arkasındaki doğu kapısından geçip dünyanın ucundaki Gün Doğumu Dağı’nın üzerinden dışarı adımını atıp gökyüzüne doğru yolculuğuna başlardı. Akşamleyin ise Günbatımı Dağı’na gelip gökyüzünün batı kapısından geçerek üzerinden atlıyor ve insanların görüş alanından kayboluyordu. Bir geleneğe göre gökyüzündeki bu günlük yolculuğunu iki coşkulu atın çektiği bir at arabasıyla gerçekleştiriyordu. Bununla birlikte silindir mühürlerin üzerindeki betimlemelerde, yolculuğunu genellikle yayan gerçekleştirdiği görülmektedir. Aşağıdaki görselde Şamaş gökyüzünün doğu kapısından girerken, dünyanın ufkunun üzerinde belirmektedir.

      Güneş Tanrısı Şamaş, gökyüzünün doğu kapısından geçerek ortaya çıkıyor. (British Museum’daki bir silindir mühüründen, 89. Numara, 110).

      Doğan Güneş’e ithaf edilen aşağıdaki ilahide, Şamaş’ın gökyüzünün doğu kapısından dünyaya girişinden söz edilmektedir:

      Ey Şamaş! Gökyüzünün temellerinden tutuşup çıktın,

      Parlak göklerin kilidini açtın,

      Gökyüzünün kapılarını açtın.

      Ey Şamaş! Yeryüzünün üzerinde başını kaldırdın.

      Ey Şamaş! Yeryüzünü cennetin aydınlığı ile kapladın.

      Akşam güneşine ithaf edilen bir başka ilahideyse Şamaş’ın gökyüzüne geri dönüşüne dair bir gönderme bulunmaktadır:

      Ey Şamaş! Sen gökyüzünün ortasına geldiğinde,

      Aydınlık göklerin kapılarının sürgüleri seni karşılasın,

      Cennetin kapıları seni kutsasın,

      Sevgili hizmetkârının dürüstlüğü sana yol göstersin,

      Kudretinin merkezi E-babbara’da hükümdarlığın şanlı olsun,

      Ve sevgili karın Ai neşeyle huzuruna gelsin,

      Ve kalbine huzur versin,

      Yüceliğin için adına şölen verilsin.

      Ey yiğit kahraman Şamaş! İnsanlık seni yüceltsin.

      Ey E-babbara’nın efendisi! Yolun daima açık olsun,

      Senin için mutlak güvenilir yoldan gidesin.

      Ey Şamaş! Sen dünyanın tek hâkimisin, bu yüzden kararları verensin.

      Her akşam Şamaş gökyüzünün

Скачать книгу


<p>6</p>

Denizlerin dibinde ikamet eden Bilgelik Tanrısı Ea’nın yaşadığı yer.

<p>7</p>

Sicilya’da doğmuş, MÖ birinci yüzyılda yaşamış ve kırk kitaplık bir dünya tarihi yazan Yunan bir tarihçi.

<p>8</p>

Babilliler ile Asurlular tarafından kullanılan tekneler, Herodot tarafından da tasvir edilmiştir. Ona göre, tekneler bir kalkana benzer biçimde daireseldi. İskeletleri söğüt dallarından yapılmış ve dışları hayvan derileriyle kaplanmıştı. Pruvalarıyla kıç tarafları arasında bir ayrım yoktu. Günümüzde üzerine katran sıvanan ağaç dallarıyla hayvan derilerinden yapılan benzer tekneler Bağdat’ta kullanılmaktadır. (Bkz. Layard’ın Nineveh and its Remains isimli eseri, cilt II, s. 381).