Скачать книгу

atacıl kültür, Avrupalılar ya da başka atacıl gruplarla karşılaşmanın sonucunda ortaya çıkmış olabilir. Jivarolar önce İnkalar, ardından da İspanyollar tarafından asırlar boyunca saldırıya uğradılar. Bunun sonucunda daha vahşileşmiş olmaları muhtemel. Ferguson’un da yazdığı gibi, Yanomamolar da benzer bir şekilde 1700’lerden itibaren Avrupa’nın sınır ihlallerine maruz kaldılar. Yaptıkları savaşların çoğu Avrupalıların kıtadaki mevcudiyetiyle yakından alâkalıydı. Son zamanlarda yaptıkları savaşlar bile Batılıların geride bıraktığı çelik aletler gibi eşyalar için düzenlenmişti.203 Arkeologlar, Amazonlar’da yaşayan çoğu topluluğun yüksek bir teknolojik seviyeye ulaşmış ve muhtemelen İnkaların, hatta Mezoamerikalıların akrabası olan yerleşik insanların soyundan geldiğine karar verdi. Amazon’un orta kesimlerinde içinde kırık çömlek parçaları, sanat eseri kalıntıları ve terra preta denen son derece verimli ve bir zamanlar ekilmiş geniş toprak parçalarının bulunduğu büyük yerleşim yeri harabeleri keşfedildi. Arkeologlar artık bu bölgede bin yıl boyunca bir uygarlığın var olduğuna ve 16. yüzyılda İspanyollar buraya vardığında hâlâ gelişmekte olduğuna inanıyorlar. Aslında İspanyol kâşif Francisco de Orellana’nın efsanevi El Dorado204 anlatımının, gördüğü Amazon kasabalarının samimi ve doğru bir tasviri olması oldukça muhtemel. Ancak diğer Amerikalılar gibi Amazonların da Avrupalıların kıtaya getirdiği yeni hastalıklara karşı bağışıklığı yoktu. Çiçek hastalığı, grip ve kızamık onları kırıp geçirdi ve sadece birkaç on yıl içinde uygarlıklarını yerle bir etti. Onların soyundan gelen az sayıda kabile günümüzde hâlâ bazı atacıl özelliklerini korusa da avcı-toplayıcı olarak yaşamaya devam ediyor.205

      Atacıl kültürü bir kenara bırakmadan önce -bazı son derece barbarca uygulamalara karşın- bu insanların hiçbir zaman Ortadoğu ve Orta Asya’nın Sahra-Asyalıları kadar atacıl olmadığının altını çizmekte fayda var. Sürekli çatışma ortamında yaşamalarına ve toplumsal mevki elde etmek hususunda takıntılı olmalarına rağmen, Ova Yerlileri aynı zamanda anasoylu ve anayerseldi. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Az-tekler kadınların din bilgini olmasına izin verecek kadar ataerkillikten uzaktı. Son kararı “baş insan” verse de siyasi teşkilatları oldukça demokratikti. İnkalar bile müthiş bir toplumsal tabakalaşma ve servet eşitsizliğine rağmen aynı zamanda Avrupa ve Amerika’nın bir daha 20. yüzyıla kadar asla göremeyeceği kadar gelişmiş bir refah devletinde yaşıyordu. Her İnka eyaletinde yiyecek ve diğer mallarla -genellikle giysi- dolu birçok büyük ambar bulunuyordu. Bu mallar fakirler, dullar, yaşlılar ve özürlüler arasında bölüştürülüyordu.206

      Çöküş’ten etkilenmiş ve etkilenmemiş insanlar arasındaki bir diğer fark da din kavramından ne anladıkları; bu konuya daha sonra ayrıntılı bir şekilde değineceğiz. “Çökmüş” din, dünyaya göz kulak olan ve onu denetleyen insana benzer tanrılara tapınmayı gerektirirken, “çökmemiş” din, dünyanın ve üzerindeki her varlığın içine işleyen ruhani bir gücün bilincinde olmayı ve dünyanın genellikle doğa olaylarıyla ilişkilendirilen sayısız ruhtan oluştuğuna inanmayı gerektiriyor. Amerikan Yerlilerinin Sahra-Asyalılara kıyasla daha az atacıl olduğu, dinlerinden de belli. Örneğin Ova Yerlilerinin dini “çökmemişti.” Her şeye nüfus eden bir Yüce Ruh’un, yani Yaşam Ustası’nın varlığına ve doğal olayların (ahirette karşılaşacağımız tanrılar değil) ruhlar tarafından yönlendirildiğine inanıyorlardı. İnkaların dini ise “çökmüştü” çünkü her şeye kâdir bir yaradana, Tanrı Viracocha’ya ve bazı daha önemsiz tanrılara tapıyor, dua ediyor ve kurban veriyorlardı. Ancak dinleri aynı zamanda “hiloteistti” çünkü tanrının her yerde olduğuna inanıyorlardı. Ronald Wrights’ın deyişiyle, İnkalar için “dünya kutsal kayalar, kaynaklar ve zirvelerden (wak’a) oluşan bir canlıydı. Bunlar yaradana ait tapınaklardı.”207

Amerikan Yerlileri – Genel Özellikleri

      Bu ilginç topluluklara oldukça uzun yer verdim çünkü genel bir anacıl kültürün arasına dağılmış küçük atacıl örnekler olduklarını hatırlamamız önemli. DeMeo’nun da ifade ettiği gibi, “bu öbeklerin her biri genel bir barışsever anacıl kültür ortasında kalmış küçük atacıl topluluklardı.”208 Yerli kabilelerin büyük çoğunluğu barışsever, demokratik ve ataerkillikten uzaktı. Alvin M. Josephy’nin sözleriyle, Kaliforniya Yerlileri ve (farklı dilleri konuşan çok sayıda kabileden oluşan) New Meksiko’nun Puebloları gibi topluluklar “dünya üzerindeki en barışsever insanlardı.”209 Bölge çok fazla göç almış olmasına rağmen, Amerikan Yerlilerinin ikamet ettiği binlerce yıl boyunca Kaliforniya’da savaş yaşandığına dair hiçbir arkeolojik kanıt bulunmadı. Bazı Amerikan Yerlileri günümüzde son derece elverişsiz çevresel koşullarda yaşıyorlar. Ancak buna rağmen son derece barışsever ve eşitlikçiler. Kuzey Kutup Bölgesi’nde yaşayan Eskimolar ise çok az savaşıyorlar -daha önce de belirttiğimiz gibi çatışmaları törenselleştiriyor, örneğin şarkı söyleme yarışmaları düzenliyorlar. Service’in yazdıklarına göre, Tierra del Fuego’nun çorak adalarında yaşayan Yahgan Yerlileri de benzer bir şekilde “kesinlikle savaşmıyorlar.”210 Birkaç atacıl kültür dışında, yerlilerin yaşadığı köylerde asla savunma amaçlı binalar inşa edilmiyor ya da köyler erişilmez noktalara kurulmuyor. Antropolog A. E. Hoebel ise Kuzey Amerika Yerlileri için genel olarak şunları söylüyor: “Asabiyetlerini başkalarına zarar vermeyecek şekilde dışa vuruyorlar: idman ve spor yaparak ya da eğlenerek. Ayrıca bir grup kendi istediğini diğerlerine onları zorlayarak değil ikna ederek usulca yaptırıyor.”211

      Elbette bu insanların tamamen barışsever olduğunu iddia etmiyorum. Zaman zaman komşu kabilelerle çatışma yaşanıyor ve sorunlar çarpışma ve akınların düzenlenmesine yol açıyordu. Ancak Ova Yerlilerinin sürekli savaşmasıyla kıyaslandığında bunların hiç önemi yok. Genel olarak savaşlarda daha az kan döküldüğü ve daha az ölüm olduğu neredeyse kesin. Aslında yerlilerin düzenledikleri muharebelere savaş demek ne kadar doğru olur orası da oldukça şüpheli. Bu kavramı kullansak bile en azından yerli “savaşlarının” Sahra-Asyalılarınkinden (elbette İnka ve Azteklerinkinden de) tamamen farklı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. İki grup askerin karşılıklı saf tutup bir taraf çok fazla kayıp verip teslim olmak zorunda kalana dek birbirine saldırıp ateş ettiği “savaş” sahneleri, yerlilerin çarpışmalarında kesinlikle yoktu. Savaşın amacı başka halkları alt etmek ve egemenlik altına almak değildi. Uzun muharebeler, kuşatmalar, fetihler ve çok sayıda ölüm yoktu. “Savaşlar” (Ova Yerlilerinde olduğu gibi) sık sık yaşansa bile düşük yoğunluklu ve kısa akınlar şeklinde gerçekleşiyordu.212

      İster göçebe avcı-toplayıcılar ister yerleşik düzene geçmiş olsunlar, Amerikan Yerlilerinin büyük çoğunluğu aynı zamanda eşitlikçiydi de. Eşitsizlik bireylerin servet, iktidar ve mevki sahibi olmak istemesinden kaynaklanır. İnsanlar bu amaç uğruna devamlı mücadele verirler -bunun en belirgin şekli, Sahra-Asyalıların kapitalist toplumlarında çokça yaygın olan rekabet duygusudur. Mücadele ve rekabetin sonunda bazı insanlar diğerlerinden daha fazla servet, iktidar ve mevki sahibi olur. Ancak Amerikan Yerlilerinin böyle bir servet ve iktidar tutkusu yok. Toprak ve diğer mülkler genellikle ortaklaşa kullanılıyor. Toplumun çıkarları her zaman bireylerinkinden önce geliyor. Hayırseverlik ve paylaşmak her şeyden üstün tutuluyor. Nüfusun geri kalanı rıza göstermemesine rağmen yine

Скачать книгу


<p>203</p>

Ferguson, 2003.

<p>204</p>

Var olduğuna inanılan efsanevi “Kayıp Altın Şehir” (ç.n.)

<p>205</p>

Mann, 2002; “The Secret of El Dorado,” 2002.

<p>206</p>

Wright, 1992; Josephy, 1975.

<p>207</p>

Wright, 1992, s. 69.

<p>208</p>

DeMeo, 1998, s. 375.

<p>209</p>

Josephy, 1975, s. 37.

<p>210</p>

Service, 1978, s. 42.

<p>211</p>

Fromm, 1974, s. 151 içinde.

<p>212</p>

Josephy, 1975.