Скачать книгу

ne kadar klasik edebiyat ve matematik çalışmaları, akademik derece elde edebilmenin tek yolunu teşkil ediyorduysa da eşi benzeri görülmemiş bir gayret ve dehaya sahip kimi hocalar, yaklaşmakta olan devrimin temellerini hazırlıyordu. Sedgwick, tanrının mesajını yayanları andıran ateşli bir tavırla yerbilimi öğretiyordu, bitkibilimci Henslow ise en sıradan çiçekten dahi ilgi çekici dersler çıkarılabileceğini ortaya koyuyordu. Özellikle Henslow, ihtiyar hocasını asla unutamayan genç Darwin’i cezbetmişti. Beagle gemisiyle yaptığı yolculuğunda tuttuğu güncenin giriş kısmında Profesör Henslow’a içten bir teşekkür sunduğunu görüyoruz: “Cambridge’de öğrenciyken doğa tarihinden tat almamı sağlayan en büyük nedenlerden biri… Yokluğumda eve yolladığım araştırmalarımdan örnekleri düzenleyen ve tavsiyeleriyle araştırma girişimlerime yön veren; döndüğümden beri dur durak bilmeden, sadece cömert bir dosttan gelebilecek tüm yardımları bana sağladı.”

      Darwin’in Profesör Henslow hakkında yazdıklarının, Rahip L. Jenyns’in başarılı bilim insanıyla ilgili yazdığı Memoirs25 kitabına katkı sağladığı da su götürmez. Şüpheye mahal bırakmayan bir diğer şeyse bir başkasının karakterini bu şekilde resmederek Darwin’in aynı zamanda, Bay Ro-manes’in de dediği gibi, “farkında olmadan kendi kendinin oldukça başarılı bir tasvirini” yaptığıydı.

      Darwin, Cambridge yıllarıyla ilgili şöyle yazmıştır: 1828 yılının başlarında Cambridge’e gittim ve doğa tarihinin herhangi bir dalına ilgi duyan tüm öğrenciler, hiçbir ayrım gözetilmeksizin Henslow tarafından desteklendiğinden çok geçmeden bazı böcekbilimci26 dostlarım aracılığıyla Profesör Henslow’la tanıştım. Hiçbir şey, onun genç doğabilimcilere karşı sergilediği bu destekleyici tavırdan daha basit, daha candan ve daha içten olamazdı. Kısa süre içinde onunla yakınlaştım. Profesörün engin bilgi birikimi karşısında dehşete kapılıyor olsak da çevresindeki gençlerin kendilerini rahat hissetmelerini sağlayan olağanüstü bir etkisi vardı. Profesörle tanışmadan önce genç bir arkadaşın, profesörün her şeyi bildiğini söyleyerek ondaki tüm yetenekleri özetlediğini işitmiştim. Her anlamda bizden daha üstün ve daha yaşlı bir adamın yanında, bu kadar rahat hissedebildiğimizi düşündüğümde bu rahatlığın sebebini sanırım, onun samimi biri olmasıyla, iyi kalpliliğiyle ve asla kendini düşünmemesiyle açıklayabilirim. Muhteşem zekâsıyla veya her konuda ne kadar bilgili olduğuyla değil, yalnızca meşgul olduğu konuyla ilgilendiği bir bakışta görülebilirdi. Herkesi etkileyen bir diğer tavrıysa yaşlı ve tanınmış insanlar ile genç öğrencilere aynı şekilde yaklaşmasıydı, herkese karşı alabildiğine dostça bir kibarlık sergilerdi. Doğa tarihinin herhangi bir alanıyla ilgili en işe yaramaz gözlemleri dahi büyük bir ilgiyle dinler, biri ne denli saçma bir hata yaparsa yapsın sözkonusu hataya öyle açık ve öyle kibar bir şekilde işaret ederdi ki karşı tarafın cesaretinin kırılması şöyle dursun bir sonraki sefer daha isabetli bir yorumda bulunmak için azmederdi. Uzun lafın kısası, Profesör Henslow kadar gençlerin güvenini tam anlamıyla kazanabilen ve tutkulu oldukları şey üzerine yönelmelerini teşvik eden bir kişi daha yoktur.

      Bitkibilim üzerine verdiği dersler kolayca anlaşılabilir cinstendi, herkesçe seviliyordu. Hatta o kadar seviliyordu ki ondan daha yaşlı üniversite mensuplarının bile üst üste birkaç derse katıldığı oluyordu. Profesör, haftada bir akşam evini misafirlere açar, doğa tarihine ilgisi olan herkes evinde düzenlenen bu toplantıya katılırdı. Bireyler arası iletişimi güçlendiren bu toplantılar tıpkı Londra’daki bilim topluluklarındaki gibi Cambridge’de de oldukça faydalı oluyordu. Kimi zaman üniversitenin en seçkin akademisyenleri de bu toplantılara katılırdı. Yalnızca birkaçının katıldığı toplantılardan birinde, o dönem önde gelen isimlerin, çok çeşitli ve etkileyici yetenekleriyle, akla gelebilecek her türlü konu hakkında sohbet ettiklerine şahit oldum. Bu, genç öğrenciler için hiç de öyle basit bir şey değildi, çünkü bu sohbetler bizi düşünmeye itiyor ve heveslendiriyordu. Profesör, bitkibilim sınıfını bir dönem içinde iki üç kez günübirlik gezilere götürürdü. Bu gezi nadir bulunan bir bitkiyi kendi habitatında gözlemlemeye gitmek ya da bataklığı gözlemlemek için bir tekneye atlayıp nehir boyu gezinmek ya da at arabalarına atlayıp vahşi zambakları veya haçlı karakurbağasını görmek için Gamlingay 27 gibi daha uzak yerlere gitmek olabiliyordu. Yaptığımız bu kısa geziler bende çok güzel anılar bıraktı. Gezi günlerinde Profesör, küçük bir çocuk gibi canlanırdı. Kırlangıçkuyruklar familyasından bir kelebeğin peşinden engebeli ve tehlikeli bataklıklara doğru koşanların başlarına gelen talihsizlikler karşısında çocuklar gibi içten kahkahalara boğulurdu. Sık sık bir bitki veya bir cisim hakkında bir şeyler anlatmak için dururdu. Doğa tarihinin bütün alt alanları üzerine araştırmalar yaptığından dolayı her bir böcek, kabuk veya fosil hakkında bir bildiği olurdu. Böyle geçen her günün sonunda bir pansiyonda veya evde akşam yemeği yerdik, bu yemeklerde hepimiz pek bir neşeli olurduk. Eminim bu günübirlik gezilere katılan herkes, gezilerin akıllarda keyif verici anılar olarak kalacağı konusunda benimle hemfikir olacaktır.

      Zaman geçtikçe Cambridge’de Profesör Henslow’la daha da yakınlaştık. Yardımseverliğinin sonu yoktu, beni sık sık evine davet ediyor, yürüyüşlerinde ona eşlik etmeme izin veriyordu. Her konu hakkında konuşuyordu, dine bakış açısı da buna dahildi, görüşlerini açıkça ifade etmekten çekinmiyordu. Bu seçkin adama o kadar çok şey borçluyum ki… Ne zaman ihtiyaç duysanız hep oradaydı. Kaptan Fitzroy, H.M.S. Beagle adlı gemiyle çıkacakları keşfe katılmak isteyen herhangi bir doğabilimciye kamarasının bir bölümünü vermeyi teklif ettiğinde, çok az tanıdığı fakat çalışacağını düşündüğü biri olarak beni önermişti. Doğa tarihine sıkı sıkıya bağlıydım, bu alana olan ilgimin kaynağı da büyük ölçüde Profesör Henslow’du. Beş yıl süren deniz yolculuğum süresince benimle sık sık mektuplaşarak çalışmalarıma yön verdi. Büyük kutularda eve yolladığım her bir numuneyi teslim aldı, açtı ve ilgilendi. Bu beş sene boyunca bana karşı ne kadar nazik ve yardımsever olduğunu bir kez bile aklından geçirmediğine eminim.

      Profesör Henslow’la yakın ilişki kurduğumuz o yıllarda sakinliğini bir an olsun kaybettiğine şahit olmadım. İnsanlardaki zayıf yönleri fark etmesine ederdi ama hiç kimse hakkında kötü de düşünmezdi. Bana kalırsa onun zihninde ne kibre, ne kıskançlığa ne de hasede yer vardı. Bütün bu yardımsever ve sakin karakterine karşın asla sıkıcı bir insan değildi. Tabii bu uysal görünümünün altında güçlü ve kararlı bir iradeye sahip olduğunu göremeyen bir kişi de düpedüz kördür. Prensipleri sözkonusu olduğunda hiç kimse onu yolundan alıkoyamazdı. Gözlem yapmaya ilişkin keskin kabiliyeti, sağlam hissiyatı ve ihtiyatlı sağduyusu onun zekâsının baskın özellikleriymiş gibi görünüyordu. Anlık gözlemlerden ulaştığı sonuçlar kadar onu eğlendiren başka bir şey olduğunu sanmıyorum. Bununla birlikte, Anglesea’nin jeolojik yapısı üzerine kaleme aldığı muhteşem inceleme ise onun uzun süreli gözlem yapma ve kapsamlı görüşler ortaya koyma yeteneğini gözler önüne sermektedir. Büyük bir gönül borcu ve hürmetle kendisinin karakteri üzerine düşündüğümde, Profesör’ün ahlaki nitelikleri, böyle yüksek bir karaktere sahip kişilerde olması gerektiği gibi, onun zekâsının dahi ötesine geçmektedir.

      Yukarıda verdiğimiz alıntıda genç Darwin’in ne kadar alçakgönüllü olduğu ortadadır. Kendi samimiyetini, öğrenme aşkını, bilim alanında çoktan yetkinlik sahibi olmuş kişilere olan saygısını ve tanıştığı bu önemli insanlarla kurduğu güzel ilişkilerdeki rolünü görmezden gelmektedir. Henslow, Kaptan Fitzroy’a Darwin’i önerirken “Çok fazla bir şey bilmeyen,” biri olarak değil de, “Gelecek vaat eden genç

Скачать книгу


<p>25</p>

İng. Anılar.

<p>26</p>

Darwin’in bu sözü, Bay Grant Allen’ın Darwin’in “ilk âşık” olduğu alanın yerbilim olduğu savını çürütür. Darwin Cambridge’e geldiğinde kendini bir böcekbilimci olarak görüyordu ve Edinburgh’tayken tam anlamıyla bir doğabilimci olduğu da Bay Ainsworth’ün dediklerine bakılırsa oldukça açık. Herkesçe tanınmış Amerikalı böcekbilimci C. V. Riley, “The American Entomologist dergisinin editörü Benjamin Dann Walsh’ın (aynı zamanda Cambridge’de Darwin’in sınıf arkadaşıydı), Darwin’in doğa tarihine olan düşkünlüğünü Cambridge’de geçirdiği zamanlarda bir böcek koleksiyonu yaparak gösterdiğini söylemişti,” diye aktarıyor (Proceedings of the Biological Society of Washington, ABD, 1. Cilt, 1882, s. 70). Öyle ki Charles Darwin, 1833 yılında kurulan Entomological Society of London’ın (Londra Böcekbilim Cemiyeti) asil üyelerinden biriydi ve 1838 yılında kurula seçilerek hayatı boyunca bu cemiyetin düzenlediği faaliyetlere ilgi gösterdi. 4 Ocak 1836 tarihinde Chiloe’den (Şili’de bir ada) böceklerle ilgili yazdığı bir günceyi ev adresine göndermiş, bu günce Charles Babington (şimdi Cambridge bitkibilim departmanında profesör) tarafından Cemiyet’in önünde yüksek sesle okunmuştu.

<p>27</p>

Cambridge’e 25 km uzaklıkta ve güneybatısında kalan bir kasaba. (ç.n.)