Скачать книгу

Wallander, Jespersen’den, çevresinde Alexandra Batista adında bir kadını duyan biri olup olmadığını sorması gerektiğini de düşündü.

      Özensiz davrandığı için rahatsız oldu. İyi düşünemedim, dedi kendi kendine. Saçma sapan hatalar yapıyorum.

      Saat sekize çeyrek vardı. Wallander dairede bir oraya bir buraya yürüyordu. Gergindi ama midesi şimdi iyi durumdaydı. Löderup’taki babasını yeni telefon numarasından aramayı düşündü ama muhtemelen tartışmaya başlayacaklardı. Mona’yla uğraşmak yeterliydi. Vakit geçirmek için evin etrafında yürüyüşe çıktı. Yaz gelmişti, akşam vakti hava sıcaktı. Planladıkları Skagen gezisine ne olacağını merak etti.

      Sekiz buçukta dairesine döndü. Saatini önüne koyup mutfak masasına oturdu. Çocuk gibi davranıyorum, diye düşündü. Ama şimdi daha farklı ne yapacağımı bilmiyorum.

      Saat dokuzda Mona’yı aradı. Hemen cevap verdi. “Sen telefonu kapatmadan önce açıklamak istediğim şeyler var,” diye başladı Wallander.

      “Telefonu kapatacağımı nereden çıkardın?”

      Bu cevap onu hazırlıksız yakalamıştı. Kendini ne söyleyeceğine iyi hazırlamıştı. Sözü Mona devraldı.

      “Aslında bir açıklaman olduğuna inanıyorum,” dedi. “Ama şu anda bu beni ilgilendirmiyor. Bence buluşup yüz yüze konuşmalıyız.”

      “Şimdi mi?”

      “Bu akşam olmaz. Ama yarın. Müsait misin?”

      “Tamam, olur.”

      “O zaman senin yanına geleceğim ama saat dokuza kadar gelemem. Annemin doğum günü, uğrayacağıma söz verdim.”

      “Akşam yemeği hazırlayabilirim.”

      “Gerek yok.”

      Wallander hazırladığı açıklamalara yeniden başladı. Ama Mona sözünü kesti.

      “Yarın konuşalım. Şimdi telefonda değil.”

      Konuşma bir dakikadan daha kısa sürede bitmişti. Wallander’in beklediği gibi olmamıştı. Ardından burnuna kötü kokular gelse de hayal etmeye bile cesaret edemediği bir konuşma olmuştu.

      Akşamın geri kalanını evde geçirme düşüncesi onu huzursuz etmişti. Henüz dokuzu çeyrek geçiyordu. Pildamms Park’ta yürüyüşe çıkmamı hiçbir şey engelleyemez, diye düşündü. Belki göz kapağı sarkmış bir adamla bile karşılaşabilirim.

      Wallander kitaplığındaki bir kitabın sayfaları arasına sıkıştırdığı toplam yüz kronu çıkardı. Paraları cebine koydu, paltosunu aldı ve çıktı. Rüzgâr yoktu, hava hâlâ sıcaktı. Otobüs durağına yürürken bir operadan melodi mırıldandı, Rigoletto. Otobüsün geldiğini görüp koşmaya başladı.

      Pildamms Park’a vardığında bunun iyi bir fikir olup olmadığını düşünmeye başladı. Büyük bir parktı. Ayrıca bir cinayet şüphelisini arıyordu aslında. Kendi başlarına hareket eden polislere yönelik uyarıları hatırladı. Ama yürüyebilirim, diye düşündü. Üniformam yok, kimse polis olduğumu bilmiyor. Ben sadece görünmez köpeğini gezdiren bekâr bir adamım.

      Wallander parktaki patikalardan birinde yürümeye başladı. Bir grup genç, bir ağacın altında oturuyordu. Biri gitar çalıyordu. Wallander birkaç şişe şarap gördü. Şu anda kaç tane yasayı çiğnediklerini merak etti. Lohman olsaydı kesinlikle çabucak harekete geçerdi. Ama Wallander öylece geçip gitti. Birkaç yıl önce kendisi de ağacın altında oturan insanlardan biriydi. Ama şimdi bir polisti ve halka açık yerlerde şarap içen kişileri gözaltına almalıydı. Bu düşünceyle başını salladı. Ağır ceza soruşturmalarında çalışmaya başlayana kadar zor da olsa bekleyecekti. Bunun için polis olmamıştı. Yazın akşam sıcağında gitar çalıp şarap içen gençleri yakalamak için değil. Gerçekten büyük suçluları yakalamaktı amacı. Şiddet içeren suçlar veya büyük çaplı hırsızlık ya da uyuşturucu kaçakçılığı yapanlarla mücadele edecekti.

      Parkın içine doğru yürüdü. Uzaktan trafiğin uğultusu geliyordu. Birbirine sımsıkı sarılmış iki genç yürüyordu. Wallander, Mona’yı düşündü. Muhtemelen işe yarayacaktı. Yakında Skagen’e gideceklerdi ve bir daha asla randevularına geç kalmayacaktı.

      Wallander durdu. Birkaç kişi çok uzak olmayan bir bankta oturmuş içki içiyordu. İçlerinden biri, yerinde durmayan bir Alman kurdunun tasmasını çekiştiriyordu. Wallander yavaşça onlara yaklaştı. Ona hiç ilgi göstermediler. Wallander göz kapağı sarkık kimse göremedi. Ama ayakları üzerinde sallanmadan duramayan bir adam birden Wallander’in önüne dikildi. Çok yapılı bir adamdı. Gömleğinin açık düğmesinin altından şişmiş karın kasları görünüyordu.

      “Bir onluğa ihtiyacım var,” dedi.

      Wallander başta hayır demek istemişti. On kron çok paraydı. Sonra fikrini değiştirdi.

      “Bir arkadaşımı arıyorum,” dedi. “Göz kapağı sarkmış bir adam.”

      Wallander cevap alabileceğini düşünmemişti ancak beklenmedik bir cevap alarak şaşırdı.

      “Rune burada değil. Sadece Şeytan bilir nerede olduğunu.”

      “Evet, o,” dedi Wallander. “Rune.”

      “Sen de kimsin be?” dedi sallanan adam.

      “Benim adım Kurt,” dedi Wallander. “Eski bir arkadaşıyım.”

      “Seni daha önce hiç görmedim.”

      Wallander ona bir onluk verdi.

      “Onu görürsen söyle,” dedi Wallander. “Ona Kurt’ün burada olduğunu söyle. Bu arada Rune’nin soyadını biliyor musun?”

      “Soyadı var mı onu bile bilmiyorum. Rune, Rune’dir.”

      “O hâlde nerede yaşıyor?”

      Adam bir an sallanmayı bıraktı.

      “Arkadaş olduğunuzu söylediğini sanıyordum? O zaman nerede yaşadığını da biliyorsundur.”

      “Çok yer değiştiriyor.”

      Adam bankta oturan diğerlerine döndü.

      “Aranızda Rune’nin nerede yaşadığını bilen var mı?”

      Devamında konuşma son derece karışık bir hâl aldı. İlk başta hangi Rune’den bahsettiklerini anlamaları uzun zaman aldı. Sonra bu Rune’nin nerede yaşayabileceğine dair birçok öneri sunuldu. Tabii, bir evi varsa eğer. Wallander bekledi. Bankın yanındaki Alman kurdu konuşma boyunca havladı.

      Kaslı adam döndü.

      “Rune’nin nerede yaşadığını bilmiyoruz,” dedi. “Ama ona Kurt’ün burada olduğunu söyleyeceğiz.”

      Wallander başını sallayıp hızla uzaklaştı. Elbette yanılıyor olabilir. Göz kapağı sarkık birden fazla kişi olabilir. Yine de doğru yolda olduğundan emindi. Hemen Hemberg’le iletişime geçip parkın gözetim altına alınmasını önermesi gerektiği aklına geldi. Belki polis kayıtlarında göz kapağı sarkmış bir adam vardır?

      Sonra Wallander kararsız kaldı. Yine çok hızlı ilerliyordu. Önce Hemberg’le kapsamlı bir görüşme yapmalıydı. Ona isim değişikliğini ve Jespersen’in söylediklerini anlatmalıydı. O zaman bunun bir ipucu olup olmadığına Hemberg karar verir.

      Wallander, Hemberg’le konuşmak için ertesi günü bekleyecekti.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст

Скачать книгу