Скачать книгу

hafta sonra da Astrid Hillström Paris’ten bir kart yollayarak güneye doğru gideceklerini yazmıştı. Şimdi üçüncü bir kart daha gelmişti.

      Martinson sustu.

      Wallander arkadaşının söylediklerini bir an düşündü. “Nerede ve nasıl bir terslik çıkmış olabilir?” diye sordu.

      “Hiçbir fikrim yok.”

      “Ortadan kaybolmalarıyla ilgili olarak alışılmışın dışında herhangi bir şey söz konusu mu?”

      “Hayır değil.”

      Wallander arkasına yaslandı. “Elimizdeki somut tek şey Eva Hillström’ün yoğun kaygısı,” dedi. “Endişeli bir anne var elimizde.”

      “Ve bu endişeli anne de kartları kesinlikle kızının yazmadığını söylüyor.”

      Wallander evet dercesine başını salladı. “Kayıp raporu tutmamızı istiyor mu?”

      “Hayır. Başka bir şey yapmamızı istedi. ‘Bir şeyler yapmalısınız,’ dedi.”

      “Rapor tutmak dışında ne yapabiliriz? Gümrüklere de yazı gönderdik.”

      Sustular. Saat dokuza çeyrek vardı. Wallander soru sorarcasına Martinson’a baktı.

      Martinson ahizeyi kaldırıp Svedberg’in numarasını çevirdi, sonra telefonu kapattı.

      “Yine telesekreter çıktı.”

      Wallander kartpostalı Martinson’a uzattı. “Yeni bir şeyler bulacağımızı sanmıyorum,” dedi. “Yine de Eva Hillström’le bir konuşsam iyi olacak diye düşünüyorum. Ondan sonra da bu konuda ne yapacağımıza karar veririz ama onlar için kayıp ilanı çıkarmamızı gerektiren herhangi bir kanıt da yok elimizde, en azından şimdilik.”

      Martinson, Eva Hillström’ün telefon numarasını bir kâğıda yazdı. “Muhasebeci.”

      “Ya babası?”

      “Boşanmışlar. Galiba o da bir kez aradı. Yaz Dönümü Bayramı’ndan hemen sonraydı sanıyorum.”

      Martinson notlarını toplarken Wallander ayağa kalktı. Birlikte toplantı odasından çıktılar.

      “Belki Svedberg de benim gibi yapıp kimseye haber vermeden bugünü kendine tatil ilan etti.”

      “Tatilden daha yeni dönmüştü,” dedi Martinson. “Hiç izni kalmadı ki.”

      Wallander ona hayretle baktı. “Sen bunları nereden biliyorsun?”

      “Yıllık izninden bir haftayı benimle değiştirmesini istemiştim ama kesintisiz bir tatil yapmak istediğinden bunu kabul etmedi.”

      “Daha önce böyle uzun bir tatile çıktığını hiç sanmıyorum,” dedi Wallander.

      Martinson’un odasının önünde ayrıldılar. Wallander kendi odasına gitti. Masasının başına geçip Martinson’un verdiği numarayı çevirdi. Telefonu Eva Hillström açtı. O gün öğleden sonra emniyete gelmeyi kabul etti.

      “Bir şey mi var?” diye sordu Eva Hillström.

      “Hayır,” diye karşılık verdi Wallander. “Sizinle konuşmamda yarar olduğunu sanıyorum yalnızca.”

      Telefonu kapatıp tam kahve almak için ayağa kalkarken Höglund başını kapıdan içeri uzattı. Tatilden yeni dönmesine karşın yüzü kireç gibi bembeyazdı. Wallander onun bu solgun hâlinin iç dünyasından kaynaklandığını düşündü. İki yıl önce vurulmasının etkisinden hâlâ kendini tam olarak kurtaramamıştı. Fiziksel olarak iyileşmişti ama Wallander onun duygusal açıdan iyileşip iyileşmediğinden emin değildi. Bazen genç kadının hâlâ çok korktuğunu düşünüyordu. Buna da şaşmamak gerekirdi. Hemen hemen her gün kendisi de bıçaklandığı ânı düşünmüyor muydu? Üstelik bu olay yirmi yıl önce olmuştu.

      “Girebilir miyim?”

      Wallander masasının hemen yanındaki sandalyeyi eliyle gösterdi. Genç kadın geçip oturdu.

      “Svedberg’i gördün mü?” diye sordu Wallander.

      Höglund başını hayır dercesine salladı.

      “Bu sabah Martinson ve benimle birlikte toplantıya katılacaktı ama gelmedi.”

      “Svedberg toplantıları asla kaçırmaz.”

      “Haklısın ama bugün kaçırdı işte.”

      “Evden aradın mı? Kim bilir, belki de hastadır.”

      “Martinson telesekreterine birkaç mesaj bıraktı. Ayrıca Svedberg hiç hastalanmaz.”

      Bir süre Svedberg’in yokluğu üstüne tahminde bulunmaya çalıştılar.

      “Benimle konuşmak istediğin konu neydi?” diye sordu Wallander.

      “Şu Baltık araba kaçakçılarını hatırlıyor musun?”

      “Nasıl unutabilirim? Onları yakalamak için tam iki yıl uğraşmıştım.”

      “Galiba yeniden işe başladılar.”

      “Liderleri hapisteyken mi?”

      “Galiba birileri boşluğu doldurmaya karar vermiş ama bu kez Göteborg merkezli değiller. Sürülen izler diğer yerlerin yanı sıra Lycksele’yi gösteriyor.”

      Wallander şaşırmıştı. “Laponya mı?”

      “Günümüz teknolojisiyle dünyanın dört bir yanından iş yapabilirsin artık.”

      Wallander başını iki yana salladı ama Höglund’un haklı olduğunu biliyordu. Organize suçlular her zaman en son teknolojiyi kullanırlardı.

      “Her şeye yeniden başlayacak enerjim yok artık benim,” dedi. “Araba kaçakçılarının peşine düşmek benim işim değil artık.”

      “Lisa görevi benim üstlenmemi istedi. Çalıntı arabalardan ne denli sıkıldığını sanırım sonunda o da fark etti ama bana konuyla ilgili bilgi vermeni istiyorum.”

      Wallander evet dercesine başını salladı. Ertesi gün bu konuyu görüşmek üzere anlaştılar, sonra kantine gidip açık pencerenin önündeki masalardan birine oturarak kahve içtiler.

      “Tatilin nasıl geçti?” diye sordu Wallander.

      Genç kadının gözleri birden yaşlarla doldu. Wallander onu rahatlatmak için bir şeyler söylemeye hazırlanırken Höglund onu eliyle durdurdu.

      “Pek harika sayılmazdı,” dedi kendini toparlamaya çalışırken. “Ama bu konuda konuşmak istemiyorum.”

      Kahve fincanını alıp ayağa kalktı. Wallander genç kadının arkasından baktı. Höglund’un verdiği az önceki tepkiyi düşünerek bir süre daha oturdu.

      Birbirimiz hakkında fazla bir şey bilmiyoruz, diye geçirdi içinden. Onlar benimle ilgili hemen hemen hiçbir şey bilmiyorlar, ben de onlarla ilgili hiçbir şey bilmiyorum. Birlikte çalışıyoruz, yaşantımızın büyük bölümü burada geçiyor ama birbirimiz hakkında ne biliyoruz? Hiçbir şey.

      Saatine baktı. Daha çok zamanı vardı, yine de doktorunun muayenehanesinin bulunduğu Kapell Caddesi’ne doğru yürümeye karar verdi. Endişeliydi.

      Doktoru gençti. Adı Göransson’du ve Kuzeyliydi. Wallander ona şikâyetlerini anlattı. Sürekli yorgun hissetmesinden, susamasından ve sık sık tuvalete gitmesinden söz etti. Ayrıca geceleri bacaklarına giren krampları da anlattı.

      Doktor hiç zaman yitirmeden tanısını açıkladı.

      “Sanırım şekerin yükselmiş,” dedi.

      “Şeker mi?” diye sordu Wallander şaşkınlıkla.

      “Diyabet.

Скачать книгу