Скачать книгу

Gertrud.

      Wallander onun ne demek istediğini anlamıştı. Onun yerinde olsaydı büyük olasılıkla o da aynı şekilde davranırdı. Tarlaların arasında bir süre yürümüşler ve daha sonra Gertrud evin satışında kendisine yardım etmesini istemişti. Acelesi yoktu, yaz sonuna dek bekleyebilirdi ama sonbahardan önce evden taşınmak istiyordu. Rynge’de oturan kız kardeşinin kocası yeni ölmüştü ve Gertrud da kardeşinin yanında olabilmek için oraya taşınmak istiyordu.

      Artık vakit gelmişti. Wallander o gün işinden izin aldı. Sabah saat dokuzda Ystad’dan bir emlakçı gelecek ve birlikte oturup uygun bir fiyat saptayıp evi satışa çıkaracaklardı. Emlakçı gelmeden önce Gertrud’la birlikte babasının bazı kişisel eşyalarını kutulara koyacaklardı. Eşyaları toplama işini bir hafta önce tamamlamışlardı. Wallander’in iş arkadaşlarından Martinson bir römorkla gelmiş ve kutuları Hedeskoga’nın dışındaki çöplüğe birkaç seferde taşımışlardı. Wallander, içinde artan bir sıkıntıyla, insanın yaşamından geri kalanlar ister istemez kaçınılmaz bir şekilde en yakın çöplükte sona eriyor, demişti kendi kendine.

      Anıların yanı sıra babasından artık geriye yalnızca birkaç fotoğraf, beş tabloyla birkaç kutunun içine sığmış eski mektuplar ve bazı evraklar kalmıştı. Hepsi bu kadardı. Babasının yaşamı sona ermiş, konu kapanmıştı.

      Wallander eve giden yola saptı. Bahçede kendisini bekleyen Gertrud’u gördü. Gertrud’un babasıyla evlendiği günkü elbiseyi giymiş olduğunu fark edince şaşırdı. Birden bir elin boğazını sıktığını sandı. Soluk alamadı. Bu, Gertrud için bir tür tören niteliğindeydi. Evinden ayrılıyordu.

      Kahvelerini mutfakta içtiler. Mutfak dolaplarının kapıları aralıktı, aradan boş raflar görünüyordu. Gertrud’un kız kardeşi bugün onu almaya gelecekti. Evin anahtarı Wallander’de kalacaktı. Bir tane de emlakçı için yaptırtmıştı. Birlikte son bir kez daha kutuları gözden geçirdiler. Eski mektupların arasında Wallander çocukluğundan kalma ayakkabıları gördü. Babası bunca yıl oğlunun ayakkabısını mı saklamıştı?

      Wallander kutuları arabasına yerleştirdi. Arabanın kapısını kapatırken basamaklarda duran Gertrud’u gördü. Gülümsüyordu.

      “Tabloları unutmadın, değil mi?”

      Wallander hayır dercesine başını salladı. Babasının stüdyosuna doğru gitti. Stüdyoyu temizlemelerine karşın hâlâ içerisi yağlı boya ve terebentin kokuyordu. Babasının sürekli kullandığı kahve fincanı sobanın yanında duruyordu.

      Belki bu, buraya son gelişim, diye geçirdi içinden Wallander, ama ben Gertrud gibi giyinmedim. Üstümdekiler son derece sıradan ve eski. Eğer şansım yaver gitmesiydi belki ben de şimdi babamın yanında olacaktım. Çöplüğe Linda gidecek, benden arta kalan eşyaları atacaktı ve eşyalarımın arasında biri horozlu, diğeri horozsuz tabloları bulacaktı.

      Birden ürperdi. Babası sanki hâlâ bu yarı karanlık stüdyoda oturuyor gibi gelmişti. Tablolar duvara dayalıydı. Kucaklayıp arabaya götürdü. Sonra tabloları bagaja koydu, battaniyeyle örttü. Gertrud hâlâ basamakların başında duruyordu.

      “Başka bir şey var mı?” diye sordu.

      Wallander hayır dercesine başını salladı. “Yok,” diye karşılık verdi. “Hiçbir şey kalmadı.”

      Saat tam dokuzda emlakçının arabası yolda göründü, direksiyon başındaki adam arabayı park edip indi. Wallander şaşkınlıkla onu tanıdığını fark etti. Emlakçının adı Robert Åkerblom’du. Birkaç yıl önce karısı acımasızca öldürülmüş, cesedi eski bir kuyuya atılmıştı. Bu, Wallander’in katıldığı en zor ve en dehşet verici cinayet soruşturmalarından biriydi. Kaşlarını çattı. İsveç’in dört bir yanında ofisleri olan en büyük emlak şirketiyle bağlantı kurmuştu. Åkerblom’un şirketinin onlarla bir ilgisi yoktu. Wallander, Robert Åkerblom’un iş yerini karısı Louise Åkerblom’un öldürülmesinden hemen sonra kapattığını duymuştu sanki.

      Basamaklara yaklaştı. Robert Åkerblom hiç değişmemişti. Wallander’in ofisinde ilk karşılaştıklarında ağlamıştı. Adamın, karısının ölümüne duyduğu acı ve üzüntü içtendi. Wallander karı kocanın Metodist olduklarını biliyordu.

      El sıkıştılar. “Yine karşılaştık,” dedi Robert Åkerblom.

      Sesi Wallander’e yabancı gelmemişti. Bir an için Wallander’in kafası karıştı. Acaba o anda ne söylemesi gerekiyordu? Robert Åkerblom ondan önce davrandı.

      “Hâlâ ilk günkü gibi yas tutuyorum,” dedi yavaşça. “Ama kızlarım çok daha zor durumda.”

      Wallander iki kızı hatırladı. O günlerde ikisi de çok küçüktü. Annelerinin başına neler geldiğini tam olarak anlayamamışlardı bile.

      “Zor olmalı,” dedi Wallander. Bir an için son buluşmalarında olduğu gibi Robert Åkerblom’un ağlamaya başlayacağından korktu ama böyle bir şey olmadı.

      “İşime dört elle sarılmaya çalıştım,” dedi Åkerblom. “Ama yeterli enerjim yoktu. Rakip firmalardan biri iş teklifinde bulununca da hiç düşünmeden kabul ettim. Asla da pişman değilim. Artık gecelerimi muhasebe defterleri üstünde kafa patlatmakla geçirmiyorum. Kızlarıma daha fazla zaman ayırabiliyorum, bu da çok hoşuma gidiyor.”

      Gertrud yanlarına gelince üçü birden eve doğru yürüdüler. Åkerblom bir yandan notlar alırken bir yandan da odaların fotoğraflarını çekiyordu. Tüm iş bittikten sonra mutfakta oturup kahve içtiler. Åkerblom’un önerdiği fiyat Wallander’e önce düşük gelmişti ama daha sonra önerilen rakamın babasının bu evi satın alırken ödediğinin üç katı olduğunu fark edince susmayı yeğledi.

      Åkerblom saat on biri biraz geçe yanlarından ayrıldı. Wallander, Gertrud’un kız kardeşinin gelmesini beklemenin iyi olacağını düşünmüştü ama Gertrud onun aklından geçenleri okumuşçasına bunun hiç gereği olmadığını, yalnız kalabileceğini söyledi.

      “Hava çok güzel,” dedi Gertrud. “Sonunda yaz geldi ama geldiği gibi de gidecek. Ağustos sonuna yaklaşıyoruz. Bahçede oturur, kız kardeşimi beklerim.”

      “İstersen ben de kalırım. Bugün izinliyim.”

      Gertrud başını iki yana salladı. “Rynge’ye beni görmeye geleceksin, değil mi?” dedi. “Ancak birkaç hafta sonra. Yerleşeyim öyle gelirsin.”

      Wallander arabasına binip Ystad’a doğru sürdü. Doğruca evine gidecek, doktorundan randevu alacaktı. Daha sonra çamaşırhaneye inip çamaşırları makineye atar ve evi temizlerdi. Acelesi olmadığından uzun yola saptı. Araba kullanmayı pek severdi. Gözünün, gönlünün zaman zaman farklı şeyler görmesinde yarar vardı. Valleberga’yı geçtikten hemen sonra telefon çaldı. Arayan Martinson’du. Wallander arabayı yol kenarına çekti.

      “Uzun zamandan beri sana ulaşmaya çalışıyorum,” dedi Martinson. “Tabii kimse bana bugün izinli olduğunu söylemedi. Ayrıca telesekreterinin de çalışmadığının farkında mısın?”

      Wallander telesekreterinin zaman zaman takıldığının farkındaydı. Martinson’un sesini duyar duymaz önemli bir şeyler olduğunu anlamıştı. Uzun zamandan beri polis olmasına karşın her zaman aynı his söz konusu olurdu. Bedeni geriliverirdi. Soluğunu tuttu.

      “Hansson’un ofisinden arıyorum,” dedi Martinson. “Astrid Hillström’ün annesi beni görmeye geldi.”

      “Kimin annesi?”

      “Astrid Hillström’ün. Kaybolan gençlerden birinin annesi.”

      Wallander onun ne demek istediğini anlamıştı.

      “Ne

Скачать книгу