Скачать книгу

kahve doldurdu.

      Saat onda herkes odasında toplanmıştı. Pencerenin yanındaki sandalyede oturan Rydberg cinayet mahallinden gelmişti. Odada toplam yedi polis vardı. Wallander hastaneyi arayıp yaşlı kadının kritik durumunun değişmediğini öğrendi.

      Sonra olanları ayrıntılarıyla anlattı.

      “Orada olanlar hayal ettiğinizden de kötü,” dedi. “Sen ne dersin Rydberg?”

      “Doğru,” diye yanıtladı Rydberg. “Tıpkı Amerikan filmlerindeki gibi. Hatta kan kokusu bile var. Böylesini hiç görmemiştim.”

      “Katilleri yakalamak zorundayız,” sözleriyle bitirdi konuşmasını Kurt Wallander. “Böyle gözü dönmüş canilerin ortalıkta dolaşmalarına göz yumamayız!”

      Oda sessizliğe gömüldü. Rydberg sandalyenin kolunu parmaklarıyla tıkırdatıyordu. Dışarda koridorda bir kadının kahkahası duyuluyordu.

      Kurt Wallander etrafına göz gezdirdi. Bunların hepsi onun birlikte çalıştığı kişilerdi. Hiçbiriyle sıkı bir arkadaşlığı yoktu. Ama birbirlerine bağlıydılar.

      “Şimdi,” dedi, “ne yapmalıyız? Artık işe koyulmamız gerekiyor.”

      Saat on bire yirmi vardı.

      3

      Öğleden sonra saat dörde çeyrek kala Kurt Wallander acıktığını fark etti. Öğlen yemek yemeye fırsat bulamamıştı. Sabahki soruşturma toplantısından sonra Lenarp katillerinin soruşturmasıyla meşguldü. Nedense katilin bir kişi değil de birden fazla olduğunu düşünüyordu. Ona göre, bir kişinin tek başına bu kanlı katliamı gerçekleştirmiş olması imkânsızdı.

      Masasındaki koltuğuna geçip basın metnini düzenlemeye başladığında hava çoktan kararmıştı. Masanın üzerinde santral memurlarından birinin getirdiği, telefon edenlerin adlarının yazılı olduğu bir dizi not kâğıdı duruyordu. Notların arasında kızının adını boşuna aradıktan sonra hepsini bir yığın halinde toparlayıp gelen posta bölmesine koydu. Yerel televizyonun karşısına çıkıp polisin henüz katil ya da katillerle ilgili herhangi bir ipucu bulamadığını söylemek zorunda kalmanın doğuracağı sıkıntıdan kurtulmak için Rydberg’e âdeta yalvararak bu işi üstlenmesini istedi. Buna rağmen basın metnini kendisi hazırlayacaktı. Acaba ne yazmalıydı? Gün boyu çalışmış ama sonuçta bir yığın soru işaretinden başka bir şey ortaya çıkmamıştı.

      Bekleyişle geçen bir gündü. Boynundaki ipten son anda kurtulan yaşlı kadın yoğun bakımda yatıyor, burada ölüm kalım savaşı veriyordu.

      Kadının o korkunç gecede, ıssız çiftlikte neler gördüğünü öğrenmeyi başarabilecekler miydi? Yoksa bunları anlatmaya fırsat bulamadan ölüp gidecek miydi kadın?

      Kurt Wallander pencereden dışarıya, karanlığa baktı.

      Basın metni yerine o gün neler yapıldığına ve hangi izlerin peşinde koştuklarına dair bir özet yazmaya başladı.

      Hiçbir şey, diye düşündü yazısını bitirdiğinde. Yaşlı iki insan, sakladıkları paraları da yok, vahşice saldırıya uğramış ve işkence görmüşler. Komşular hiçbir şey duymamış. Ancak katiller ortadan kaybolduktan sonra yaşlı kadının yardım çağrısını duymuşlar ve pencerelerden birinin kırılmış olduğunu fark etmişler. Hepsi bu.

      Yerleşim merkezlerinden uzak çiftliklerde yaşayan yaşlı insanlar eskiden beri hırsızların hedefiydi. Bu tür olaylarda saldırganların yaşlıları bağladığı, dövdüğü, hatta öldürdüğü görülürdü.

      Ancak bu kez başka bir şey var, diye düşündü Kurt Wallander. Boğaza geçirilmiş olan ip bu olayın endişe verici boyuttaki vahşetine ve nefretine, hatta belki de bir öç alma olayı olduğuna işaret ediyor.

      Bu saldırıda alışılmadık bir şeyler vardı.

      Şu an yapılabilecek tek şey beklemekti. Bütün gün polisler Lenarp sakinleriyle konuşmuştu. Belki bir şeyler gören birileri vardı? Çoğu kez saldırganlar eyleme geçmeden önce çevredeki yaşlı insanları araştırırlardı. Ayrıca belki Rydberg de her şeye rağmen olay yerinde birkaç ipucu bulmuş olabilirdi.

      Kurt Wallander saate baktı. Hastaneyi en son ne zaman aramıştı? Kırk beş dakika önce mi? Bir saat mi?

      Basın metnini tamamlayana kadar beklemeye karar verdi.

      Kasetçaların kulaklıklarını takıp Jussi Björling’in bir kasetini koydu. Otuzlu yılların kaydından gelen tiz ses, “Rigoletto” müziğinin güzelliğini bastıramıyordu.

      Basın metni sekiz satırdı. Kurt Wallander bir sekreter bulup metni bilgisayarda yazdıktan sonra çoğaltmasını rica etti. Bu arada Lenarp çevresinde yaşayan herkese postalanacak anketi okudu. Bu vahşi cinayetle bağlantılı olabilecek olağan dışı bir şeyler görülmüş müydü? Bu anket işine pek olumlu bakmıyordu, olsa olsa fazladan uğraştırmış olacaktı. Telefonların durmadan çalacağına ve iki polisin bütün gün bu olay hakkında önemsiz açıklamalar getirmeye çalışacak insanları dinlemek zorunda kalacaklarını biliyordu.

      Yine de bu uygulama gerekli, diye düşündü. Böylece en azından kimsenin bir şey görmediğinden emin olacağız.

      Odasına döndü, bir kez daha hastaneyi aradı. Ancak durumda değişiklik yoktu, yaşlı kadın hâlâ yaşam savaşı veriyordu.

      Telefonu henüz kapatmıştı ki odaya Näslund girdi.

      “Haklıydım,” dedi Näslund.

      “Haklı mı?”

      “Månson’un avukatı öfkeden kudurdu.”

      Kurt Wallander umursamaz tavrını omuz silkerek gösterdi.

      “Bu gerçekle yaşamak zorundayız.”

      Näslund kafasını kaşıdı, bir ilerleme olup olmadığını sordu.

      “Henüz elimizde bir şey yok. Ama her zamanki işleri tamamladık. Şimdilik bu kadar.”

      “Adli tıbbın ön raporunun geldiğini gördüm.”

      Kurt Wallander kaşlarını kaldırdı.

      “Benim neden haberim yok?”

      “Rapor Hansson’da.”

      “Orada işi ne?”

      Kurt Wallander kalkıp koridora çıktı. Hep aynı, diye düşündü. Evraklar hiçbir zaman ait oldukları yere ulaşmaz. Polis işlerinin büyük kısmı gün geçtikçe bilgisayarlarda yapılıyor olsa da önemli evraklar eskisi gibi yanlış adreslere gidiyor.

      Kurt Wallander kapıyı vurup içeri girdiğinde, Hansson telefon görüşmesi yapıyordu. Hansson’un önündeki masanın beceriksizce gizlenmeye çalışılmış kupon ve yarış bültenleriyle kaplı olduğunu gördü. Emniyetteyken Hansson’un vaktinin çoğunda çeşitli antrenörleri arayıp tüyo almaya çalıştığı herkesçe bilinirdi. Akşamları ise güya kendisine büyük ödülü garantileyecek en delice bahis sistemlerini bulmakla geçirirdi. Ortalıklarda dolaşan bir söylentiye göre Hansson bir zamanlar büyük tutturmuştu. Ancak kimse bu konuda daha fazla şey bilmiyordu. Zaten Hansson da öyle bol keseden yaşamıyordu.

      Kurt Wallander içeri girince Hansson ahizeyi kapattı.

      “Adli tıp raporu,” dedi Kurt Wallander. “Sende mi?” Hansson, Jägersro yarış bültenini kenara itti.

      “Ben de şimdi raporu sana getirecektim.”

      “Yedinci koşuda banko dört numara gelir,” dedi Kurt Wallander ve evrak dosyasını masadan aldı.

      “Ne demek istedin?”

      “Diyorum ki banko

Скачать книгу