Скачать книгу

sonra hedefe varmışlardı. Yan yana konumlanmış iki çiftlik, beyaz badanalı uzun iki çiftlik evi, her birinin önünde özenle bakıldığı belli birer bahçe göze çarpıyordu.

      Yaşlı bir adam koşarak yanlarına yaklaştı. Adamın dizi ağrıyormuşçasına aksaması Kurt Wallander’in gözünden kaçmamıştı.

      Arabadan inerken rüzgârın başlamış olduğunu hissetti. Belki de yakında gerçekten kar yağacaktı.

      Adamı görür görmez bu yerde kendisini oldukça ürpertici bir şeylerin beklediğini anlayıverdi. Adamın gözlerinde hayal gücünün ürünü olmadığı apaçık belli bir korku fark ediliyordu.

      “Kapıyı kırdım,” diye durmadan tekrarlıyordu heyecanla. “Kapıyı kırdım, çünkü içerde ne olup bittiğini görmek zorundaydım. Ama hanımı da ölecek, evet o da ölmek üzere.”

      Kırılmış kapıdan eve girdiler. Kurt Wallander burnuna çarpan kekremsi yaşlı insan kokusunu aldı. Duvar kâğıtları eski modaydı, karanlıkta etrafını görebilmesi için gözlerini kısması gerekiyordu.

      “Neler oldu burada?” diye sordu.

      “İşte içerde,” diye yanıtladı yaşlı adam.

      Sonra da ağlamaya başladı.

      Üç polis bakıştılar.

      Kurt Wallander ayağıyla kapıyı araladı.

      Düşündüğünden de beter bir görüntüydü bu. Çok daha beter. Sonraki günlerde bunun o zamana kadar gördüklerinin en kötüsü olduğunu söyleyecekti. Oysa Tanrı biliyordu ki pek çok kötü şey görmüştü.

      Yaşlı çiftin yatak odasının her yanı kana bulanmıştı. Hatta tavandan sarkan porselen avizeye kadar sıçramıştı kan. Yaşlı bir adam, vücudunun üst kısmı çıplak, altında sıyrılmış donu yüzüstü yataktaydı. Yüzü tanınmayacak halde parçalanmıştı. Sanki birini burnunu kesmeye çalışmış gibiydi. Elleri arkasından bağlanmış ve sol bacağının baldır kemiği kırılmıştı. Beyaz kemik, çevresindeki kırmızının içinden açıkça seçiliyordu.

      “Aman Tanrım,” diye inlediğini duydu arkasındaki Norén’in. Wallander kusacak gibi oldu.

      “Ambulans,” dedi yutkunarak. “Çabuk, çabuk…”

      Sonra sandalyeye bağlı, yerde yatan kadının üzerine eğildi. Ellerindeki bağlardan başka, boynuna da sıkı bir ilmik atılmıştı. Çok zayıf nefes alıyordu, Wallander bir bıçak bulması için Peters’e seslendi. Bileklerine ve boynuna iyice girip yer etmiş olan ince ipi kestiler, sonra kadını dikkatlice yere yatırdılar. Wallander kadının başını dizine dayadı.

      Peters’e baktığında ikisinin de aynı fikirde olduklarını anladı. Kim böylesi bir şeyi yapacak kadar vahşi ve acımasız olabilirdi ki? Yaşlı ve çaresiz bir kadının boynunu bir iple sıkacak kadar hem de?

      “Dışarda bekle,” dedi Kurt Wallander kapının girişinde ağlayan yaşlı adama. “Dışarda bekle, hiçbir şeye de dokunma.” Sesinin sinirli olduğunu fark etti.

      Sesimi yükselttim, çünkü korkuyorum, diye düşündü. Ne biçim bir dünyada yaşıyoruz böyle?

      Ambulansın gelmesi yaklaşık yirmi dakika aldı. Kadının soluğu ise bu arada giderek daha düzensiz bir hale gelmişti. Kurt Wallander’i ise her türlü yardımın çok geç olacağı kaygısı almıştı.

      Ambulansın şoförünü tanıyordu, adı Antonson’du. Yanındaki yardımcısı ise o güne dek hiç görmediği bir gençti.

      “Selam,” diye selamladı Wallander. “Adam ölmüş. Ama kadın henüz yaşıyor. Onu yaşatmaya çalışın.”

      “Neler olmuş?” diye sordu Antonson.

      “Umarım ne olduğunu söyleyebilirim, kadın yaşarsa tabii. Acele edin, haydi!”

      Ambulans toprak yolda uzaklaşırken Kurt Wallander ve Peters dışarı çıktılar. Norén bir mendille alnındaki teri siliyordu. Bu arada gün hiç fark ettirmeden aydınlanmaya başlamıştı. Kurt Wallander kolundaki saate göz attı. Yedi buçuğa iki vardı.

      “Burası tam mezbahaya dönmüş,” dedi Peters.

      Wallander, “Daha da kötü,” diye karşılık verdi. “Hemen söyle tüm ekip toplansın. Norén burayı kapatsın. Ben bu arada yaşlı adamla konuşacağım.”

      Bunları henüz söylemişti ki çığlığa benzer bir ses duydular. Çığlık tekrarlanırken ürperdiğini hissetti.

      Bir at kişnemişti.

      Ahıra gidip kapısını açtılar. Karanlıkta, bölmesinde huzursuzca tepiniyordu. İçerisi taze gübre ve idrar kokuyordu.

      “Ata biraz yem ve su ver,” dedi Kurt Wallander. “Belki burada başka hayvanlar da vardır.”

      Ahırdan çıkarken soğuktan ürperdi. Uzak bir tarlada yalnız başına bir ağaçta karakuşlar bağrışıyordu. Serin havayı içine çekince rüzgârın daha da soğuduğunu anladı.

      “Siz Nyström’sünüz,” dedi ağlamayı kesmiş adama. “Şimdi, burada neler olduğunu anlatın bana. Anladığım kadarıyla komşu evde yaşıyorsunuz?”

      Adam başıyla onayladı.

      “Neler oldu peki?” diye sordu titrek bir sesle.

      “Ben de bunu sizden öğrenmeyi umuyorum,” diye karşılık verdi Kurt Wallander. “Size gitmemiz mümkün mü?”

      Mutfakta, üzerinde eski moda bir sabahlıkla, ağlayan bir kadın sandalyenin üzerinde büzülmüştü. Ama Kurt Wallander kendini tanıtır tanıtmaz kalkıp kahve yapmaya başladı. Mutfak masasına oturdular. Wallander pencerede asılı kalmış Noel süslerine baktı. Pencerenin pervazında gözünü kendisinden bir an bile ayırmayan yaşlı bir kedi yatıyordu. Sevmek için elini uzattı.

      “Isırır,” dedi Nyström. “İnsanlara alışık değil, ben ve Hanna dışında tabii.”

      Kurt Wallander kendisini terk eden karısını düşündü ve işe hangi noktadan başlaması gerektiğini bulmaya çalıştı. Vahşice bir katliam, diye geçirdi içinden. Ve gerçekten şanssızsak neredeyse bir çifte cinayetle karşı karşıya olabiliriz.

      Birden aklına bir fikir geldi. Pencere camını tıklatarak dışardaki Norén’e gelmesini işaret etti.

      “Bir dakika lütfen,” diyerek yerinden kalktı.

      “Atın yeterince yemi ve suyu vardı. Başka hayvan da yok,” dedi Norén.

      “Hastaneye gidecek birini ayarla,” dedi Kurt Wallander. “Belki kadın kendine gelir de bir şeyler söylemek ister. Her şeyi görmüş olmalı.”

      Norén başını salladı.

      “Kulakları iyi duyan birini yolla,” diye ekledi Kurt Wallander. “Ya da daha da iyisi, dudak okuyabilen biri olsun.”

      Mutfağa döndüğünde mantosunu çıkarıp mutfak tezgâhının üzerine koydu.

      “Anlatın,” dedi. “Şimdi anlatabilirsiniz, hiçbir şeyi atlamayın. Acele etmeyin.”

      İki fincan oldukça hafif kahveden sonra Nyström’ün de karısının da önemli sayılabilecek bir şey bilmediklerini anladı.

      Öğrendiği tek şey, saat hakkında birkaç bilgi ve öldürülen çiftin hayat hikâyesiydi. İki soru yanıtlanmamıştı henüz.

      “Evlerinde büyük miktarda para saklayıp saklamadıkları hakkında bir bilginiz var mı?” İlk öğrenmek istediği buydu.

      “Hayır,” diye yanıtladı Nyström. “Hepsini bankaya yatırmışlardı. Emeklilik maaşlarını

Скачать книгу