Скачать книгу

profesör…”

      “Bu kadar çok bağırmasana,” dedi Gunvald Larsson. “Duruşmada değilsin.”

      “Onu yakalayacağız,” dedi Buldozer Olsson, sanki dâhiyane bir fikir akıl etmiş gibi. “Onu hemen şimdi kıskıvrak enseleyeceğiz.”

      “Yarın da salarız artık,” dedi Gunvald Larsson.

      “Boş ver. Sürpriz olacak. Gafil avlayacağız.”

      “Öyle mi diyorsun? Bu sene beşinci olacak bu.”

      “Fark etmez,” dedi Buldozer Olsson, kapıya doğru yönelirken. Aslında Buldozer Olsson’un ilk adı Sten’di. Fakat bu, muhtemelen karısı hariç herkesin uzun zaman önce unutmuş olduğu bir şeydi. Karısıysa, tam aksine, adamın neye benzediğini unutmuş gitmişti.

      “Anlamadığım bir sürü şey var,” diye sızlandı Kollberg.

      “Roos konusunda Buldozer muhtemelen haklıdır,” dedi Gunvald Larsson. “Adam her zaman kendine şahitlik edecek birisini ayarlayan zeki bir şeytan. Şahane şahitler. Ne zaman bir olay olsa, adam ya Singapur’da ya San Francisco’da ya da Tokyo’da.”

      “Peki ama Buldozer, bu işin arkasında Malmström ve Mohrén olduğunu nereden biliyor?”

      “Bir nevi altıncı his sanırım.”

      Gunvald Larsson omuz silkip ekledi: “İyi de buradaki mantık nerede? Malmström ve Mohrén, tanınmış iki gangster, hiçbir zaman itiraf etmeseler de kaç kere hapse girip çıktılar. Ve sonunda, nihayet Kumla’da hapisteler ve hafta sonu şartlı tahliyelerine izin veriliyor!”

      “Eh, insanları sonsuza dek bir televizyonun bulunduğu bir göz odaya kilitleyemeyiz ya, değil mi?”

      “Hayır,” dedi Gunvald Larsson. “Orası doğru.”

      Bir süre sessizce oturdular. İkisi de aynı şeyi yani devletin Kumla Hapishanesi’ni inşa etmesinin ve toplumdaki uyumsuzları tecrit etmek için akla hayale gelebilecek her türlü incelikle tasarlayıp donatmanın nasıl milyonlara mal olduğunu düşünüyordu. Uzaktan yakından cezaevi ve ona bağlı kurumlarıyla deneyimleri olan yabancılar Kumla’nın tüm dünya çapında en insanlık dışı yer olduğunu söylemişlerdi. İnsanları tamamen kişiliksizleştiriyordu. İletişimsizlik, şiltelerden pire ya da yiyeceklerden kurt çıkmasından daha kötüydü.

      “Horns Caddesi’ndeki şu cinayete dönersek…” diye başladı Kollberg.

      “Cinayet sayılmaz. Büyük ihtimalle kazaydı. Kadın yanlışlıkla ateş etti, hatta belki de tabancanın dolu olduğunun bilincinde bile değildi.”

      “Kadın olduğundan eminsin yani?”

      “Evet.”

      “Peki tüm bu Malmström ve Mohrén muhabbeti ne öyleyse?”

      “Eh, bir kadın göndermiş olmaları mümkün…”

      “Hiç mi parmak izi yok? Bildiğim kadarıyla kadın eldiven takmıyormuş.”

      “Tabii parmak izleri vardı. Kapının kolunda. Fakat bizim almamıza kalmadan bankadaki çalışanlardan biri oraya dokunmuş ve hepsini mahvetmiş. Bu yüzden parmak izi kullanamıyoruz.”

      “Balistik?”

      “Çok net. Uzmanlar hem kurşunu hem de kovanı buldu. 45 kalibrelik bir silah, tahminlerince bir Otomatik Llama kullanıldığını söylediler.”

      “Büyük silah… özellikle bir kadın için.”

      “Evet. Buldozer’e göre, bu da Malmström, Mohrén ve Roos çetesini gösteren başka bir büyük delil. Onlar panik yaratmak için hep büyük, ağır silahlar kullanıyorlar. Ama…”

      “Ama ne?”

      “Malmström ve Mohrén insanları hedef almaz. En azından daha önce hiç yapmadılar. Eğer birisi sorun çıkarırsa, kontrol altına almak için tavana bir kurşun sıkıyorlar.”

      “Şu Roos denen adamı alıkoymanın bir manası var mı?”

      “Hımmm, bence Buldozer’in mantığı şuna dayanıyor: Roos eğer her zamanki mükemmel tanıklarından birine sahipse, örneğin geçen cuma Yokohama’daysa, o zaman bu işi planladığından kesinkes emin olabiliriz. Öte yandan, eğer Stockholm’deyse, o zaman durum daha şüpheli.”

      “Roos kendisi ne diyor? Hiç kızmıyor mu?”

      “Asla. Malmström ve Mohrén’in, eski arkadaşları olduğunu ve hayatın onlar için böyle kötüye gittiğine üzüldüğünü söylüyor. En son, eski dostlarına nasıl yardım edebilirim diye bizim fikrimizi sormuştu. Malm tesadüfen oradaydı. Neredeyse aklını yitirecekti.”

      “Ya Olsson?”

      “Buldozer sadece esti gürledi. Buna bayıldı.”

      “Ne bekliyor öyleyse?”

      “Bir sonraki hamleyi, duymadın mı? Ona göre Roos büyük bir iş planlıyor ve Malmström ve Mohrén’e yaptıracak. Tahminen Malmström ve Mohrén birlikte sessizce kaçıp ömürlerinin sonuna kadar geçinmelerini sağlayacak kadar çok para koparmaya çalışacaklar.”

      “Ve bu da bir banka soygunu olacak?”

      “Buldozer’in umurunda olan tek şey banka soygunları,” dedi Gunvald Larsson. “Böyle çalışıyor, öyle diyorlar.”

      “Ya tanık?”

      “Einar’ın tanığı mı?”

      “Evet.”

      “Bu sabah buradaydı, fotoğraflara baktı. Kimseyi tanımadı.”

      “Ama arabadan emin?”

      “Aynen.”

      Gunvald Larsson sessizce oturdu ve parmak boğumlarını çekerek her birini çıtlattı. Uzun bir süre geçtikten sonra şöyle dedi: “Şu araba olayında bir bit yeniği var.”

      11

      Sıcak bir gün olacak gibiydi, Martin Beck dolaptan en ince takım elbisesini çıkardı. Uçuk maviydi. Bir ay önce almış ve sadece bir kez giymişti. Pantolonunu yukarı çekerken sağ dizindeki kocaman yapış yapış çikolata lekesini fark edince en son bu takımı giydiği günü hatırlamıştı. O gün Kollberg’in iki çocuğuyla sohbet etmişti ve ikisi de lolipop ve çikolata içindeydi.

      Martin Beck pantolonu tekrar çıkardı, mutfağa götürdü ve bir havlunun köşesini sıcak suya batırdı. Sonra havluyu lekenin üstüne sürttü, leke anında yayıldı. Martin Beck yine de pes etmedi. Dişlerini sıkıp kumaşı çitilemeye devam ederken, kendi kendine, sadece bu durumlarda Inga’yı özlediğini düşündü. Bu da ilişkileri hakkında büyük bir ipucu sunuyordu. Pantolonun bir bacağı tamamen sırılsıklamdı, leke kısmen yok olmuş görünüyordu. Martin Beck başparmağını ve işaret parmağını buruşan yerin üstünde tutup sıkarak pantolonu pencereden güneş alan bir sandalyeye astı.

      Saat daha sekizdi ama Martin Beck birkaç saattir ayaktaydı. Her şeye rağmen dün gece erkenden uyumuştu ve uykusu alışılmadık bir şekilde sakin geçmiş ve rüya görmemişti. Doğru, uzun zaman sonra ilk çalışma günüydü ve böyle olmasına rağmen çok yorucu geçmemişti ama yine de Martin Beck’i yorgun düşürmeye yetmişti.

      Martin Beck buzdolabını açtı, süt kutusunu, bir parça tereyağı ve yapayalnız kalmış Ramlosa şişesini inceledi. Bu akşam eve dönerken marketten bir şeyler alması gerektiğini gördü, bira ve yoğurt mesela. Ya da belki de sabahları yoğurt yemeyi bırakmalıydı; tadı o kadar da şahane değildi. Öte yandan, kahvaltı için başka bir şey düşünmesi gerekiyordu. Doktor hastaneden çıktığından beri verdiği kiloların hepsini tekrar alması gerektiğini, hatta üstüne belki birkaç

Скачать книгу