ТОП просматриваемых книг сайта:
ЛИТМИР - LITMIR.BIZ - Электронная библиотека
Скачивание или чтение онлайн электронных книг.Аннотация
Ünlü İngiliz yazar Charles Dickens’ın ilk romanı olan «Mister Pickwick’in Maceraları», 1837 yılında tefrika olarak yayımlandığında büyük yankı uyandırdı. Adından da anlaşılacağı üzere roman, Pickwick Kulübünün kurucusu Mister Pickwick ve üç arkadaşının çeşitli gözlemlerde bulunmak üzere çıktıkları yolculukları konu ediniyor. Viktorya devrinin Londrası’ndan başlayıp taşraya uzanan o yolculuklarda tanıştıkları kişiler ve dâhil oldukları olaylar, Pickwick’in “insan doğasını anlamak”la ilgili muradını hakkıyla karşılıyor. Bunun yanı sıra kendisi başlı başına bir romana konu olabilecek pek çok karakter de mizahi bir dille okuyucuyla buluşuyor. Şişman çocuk Joe karakteri, tıp literatürüne geçip “Pickwick Sendromu”na adını verirken; “nevi şahsına münhasır bir uşak nasıl olur”u da Sam Weller’da görüyoruz. Orta sınıf bir aileden gelen ve erken yaşta çalışmak zorunda kalarak iyi bir eğitim almaktan mahrum olan Dickens, eşsiz yeteneğiyle bugün de edebiyatta ve başka birçok sanat türünde ilham veren bir yazar olmayı sürdürüyor. «Gerçek dünyaya karışan ve hayatının en güzel evresine erişen pek çok adamın kaderi, gerçek dostlar edinmek ve sonra onları doğal seyirde kaybetmektir. Bütün yazarların ya da tarihçilerin kaderi, hayalî dostlar yaratmak ve sonra onları sanat seyrinde kaybetmektir.»
Аннотация
Ünlü İngiliz yazar Charles Dickens’ın ilk romanı olan «Mister Pickwick’in Maceraları», 1837 yılında tefrika olarak yayımlandığında büyük yankı uyandırdı. Adından da anlaşılacağı üzere roman, Pickwick Kulübünün kurucusu Mister Pickwick ve üç arkadaşının çeşitli gözlemlerde bulunmak üzere çıktıkları yolculukları konu ediniyor. Viktorya devrinin Londrası’ndan başlayıp taşraya uzanan o yolculuklarda tanıştıkları kişiler ve dâhil oldukları olaylar, Pickwick’in “insan doğasını anlamak”la ilgili muradını hakkıyla karşılıyor. Bunun yanı sıra kendisi başlı başına bir romana konu olabilecek pek çok karakter de mizahi bir dille okuyucuyla buluşuyor. Şişman çocuk Joe karakteri, tıp literatürüne geçip “Pickwick Sendromu”na adını verirken; “nevi şahsına münhasır bir uşak nasıl olur”u da Sam Weller’da görüyoruz. Orta sınıf bir aileden gelen ve erken yaşta çalışmak zorunda kalarak iyi bir eğitim almaktan mahrum olan Dickens, eşsiz yeteneğiyle bugün de edebiyatta ve başka birçok sanat türünde ilham veren bir yazar olmayı sürdürüyor. «Gerçek dünyaya karışan ve hayatının en güzel evresine erişen pek çok adamın kaderi, gerçek dostlar edinmek ve sonra onları doğal seyirde kaybetmektir. Bütün yazarların ya da tarihçilerin kaderi, hayalî dostlar yaratmak ve sonra onları sanat seyrinde kaybetmektir.»
Аннотация
“Çok çok uzun zaman önce kuzum, filin hortumu yokmuş…” diye başlar “Kipling’den Sevilen Çocuk Hikâyeleri” kitabındaki hikâyelerden biri; böylece okuyucular kendini ona kaptırıverirler. Hikâyelerin büyülü ahengi ve samimi havası onları, yüksek sesle ve tekrar tekrar okumak için mükemmel kılar. Aslında Kipling bunları kendi çocuklarına anlatmıştır. Bilhassa çok sevdiği kızı Josephine’e. Bu hikâyeler Kipling’in sanatının en iyi örneklerini sunar. En iyisi siz, hikâyelerin canlılığına kanıt olarak “Çocuk Fil” adlı öyküyü açın ve “Limpopo Nehri’nin sıtma ağaçlarıyla kaplı, kıraç, kurşuni renkte, kayalıklı kıyısına Timsah’ın akşam yemeğinde ne yediğini öğrenmeye gidiyorum…” diye başlayan büyülü cümlelerle hayal dünyasına dalın…
Аннотация
Tarih, uçsuz bucaksız gökyüzünün en karanlık olduğu anlara benzer. Aydınlık olduğu zamanlar var olsa da derin, büyük ve gizemli bir karanlık onun varlığını tanımlar. Bakan her göze görünmeyen detayları, ayırt edilemeyen sebep ve sonuçları ile insanlık tarihi; bugünden bakıldığında zifirî karanlıkta, hiçbir yöne sapma-dan, dosdoğru ilerlenen ve eklemlenen bir yolculuğa benzer. Bu yolculukta, görmeyi bilen insanın önüne büyük ve görkemli bazı parlak yıldızlar iliştirilmiştir. Kişinin yapması gereken yalnızca başını göğe kaldırmak, ihtişamla parlayan o yıldızları keşfetmek ve gideceği yolu onların yaydığı ışığa göre çizmektir. Bugünün insanı, aradığı doğru yolu ancak bu, karanlık tarihi aydınlatan yıldızların en parlak olduğu gecelerde bulabilecektir. Stefan Zweig İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar adlı eserinde; yeryüzünün farklı dönemlerinde, farklı yerlerde, farklı şekillerde parıldayan ve parıltıları tarih göğünde asılı kalan insanları, olayları ele almaktadır. Zweig, eseriyle yolunu kaybetmiş yahut henüz yola çıkmaktan dahi korkan günümüz insanına, o yıldızların parlaklığıyla aslında bir yol haritası armağan etmektedir. Okur; İstanbul’un Fethi’ndeki mucizede, Goethe’nin aşkında, Waterloo Savaşı’ndaki hatada, Eldorado’nun keşfinde ya da Tolstoy’un epiloğunda gökyüzüne yayılan ışık ile yönünü bulacak; kim bilir, belki de bir sonraki parlak yıldızı göğe asmak için hazırlanacaktır.
Аннотация
Son dönem Osmanlı aydınlarından Celal Nuri, İttihad-ı İslam adlı eserinde 20. yüzyılın başlarında Türk ve İslam dünyasında meydana gelen siyasi değişiklikleri ortaya koyarak İslam birliğinin niçin gerekli olduğunu ifade etmiştir. Yazar, farklı bölgelerde yaşayan Müslümanlar hakkında bilgiler verir ve dönemin güçlü devletlerinin güçsüz devletleri nasıl sömürdüğüne dikkat çeker. Avrupa emperyalizmine karşı Türk-Arap birliğini savunan Celal Nuri, Avrupalı devletleri bu birliğin oluşturulmasında engel olarak görmektedir. İslam ülkeleri ve toplumlarını çeşitli başlıklar altında ele almış ve İslam toplumlarını pek çok yönden değerlendirerek o günkü durumu yansıtmaya çalışmıştır. Celal Nuri’ye göre İslam birliği sadece İslam dünyası için değil, bozulan dünya düzeni nedeniyle bütün insanlık için zorunlu hâle gelmiştir. «İslamiyet dünyada mevcut kuvvetlerin en önemlisidir. En büyüğüdür. Yalnız, şimdiki hâlde, bu kuvvet uykudadır. Fakat ölmüş değildir. Nicelik özelliklerine zarar gelmemiştir. Aksine keyfî olarak büyümüştür. Müslümanlar kadar vicdani esaslardan ve bütünlüğünden ayrılmaz, ayrılamaz başka bir kuvvet yoktur. Zemin, iklim, zaman, tabiat, yayıncılık, ekonomik durumlar, lisan asla İslam’ın düzenini bozamaz. Aksine İslam’ın birbirinden uzak bulunması, esaret altında ya da Nasraniyet yönetimi altında kalması onun karakterindeki birlik özelliğini artırır.»
Аннотация
Gerçek olaylardan temel alınarak yazılan eserde Tan’ın kurgusal kimliği ön plana çıkıyor. Onun pek çok eserinde gördüğümüz tarihî kaynak kullanımına bu romanında da rastlıyoruz. O, Hammer’ın Osmanlı Tarihi’nden aldığı bilgileri dipnotlarla okurlarına sunuyor. Bu eserde, Osmanlı'nın 14. yüzyılda Bizans tarafından nasıl görüldüğünü, Orhan Gazi devrini, devletleşme sürecinde olan beyliğin fetih ruhunu ve alperenlerini Türkçü bir söylem geliştirerek anlatıyor. Aydos Kalesi’nin zaptı için uğraşan Orhan Gazi ve silah arkadaşları; Konur Alp, Akça Koca ve Abdurrahman’ın Samandıra hâkimi ile mücadelesine, Bizans’ın kimliklerine sirayet etmiş entrikalarına ve Aydos hâkiminin kızı Teofano’nun yardımlarına şahitlik edeceksiniz… Abdallar da… dedi. Alplar gibidir. Doğru görür, doğru duyar ve doğru söylerler. Yüreklerine ne toz konar ne kir bulaşır. İşte Duğlu Kardeş de böyle. Hak önünde irkilmez, çekinmez, düşünmez, hemen boyun kırar. Türk okuyucusu tarafından pek bilinmeyen M. Turhan Tan, tarihî roman geleneğimizin en önemli isimlerinden biridir. Birçok önemli memuriyetlerde bulunduktan sonra Sivas mebusluğu da yapmış ve 1922 yılından itibaren kendini tamamıyla yazı hayatına adamıştır. En önemli eserlerini ise tarihî romancılık alanında vermiştir. Bazı eserleri Almanca, İngilizce ve Yunanca gibi dillere çevrilen, tarihî gerçeklikleri berrak ve sürükleyici bir üslupla aktaran Tan, Türk tarihinin zengin mirasını eserlerine ustalıkla taşımış ve okuyucusuna tarihî romanları keyifle okutan bir yazar olarak Türk edebiyatındaki yerini almıştır. Turhan Tan’ın ölümünden sonra unutulan ve Türk yazın hayatından çekilen eserleri, Türk okuyucusunun özellikle son zamanlarda ilgisini çeken ve neredeyse güncelleşen konulara değinip ele aldığı dönemlere ışık tutmakta, günümüzdeki kimi tartışmalara cevaplar getirmektedir.
Аннотация
Gazeteci, tarihçi ve edebiyatçı kimlikleriyle tanınan Corci Zeydan; bir milletin gerçek tarihinin yalnızca savaş ve fetihler ile değil, aynı zamanda kültür ve medeniyet unsurları ile kavranabileceğine inanır. Modern Arap edebiyatının önemli şahsiyetlerinden biri olan Zeydan, İslam ve Arap tarihini inceleyerek eserlerinde Batı kültürünü Araplara aktarmayı amaç edinir. «Fergana Güzeli»; yazarın 1908 yılında kaleme aldığı, tarihî romanları arasında önemli bir yer edinen eseridir. Ceyhun Nehri’nin kıyısında, Halife Mu’tasım’ın hâkimiyeti döneminde geçen roman; İranlıların milletleri üzerinde kurdukları baskıyı, toprak savaşlarını, ordu yapılanmalarını ve Türk memleketindeki kültür unsurlarını aktarırken okuru, Fergana Güzeli Cihan Hatun ile kahraman Ay Toldı’nın engellerle dolu aşkına da şahit eder. «Fergana Güzeli»ni okurken hem engin tarih denizinin sularına dalacak hem de dolu dizgin aşk hikâyelerinin sıcaklığıyla kavrulacaksınız… «Aşk ve muhabbet uğrunda meşakkat ne kadar artarsa sevdanın lezzeti o kadar büyük olur.»
Аннотация
Ve uğruna şiir yazılmış kadınlar vardır. Cümlelerin manasından bi haber Şiirleri heba eden, Geçmişin tozlu anılarında sıkışmış Zaman israfı kadınlar! Ve uğruna şiirler yazılacak kadınlar vardır Karanlığı delen Zamanı durduran Kardelen misali kadınlar…
Аннотация
Cumhuriyet’in ilk yılları, Ankara’da bir “apartıman”… Ayaşlı İbrahim Efendi, bunun bir bölüğünü tutmuş ve oda oda kiraya veriyor. Bu dokuz odayı kiralayanlarsa; bekârı, evlisi, memuru, işçisiyle birbirinden akla kara kadar farklı insanlar… Mutfağı, ayakyolu bir bu küçücük yerde yaşamanın doğal sonucu, kimsenin mahreminin, sırrının kalmaması… Birinin bildiği yarın hepsinin dilinde… Esendal, romanda adı geçmeyen genç bir banka memurunun gözünden, âdeta bir kamera tarafsızlığıyla bakıyor bu insanlara… Ve karakterlerin her biri tek başına romanı alıp götürebilecek güçteyken, elindeki malzemeyi öylesine ustalıkla kullanmış ki kimse eksik ya da fazla görünmüyor sayfalar arasında. Son kertede, buruk bir tadı var romanın… İnşa edilmeye çalışılan ulus kimliğiyle, imparatorluk bakiyesi kozmopolit bir toplumun benzemezliği o kadar aşikâr ki… Oturduk, biz namuslu insanlar; zamanın kötülüğünden, ahlak düşkünlüğünden, yana yana şikâyetler ettik, Faika’ya, ablasına acıdık; Ayaşlıya, Fuat’a kızdık… Böyle konuşmak da bir ihtiyaç mı? Bilmem, belki o çekiştirdiğimiz adamlar da bizim gibi oturup ortalığın ahlaksızlığından şikâyet ederler!