Скачать книгу

Eski taş koridorlar kıvrılıp durdu ve sonunda onları bir merdiven boşluğuna ulaştırdı.

      McCleod duvardan bir meşale aldı ve karanlık merdivenlerde yolu gösterdi. Yürümeye devam ederlerken Caitlin kralın onları tam olarak nereye götürdüğünü merak etti. Onlara göstermek zorunda olduğu şey ne olabilirdi? Bu bir tür eski silah mıydı?

      Sonunda yeraltında, meşalelerin oldukça iyi aydınlattığı gizli bir kata ulaştılar. Caitlin gördüğü manzara karşısında büyülendi. Alçak, kemerli tavan parlıyordu ve altınla kaplanmıştı. Caitlin, çeşitli tuhaf işaretler ve sembollerle birlikte İsa’nın, Şövalyelerin ve İncil’den sahnelerin resmedildiğini görebiliyordu. Zemin taştı, çok eskiydi ve iyice aşınmıştı. Caitlin kendini sanki gizli bir hazine odasına girmişler gibi hissetmekten alamıyordu.

      Caitlin onları önemli bir şeyin beklediğini sezince kalbi daha hızlı atmaya başladı. Adımlarını hızlandırarak Krala yetişmek için acele etti.

      “Burası binlerce yıldır McCleod klanının hazine mahzenidir. En kutsal hazinelerimizi, silahlarımızı ve değerli eşyalarımızı burada, aşağıda saklıyoruz. Ama aralarında hepsinden daha değerli, daha kutsal bir emanet var.”

      Kral durdu ve Caitlin’e döndü.

      “Bu uzun zamandır yalnızca senin için sakladığımız bir hazine.”

      Sonra arkasını döndü ve yandaki duvardan bir meşale aldı. Bunu yapınca duvardaki taşta aniden gizli bir kapı açıldı. Caitlin hayret etti: Kral açmamış olsaydı orada bir kapı olduğunu asla anlayamazdı.

      McCleod döndü ve onları dönemeçli başka bir koridordan geçirdi. Sonunda küçük bir girintinin olduğu yerde durdular. Önlerinde bir taht vardı, üzerinde ise tek bir şey duruyordu: bu, küçük, mücevher kaplı bir hazine sandığıydı. Meşalenin ışığı sandığın üzerinde titreyerek onu aydınlattı ve McCleod büyük bir dikkatle aşağı eğilip onu aldı.

      Yavaşça kapağını açtı. Caitlin gördüklerine inanamadı.

      Orada, sandığın içinde solgun, antik renklere sahip, kırışmış ve ikiye ayrılmış çok eski bir parşömen parçası duruyordu. Üzeri zarif bir şekilde kaleme alınmış eski el yazısı ile kaplıydı. Caitlin yazıldığı dili tanıyamamıştı. Kenarları rengârenk harflerle, çizimlerle ve sembollerle doluydu. Ortasında da yarım daire şeklinde bir çizim vardı. Ama yırtılmış olduğu için Caitlin bunun ne olduğuna bir anlam veremedi.

      Kral “Senin için,” dedi, büyük bir dikkatle onu yerinden çıkardı ve Caitlin’e uzattı.

      Caitlin yırtılmış parşömen parçasını tuttu, ellerinin arasında kırışıklıklarını hissetti ve onu meşalenin ışığına doğru kaldırdı. Yırtılmış bir sayfaydı, belki de bir kitaptan koparılmıştı. Bütün o zarif sembolleri ile kendi başına bir sanat eserine benziyordu.

      McCleod “Kutsal Kitap’ın kayıp sayfası,” diye açıkladı. “Kitabı bulduğunda sayfa tamamlanacak. Ve o zaman hepimizin peşinde olduğu kutsal emaneti de bulmuş olacaksın.”

      Döndü ve Caitlin’in yüzüne baktı.

      “Kutsal Kâse’yi.”

      YEDİNCİ BÖLÜM

      Caitlin pencereden gün batımına bakarak Dunvegan Kalesi’nde ona ayrılan büyük odadaki yazı masasına oturdu. McCleod’un ona verdiği yırtık sayfayı ışığa tutarak inceledi. Parmaklarını yavaşça kabartmalı, Latin harflerinin üzerinde gezdirdi. Sayfa eski görünüyor ve çok eski zamanlardan kalma olduğu hissini veriyordu. Bütün bir sayfa oldukça güzel ve itinalı bir şekilde tasarlanmıştı. Caitlin sayfanın kenarlarındaki karmaşık renklere hayranlıkla baktı. Bir zamanlar kitapların içlerinin de dışlarının da başlı başına bir sanat eseri olduklarının farkına vardı.

      Caleb yatağa uzanmış, Scarlet ve Ruth ise odanın en uzak köşesindeki şöminenin önünde bir yığın kürkün arasına serilmişlerdi. Bu oda o kadar genişti ki hepsi içindeyken bile Caitlin hala düşünceleri ile baş başa kaldığını hissediyordu. Bitişik odada Sam ve Polly’nin bulunduğunu biliyordu. Çok uzun bir gün olmuştu. Aiden’ın meclis üyeleri ve kralın adamları ile uzun bir ziyafet çekmişlerdi ve şimdi herkes gece için odalarına çekilmişlerdi.

      Caitlin yırtılmış sayfayı, ipucunu, o ipucunun onu nereye götürebileceğini ve ona dördüncü anahtarı verip vermeyeceğini düşünmeden edemiyordu. Bu defa babası gideceği yerde olacak mıydı? Babası onu yakınlarda bir yerde bekliyor muydu? Bunu düşününce Caitlin’in kalbi daha hızlı atmaya başladı. Bu sonunda kalkanı bulacağı anlamına mı geliyordu? Bütün bunlar son mu bulacaktı? Peki, ondan sonra ne yapacaktı? Bir sonraki durağı neresi olacaktı?

      Bütün bunları düşünmek oldukça yorucuydu. Şu an yalnızca önündeki ipucuna yoğunlaşması ve adım adım gitmesi gerektiğini hissetti. McCleod’un Kutsal Kâse hakkında söylediklerini düşündü. McCleod ona, kendisinin ve adamlarının hayatlarını kâseyi bulmaya adadıklarını söylemişti. Ve efsaneye göre bir kadın gelecek ve onları o kâseye götürecekti. McCleod, bu kadının Caitlin olduğuna inanıyordu. Bu yüzden ona, kendi değerli ipucunu, o eski kâğıt parçasını vermişti.

      Ama Caitlin onun kadar emin değildi. Kâse yalnızca bir efsaneden ibaret miydi? Yoksa gerçek miydi? Ve Caitlin’in araştırmasıyla nasıl bir ilişkisi vardı?

      Caitlin bütün bunların nereye varacağını bilmiyordu, ama görünüşe göre, bir kez daha bu kalede, bütün bu insanlarla birlikte biraz huzur ve rahatlık hissedebileceği bir yer bulmuş olduğunun farkındaydı. Skye’da, bu kalede, bu kralla ve onun şövalyeleri ile ve tabi Aiden’ın meclis üyeleri ile yeniden bir arada olmasıyla kendini evde gibi hissediyordu. Caleb, Scarlet, Sam ve Polly ile yeniden bir araya geldiği için çok heyecanlıydı. Nihayet, bir kez daha her şey yoluna girmişti. Dışarısı soğuk ve rüzgârlıydı; şöminede yanan ateşle Caitlin içerde kendini sıcacık ve rahat hissediyor ve dışarı çıkıp daha fazla ipucunun peşinde koşmayı hiç istemiyordu. Tam burada kalmak istiyordu. Kendini burada Caleb, Scarlet ve Ruth’la bir yuva kurarken görebiliyordu.

      Eğer o şövalyeler görevleri konusunda ona baskı yaparlarsa, bu onun Caleb’le olan ilişkisini nasıl etkileyecekti? Ya da Scarlet ve Ruth’u tehlikeye atmayacak mıydı? Öyle görünüyordu ki ne zaman bir anahtar bulmaya yaklaşsa kötü şeyler olmaya başlıyordu.

      Caitlin yavaşça o narin kâğıt parçasını masaya bıraktı ve onun yerine bakışlarını önünde, masasının üzerinde duran kapağı açılmamış günlüğüne çevirdi. Günlüğü artık yıpranmış, kullanmaktan kalınlaşmış ve kendi başına bir kutsal emanet gibi görünüyordu. Caitlin uzandı ve sayfaları usulca çevirdi, neredeyse defterin sonuna gelinceye kadar bütün sayfaları geçti. Şaşkınlıkla çok fazla boş sayfanın kalmadığını fark etti. Bu günlüğe ilk başladığında sanki sonsuza dek yetecek gibi görünmüştü.

      Tüy kalemi aldı, mürekkebe batırdı ve kargacık burgacık yazmaya başladı.

      Bu günlüğün neredeyse bitiyor olduğuna inanmıyorum. New York City’de yazdığım yazı gibi eski yazdıklarımdan bazılarına bakıyorum ve sanki aradan yıllar geçmiş gibi geliyor. Ama aynı zamanda da sanki her şey dün olmuş gibi.

      Şimdiye kadar bütün yaşadıklarımı düşünüyorum ve artık yazmaya nereden başlayacağımı bilemiyorum. O kadar çok şey oldu ve aradan o kadar zaman geçti ki sana her şeyi yazamayacağımı hissediyorum. Bu yüzden sadece en önemli şeyleri yazacağım.

      Caleb hayatta. Hastalığını yendi. Şimdi onunla yeniden bir araya geldik ve yakında evleneceğiz. Başka hiçbir şey beni bu kadar mutlu edemez.

      Dünyanın

Скачать книгу