Скачать книгу

ve nefesi havada donuyordu. Wilvoxlar yalnızca yarım metre kadar uzaklarındaydı ve gözlerindeki amansız bakış, ağızlarından akan salyalar, onu parçalara ayıracaklarının belirtisiydi. Hiçbir kaçış yolu bulamıyordu. Bir plan yapmış olması umuduyla Marco’ya baktı fakat Marco da aynı umutsuzluk içindeydi. Ne yapılacağı konusunda hiçbir fikri olmadığı belli oluyordu.

      Alec gözlerini kapattı ve daha önce hiç yapmadığı bir şey yaptı; dua etti. Tüm hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçerken, bir şekilde değiştiğini hissetti, hayatı ne kadar sevdiğini fark etti ve hayatını kurtaramayacak olduğunu bilmek onu çok daha umutsuz hale getirdi.

      Lütfen Tanrım, buradan kurtulmama izin ver. Ağabeyime yaptıklarımdan sonra burada ölmeme izin verme. Burada değil ve bu yaratıklar tarafından değil. Her şeyi yaparım.

      Alec gözlerini açıp ileri baktı ve o sırada gördüğü ağacın diğerlerinden biraz daha farklı olduğunu fark etti. Dalları daha kıvrımlıydı ve yere doğru uzanıyordu. Koşarak sıçrarsa tutunabileceği kadar alçaktı. Wilwox’un tırmanıp tırmanamayacağı konusunda hiçbir fikri yoktu fakat başka şansı da yoktu.

      “Şu dala!” diye bağırdı Alec Marco’ya ağacı göstererek.

      İkisi birlikte ağaca doğru koştular, Wilvox sadece birkaç adım gerilerindeydi, duraksamadan sıçrayıp dala tutundular ve kendilerini yukarı çektiler.

      Alec’in elleri karlı ağacın üzerinde kaydı fakat tutunmayı başardı ve yerden birkaç metre yüksekteki bir başka dala tutunana kadar kendini yukarı çekti. Sonra hemen bir metre kadar yukarıdaki dala sıçradı. Marco da hemen arkasındaydı. Hayatında hiç bu kadar hızlı bir tırmanış yapmamıştı.

      Vilvoxlar onlara uzanmıştı, sürü acımasızca hırlıyor, sıçrıyor ve ayaklarına doğru pençe atıyorlardı. Alec ayağını çekmeden birkaç saniye önce yaratıkların sıcak nefeslerini topuğunda hissediyordu, dişleri ayaklarına yaklaşıyor fakat birkaç santimle ıskalıyordu. İkisi adrenalinle dolu olarak, yerden yaklaşık beş metre yükseğe, ihtiyaçlarından daha da güvenli bir konuma gelene kadar tırmanmaya devam etti.

      Alec nihayet durdu, tüm gücüyle bir dala sarıldı, nefesini düzeltmeye çalıştı. Ter gözlerini yakıyordu. Aşağı baktı ve Vilvoxların tırmanamıyor olması için dua etti.

      Yaratıklar hala ağacın dibinde, hırlıyor, atlıyor, ağaca doğru sıçrıyordu fakat ağaca tırmanamadıkları açıktı ve bu Alec’i büyük ölçüde rahatlatmıştı. Ağacın gövdesini çıldırmış gibi tırmalıyorlardı fakat hiçbir işe yaramıyordu.

      İkisi dala oturdu ve güvende oldukları gerçeğinin ayrımına vardıklarında rahatlamış şekilde uzun bir nefes verdiler. Marco, Alec’i şaşırtan bir şekilde kahkaha atmaya başladı. Bu delirmiş birinin kahkahasıydı, rahatlamanın kahkahası, kesin bir ölümden en akla gelmeyecek şekilde kurtulmuş birinin kahkahası…

      Alec, ne kadar yaklaşmış olduklarının farkına vardı ve o da gülmeye başladı. Hala güvenlikten uzak olduklarını biliyordu, orayı asla terk edemeyeceklerini ve belki de orada öleceklerini biliyordu. Fakat en azından şimdilik orada güvendelerdi.

      “Görünüşe göre artık sana borçluyum” dedi Marco.

      Alec başını salladı.

      “Bana henüz teşekkür etme” dedi Alec.

      Wilvox’ların amansızca hırıltıları boynundaki tüyleri diken diken ediyordu. Alec ağacın üstlerine baktı. Aşağıdaki yaratıklardan daha da fazla uzaklaşmak istiyordu ve daha ne kadar yükseğe tırmanabileceklerini, oradan bir kaçış yolları olup olamayacağını merak ediyordu.

      Aniden Alec donakaldı. Yukarı bakarken korktu ve daha önce hiç hissetmediği bir dehşete kapıldı. Yukarıda, üzerlerindeki dallarda, hayatında gördüğü en korkunç yaratık onlara bakıyordu. İki buçuk metreden uzun, bir yılanın vücuduna sahip fakat her birinde birer pençe bulunan on iki ayağı olan, yılan balığı başına benzeyen bir başı, donuk sarı gözlerinin üzerinde dar göz kapakları olan bir yaratıktı ve Alec’e odaklanmıştı. Yalnızca birkaç metre uzaklarında, sırtını kamburlaştırmış, tıslamış ve ağzını açmıştı. Alec yaratığın ağzının ne kadar açıldığını görünce şoke olmuştu, onu bütün halde yutabilecek kadar genişti ve titreyen kuyruğundan saldırmak ve ikisini de öldürmek üzere olduğunu anlayabiliyordu.

      Yaratığın açık ağzı doğrudan Alec’in boğazına saldırdı ve Alec istemsiz bir şekilde tepki verdi. Dengesini kaybetti ve çığlık atarak geri sıçradı. Marco da arkasındaydı. Tek düşündükleri o ölümcül dişlerden, o devasa ağızdan, kesin bir ölümden uzaklaşmaktı.

      Aşağıda ne olduğunu düşünmüyorlardı bile. Kendini sırtüstü, çırpınarak yere düşerken bulduğunda her şey için çok geç olduğunun farkına vardı, bir diş kapanından bir başkasına doğru gidiyordu. Aşağı bir göz attığında Wilvoxların ağızlarından salyalar aktığını, çenelerini açtığını gördü. Kendini sona hazırlayacak cesareti toplamaktan başka yapabileceği bir şey yoktu.

      Bir ölümü bir başka ölümle değiş tokuş etmişti.

      BÖLÜM ÜÇ

      Kyra yavaşça Argos’un kapılarına doğru geri yürüdü. Babasının tüm adamlarının gözleri onun üzerindeydi ve o utançtan yanıyordu. Theos ile olan ilişkisini yanlış değerlendirmişti. Aptalca bir düşünceyle onu kontrol edebileceğini sanmıştı fakat bunun yerine Theos onu tüm bu adamların önünde küçük düşürerek reddetmişti. Bu adamların gözünde hiçbir gücü olmayan, bir ejderha üzerinde herhangi bir etkisi olmayan biriydi. O da diğerleri gibi bir savaşçıydı, hatta savaşçı bile değil, halkını, ejderha tarafından yüzüstü bırakıldıktan sonra, artık kazanamayacakları bir savaşa sürükleyen genç bir kızdı.

      Kyra Argos’un kapılarından geçerken garip bir sessizlik içinde tüm gözlerin üzerinde olduğunu hissetti. Şimdi onun hakkında ne düşünüyorlardı acaba? Kendisi bile kendi hakkında ne düşüneceğini bilemiyordu. Theos onun için gelmemiş miydi? Bu savaşa sadece kendi tarafı adına mı katılmıştı? Kendisinin herhangi bir özel gücü var mıydı?

      Adamlar bakışlarını çevirip, hazine toplama işine, cephanelikte toplanıp savaşa hazırlanmaya devam edince Kyra rahatladığını hissetti. Adamlar bir ileri bir geri koşturuyor, Lord’un Adamlarının bıraktığı ganimeti topluyor, taşıyıcıları dolduruyor, atları yönlendiriyordu. Yüzlerce kalkan ve zırh bir yığın halinde bir arada toplanırken çelik eşyanın birbirine çarpma sesi yükseliyordu. Kar hızını artırıp hava kararmaya başladığında kaybedecek çok vakitleri kalmamıştı.

      “Kyra” dedi tanıdık bir ses.

      Arkasını dönüp Anvin’in gülümseyerek gelmekte olduğunu görünce rahatladı. Anvin ona saygılı bir ifadeyle bakıyordu, güven tazeleyen kibarlığı ve her zaman sahip olduğu sıcak baba imajıyla… Bir koluyla şefkatli bir şekilde Kyra’nın omzuna sarıldı. Sakalla kaplı yüzünde geniş bir gülümseme vardı. Önünde parıldayan yeni bir kılıcı havaya kaldırdı. Keskin kısmında Pandesia’ya ait semboller vardı.

      “Çok uzun zamandır elime aldığım en iyi çelik” diye belirtti geniş bir şekilde sırıtarak. Senin sayende bir savaş başlatabilmeye yetecek silahımız var. Hepimizi çok daha güçlü hale getirdin.”

      Kyra adamın sözleriyle her zaman olduğu gibi rahatlamıştı fakat yine de depresyon, kafa karışıklığı, ejderha tarafından küçük düşürülmüş olma durumundan kurtulamıyordu. Omuz silkti.

      “Bunların hiçbirini ben yapmadım”

Скачать книгу