Скачать книгу

Ağır ağır uyandı; uyanık mı yoksa o bitmek bilmez kâbusunda mı olduğunu anlayamadı. Loş ışıkta gözlerini kırpıştırdı ve rüyasının etkisinden sıyrılmaya çalıştı. Kendisini iplere bağlı bir kukla olarak görmüştü; Finialılar tarafından tutulan Volusia duvarlarından sarkıtılmıştı; adamlar ipleri aşağı yukarı çekiyor, Godfrey’in kolları ve bacakları şehrin girişinin üstünde sallanıyordu. Bu şekilde, binlerce vatandaşının gözlerinin önünde katledilişini, Volusia sokaklarının kanla kaplanışını izlemeye zorlanıyordu. Ne vakit katliamın sona erdiğini düşünecek olsa, Finialı adam ipleri tekrar çekiyor, onu aşağı yukarı oynatıyor, bunu sürekli olarak tekrarlıyordu…

      Nihayet, Godfrey o inleme sesiyle uyandı, yana döndü ve başı fena halde zonklarken inleme sesinin birkaç adım ötesinde nereden geldiğine baktı. Akorth ve Fulton yanında yerde yatıyorlardı ve ikisi de her yerleri siyah ve mor çürüklerle kaplanmış bir halde inliyorlardı. Yakınlarında olan Merek ve Ario da taş zemine serilmiş durumdaydı. Godfrey orasının bir hapishane hücresi olduğunu hemen anladı. Hepsi çok feci dayak yemiş gibiydi… Ama en azından hepsi bir aradaydı ve görebildiği kadarıyla nefes alıp veriyorlardı.

      Godfrey o anda hem rahatladı, hem de perişan hissetti. Şahit olduğu tuzaktan sonra, hayatta olduğuna, oradaki Finialılar tarafından katledilmediğine inanamıyordu. Ama bir yandan da adeta içi boşalmıştı ve suçluluk duygusuna kapılmıştı. Darius’la diğerlerinin Volusia duvarlarının ardında tuzağa düşmesinin sorumlusunun kendisi olduğunu biliyordu. Bunlar sırf saflığı yüzünden başına gelmişti. Finialılara nasıl güvenmek gibi bir aptallık etmişti?

      Godfrey gözlerini yumup başını salladı, bu anıları unutmak istedi; keşke o gece daha farklı şeyler olsaydı diye düşündü. Darius’u ve diğerlerini aptallık edip katledilecek koyunlar gibi şehre yönlendirmişti. Zihninde tekrar tekrar canlarını kurtarmaya, kaçmaya çalışan o adamların çığlıklarını duyuyor, sesler beyninde yankılanıyor ve ona hiç huzur vermiyordu.

      Godfrey kulaklarını elleriyle kapatıp sesleri dindirmeye, her ikisi de çürükleri ve sert taş bir zeminde gece uyumuş olmaları yüzünden inleyip duran Akort’la Fulton’ın seslerini yok etmeye çalıştı.

      Doğruldu, başının adeta milyon parçaya ayrıldığını hissetti ve etrafına bakınınca içinde kendisinin, arkadaşlarının ve tanımadığı birkaç kişinin daha olduğu ufak bir hücrede olduklarını gördü. Hücrenin o hali ona ölümün kısa sürede gelebileceğini hatırlattı ve bu onu bir parça rahatlattı. O hücrenin diğerinden daha farklı olduğu, yakında ölecek tutsakların tutulduğu bir yer olduğu belliydi.

      Godfrey uzaklardan bir yerden sürüklenen bir tutsağın bir koridordan gelen çığlıklarını duydu ve orasının gerçekten de infaz edileceklerin tutulduğu bir yer olduğunu anladı. Volusia’da farklı infazlar yapıldığını duymuştu ve kendisinin ve diğerlerinin günün ilk ışıklarında zorla dışarıya çıkartılıp arenada harcanacaklarını anladı. Böylece, şehir halkı gerçek gladyatör savaşları başlamanda önce onların Razifler tarafından parçalanarak öldürülüşünü izleyebilecekti. Bu yüzden onları o kadar süre canlı tutmuşlardı. En azından, artık her şey mantıklı geliyordu.

      Godfrey apar topar elleriyle dizlerinin üstünde doğruldu, uzanıp arkadaşlarını dürtükledi ve uyandırmaya çalıştı. Başı dönüyor, şişliklerle ve çürüklerle dolu bedeninin her yanı sızlıyordu ve kıpırdamak canını yakıyordu. Hatırladığı son şey bir askerin ona vurmasıydı. Bayıldıktan sonra da epeyi tartaklanmış olmalıydı. Hain ödlekler olan Finialıların onu kendilerinin öldürmeye cesaret edemediği belliydi.

      Godfrey alnını tuttu ve içki içmediği halde o kadar ağrıdığına şaştı. Dengesini sağlayamadan, dizleri titreye titreye ayağa kalktı ve karanlık hücrede etrafına bakındı. Tek bir muhafız parmaklıkların dışında sırtını onlara dönmüş, içerisini pek de izlemeden duruyordu. Ama bu hücrelerde hem çok sayıda kilit vardı, hem de kalın demir parmaklıklar. Godfrey bu sefer kolay kolay kaçamayacaklarını anladı. Bu sefer, ölene dek içeride hapsolmuşlardı.

      Akorth, Fulton, Ario ve Merek yavaş yavaş ayağa kalktıklar ve onun gibi etraflarına bakındılar. Godfrey arkadaşlarının gözlerindeki şaşkınlığı ve korkuyu görebiliyordu… Tabii, bir de olanları hatırlamaya başladıklarında hissettikleri pişmanlığı.

      “Hepsi öldü mü?” diye sordu Ario ona.

      Godfrey ağır ağrı evet der gibi başını sallarken midesine bir ağrı saplandığını hissetti.

      “Bizim suçumuz. Onları yarı yolda bıraktık,” dedi Merek.

      “Evet, bizim suçumuz,” dedi Godfrey çatlak bir sesle.

      “Sana Finialılara güvenmemeni söylemiştim,” dedi Akorth.

      “Mesele bunların kimin suçu olduğu değil, bu konuda ne yapacağımız,” dedi Ario. “Kardeşlerimizin boş yere ölmesine izin mi vereceğiz? Yoksa intikam mı alacağız?”

      Godfrey genç Ario’nun ne kadar ciddi olduğunu fark edince, tutsak alınıp öldürülmek üzere olduğu halde yıkılmaz bir kararlılık sergilemesinden etkilendi.

      “İntikam mı?” dedi Akorth. “Delirdin mi? Toprağın altındayız, demir parmaklıklar ardındayız ve İmparatorluk muhafızları başımızda bekliyor. Bütün adamlarımız öldü. Düşman bir şehrin ve ordunun orta yerindeyiz. Altınlarımızın tamamını kaybettik. Planlarımız yerle bir oldu. Ne tür bir intikam alabiliriz?”

      “Her zaman bir yol vardır,” dedi Ario kararlılıkla. Merek’e baktı.

      Herkes Merek’e bakınca, Merek kaşlarını çattı.

      “İntikam konusunda uzman değilim,” dedi. “Beni rahatsız edenleri öldürürüm. Beklemem.”

      “Ama sen usta bir hırsızsın,” dedi Ario. “Tün hayatını bir hapishane hücresinde geçirdiğini kendin söyledin. Bizi buradan mutlaka kurtarabilirsin.”

      Merek dönüp hücreyi, parmaklıkları, pencereleri, anahtarları ve muhafızları bir uzmanın keskin bakışlarıyla inceledi. Her şeye dikkatle baktıktan sonra, sıkkın bir ifadeyle onlara baktı.

      “Burası sıradan bir hücre değil,” dedi. “Bir Finia hücresi olmalı. Masraftan hiç kaçınmamışlar. Hiçbir zayıf noktası veya çıkış yolu yok. Keşke size başka bir şey söyleyebilseydim.”

      Godfrey yoğun duygulara kapılıp diğer tutsakların koridordan gelen çığlıklarını duymamaya çalıştı; hücrenin kapısına yürüyüp alnını soğuk ve kalın demire yasladı ve gözlerini yumdu.

      “Onu buraya getirin!” diye kükredi birisi baş koridorda.

      Godfrey gözlerini açtı, başını çevirdi ve birkaç İmparatorluk muhafızlarının bir tutsağı koridorda sürüklediklerini gördü. Bu mahkûmun omzundan göğsüne sarkan kırmızı bir kuşak vardı ve hiç direnmeden adamların arasında kendini bırakmış bir halde yürüyordu. Hatta adamlar yaklaştıkça, Godfrey adam baygın olduğu için muhafızların onu sürüklemek zorunda kaldıklarını gördü. Adamda ciddi bir sorun olduğu belliydi.

      “Bana bir başka veba kurbanı mı getirdin?” diye bağırdı muhafız küstah bir tavırla. “Onu ne yapmamı bekliyorsun?”

      “Bizi ilgilendirmez!” diye bağırdı diğerleri.

      Nöbet tutmakta olan muhafız korkuyla ellerini havaya kaldırdı.

      “Ona dokunmam!” dedi. “Onu şuraya koyun… Diğer vebalılarla birlikte çukura götürün.”

      Muhafızlar şaşkın şaşkın ona baktılar.

      “Ama

Скачать книгу