Скачать книгу

da vakit kaybetmedi. Kapıya koştular ve Luanda başka bir McCloud’un da oraya yönelip kütüğü alarak kapıyı kilitlemeye çalıştığını görünce dehşete düştü. Bu sefer ondan önce davranacaklarını sanmıyordu.

      Bu defa Bronson hamlesini yaptı, kılıcı havaya  kaldırıp öne eğildi ve fırlattı.

      Kılıç McCloud’ın sırtında son bulup ona saplanana kadar havada döne döne uçtu.

      Savaşçı çığlık atıp yere çöktü, Bronson kapıya koşarak tam vaktine kapıyı ardına kadar açtı.

      Onlarca MacGil, açık kapıdan koşarken Luanda ve Bronson da onlara katıldı. Yavaştan salon tüm MacGil’lerden temizlendi. Bu arada McCloud’lar düşmanlarının neden geri çekildiğini hayretle izliyorlardı.

      Hepsi dışarı çıktığında, Luanda kapıyı arkadan çarptı ve McCloud’ların onları takip edememeleri için kütüğü diğerleriyle birlikte kaldırıp kapıyı arkadan kilitledi.

      Dışarıdaki McCloud’lar durumu fark etmeye başlayınca meşaleleri indirmeye ve bunun yerine kılıçlarıyla saldırmaya başladılar.

      Fakat Bronson ve diğerleri onlara hiç fırsat vermediler.  Binanın etrafındaki McCloud’lara saldırarak, meşalelerini indirip silahlarına davranmaya çalışırlarken onları bıçaklayıp öldürmeye başladılar. McCloud’ların çoğu içerdeydi ve dışarıdaki bir kaç düzine asker, öfkeden gözlerine kan oturmuş hiddetli MacGil’ler karşısında duramazdı nitekim McCloud’lar kısa süre içinde öldürüldü.

      Luanda, Bronson’la yan yana, MacGil klanı üyelerinin yanında duruyordu, hepsi nefes nefese kalmış, hayatta kaldıkları için heyecan duyuyorlardı. Hayatlarını ona borçlu olduklarını bilerek hepsi Luanda’ya saygıyla bakıyorlardı.

      Orada dikilirken, içerideki McCloud’ların kapıya vurma seslerini duydular, dışarı çıkmaya çalışıyorlardı. MacGil’ler ne yapacaklarından emin olamayarak yavaşça dönüp Bronson’ın liderliğine başvurdular.

      “İsyanı bastırmalısın,” dedi Luanda ısrarcı olarak. “Onlara tıpkı sana davranmaya niyetlendikleri aynı gaddarlıkla muamele etmelisin.”

      Bronson ona baktı, bocaladı, Luanda gözlerindeki kararsızlığı görüyordu.

      “Planları işe yaramadı,” dedi. “Burada kısıldılar. Tutsak oldular. Onları tutuklayacağız.”

      Luanda şiddetle kafasını salladı.

      “HAYIR!” diye bağırdı.” Bu adamlar senin önderliğine başvuruyorlar. Bu dünyanın en barbar yeri. Kraliyet Sarayı’nda değiliz. Burası gaddarlıkla yönetilen bir yer. Gaddarlık saygıyı talep eder. İçerideki adamlar hayatta bırakılamaz. Bir örnek teşkil etmeliler!”

      Bronson tereddüt etti, dehşete düşmüştü.

      "Ne demek istiyorsun?" diye sordu. "Diri diri yakalım mı yani? Bize gösterdikleri barbarlığa karşılık aynı muamelede mi bulunalım?"

      Luanda dişlerini sıktı.

      "Eğer bunu yapmazsan, şunu iyi bil ki gün gelecek seni öldürecekler."

      MacGil klanı üyeleri etraflarında toplandı, bu tartışmaya şahitlik ediyorlardı. Luanda orada kaskatı duruyor, öfkesinden kuduruyordu. Bronson'ı seviyordu– ne de olsa hayatını kurtarmıştı. Fakat yine de bu kadar zayıf ve saf olabildiği için ondan nefret ediyordu.

      Luanda'nın, erkek yöneticilerden ve verdikleri kötü kararlardan sıdkı sıyrılmıştı. Yönetime kendi geçmek için yanıp tutuşuyordu, bu işi hepsinden daha iyi kotaracağını biliyordu. Bazen bir erkeğin dünyasını bir kadının yönetmesi gerektiğinin farkındaydı.

      Luanda tüm hayatı boyunca sürgün edilmiş ve küçük görülmüştü, artık kenarda oturamayacağını hissediyordu. Ne de olsa bu adamların şu an hayatta olması onun sayesindeydi. Bir de Kral'ın kızıydı– ilk çocuktu, azı değil.

      Bronson orada durmuş, Luanda'ya bakıyor ve bocalıyordu. Luanda, eyleme geçmeyeceğini anladı.

      Buna daha fazla dayanmayacaktı. Öfke içinde bağırıp öne atılarak hizmetlilerden birinin elindeki meşaleyi aldı, buz kesilen adamların sessiz bakışları altında, önlerine geçerek meşaleyi havaya kaldırıp fırlattı.

      Meşale geceyi aydınlatarak havada döne döne uçtu ve şenlik salonunun samandan çatısının üstüne düştü.

      Alevler yayılmaya başlarken Luanda bu sahneyi zevkle izledi.

      MacGil'ler tezahüratlarla etrafını çevreleyip bu hareketi aynen tekrarladılar. Hepsi meşaleleri alıp fırlatınca kısa süre sonra ateş harlandı, Luanda geceyi aydınlatan alevlerin ısısını yüzünde hissediyordu. Bir an sonra salon bu büyük yangınla tutuşmuştu.

      İçeride hapsolan McCloud'ların çığlıkları geceyi yırttı, Bronson geri çekilirken Luanda soğuk, katı ve merhametsiz bir halde elleri belinde duruyor, her birinin ölümünden zevk alıyordu.

      Şaşkınlıktan ağzını bir türlü kapayamayan Bronson'a döndü.

      "İşte," dedi küstahça, "yönetmek budur."

      ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

      Reece, Stara'yla beraber omuz omuza yürüyordu, elleri salınarak birbirine değiyor ama henüz el ele tutuşmuyorlardı. Dağ yamacının yükseklerinde renk patlaması yaşayan, Yukarı Adalar manzarasına hakim, göz alabildiğine uzanan çiçek tarlaları arasında yürüdüler. Sessizlerdi, Reece çelişen duygu seli altında boğuluyordu, ne söyleyeceğini bilemiyordu.

      Reece, dağ gölünde Stara'ya gözlerinin kilitlendiği o kader anını düşündü. Onunla yalnız geçireceği bir zamana ihtiyaç duyduğu için mahiyetini göndermişti. Özellikle geçmişlerini bilen Matus onları baş başa bırakmakta gönülsüzdü ama Reece ısrar etmişti. Stara, Reece'i bir mıknatıs gibi çekiyordu ve Reece etraflarında başka kimse olsun istemedi. Onsuz geçen zamanı telafi etmeye, onunla konuşmaya, kendinde mevcut aşk bakışlarının neden onda da olduğunu anlamaya ihtiyacı vardı. Bunların hepsinin gerçek olup olmadığını ve sonlarının ne olacağını öğrenmek istiyordu.

      Yürürken Reece'in kalbi çarpıyordu, nereden başlayacağından, sonraki adımından emin olamıyordu. Mantıklı tarafı ona bağırıyor, dönerek uzaklaşmasını ve Stara'dan mümkün olabildiğince uzağa kaçmasını, ana karaya yol ana bir sonraki gemiye atlayarak onu bir daha asla düşünmemesi gerektiğini söylüyordu. Evine, sadakatle onu bekleyen müstakbel karısına dönmesini söylüyordu. Ne de olsa Selese onu seviyordu, o da Selese'i. Evlenmelerine sadece bir kaç gün kalmıştı.

      Reece bunun yapılabilecek en akılcı şey olduğunu biliyordu. Yapılacak en doğru şeydi.

      Ne var ki, mantıklı tarafı, boyun eğmeyi reddeden duyguları  ve kontrol edemediği tutkuları tarafından boğuluyordu. Stara'nın yanında kalmaya, bu tarlalarda onunla beraber yürümeye onu zorlayan bu tutkularıydı. Kendisinde, hiç anlayamadığı, onu hayatı boyunca yönlendirip dürtüsel davranışlarda bulunmasına ve kalbinin sesini dinlemesine neden olan kontrol edemediği bir taraftı. Her zaman en iyi kararları aldırdığı söylenemezdi ama Reece, içindeki bu güçlü, tutkulu özelliği her zaman kontrol edemiyordu.

      Reece, Stara'nın yanında yürürken, onun da aynı şeyleri hissedip hissetmediğini merak etti. Yürürken elinin tersi Reece'inkine değiyordu ve dudaklarının ucunda hafif bir gülümsemenin olduğunu  fark edebildiğini düşünüyordu. Fakat onu anlamak her zaman olduğu gibi şimdi de zordu. Onunla çocukken karşılaştığı ilk zamanda, çarpıldığını, kıpırdayamadığını ve sonraki günlerde ondan başka hiç bir şey düşünemez hale geldiğini hatırladı. Yarı saydam gözlerinde, gururlu

Скачать книгу