Скачать книгу

Neden ülke içinden olmasın ki?” dedi Luke. Cevabını zaten biliyordu ama bunu sormak ve cevabını almak önemliydi, her şey adım adım gitmeli, hiçbir şeyin üstünden atlanmamalıydı.

      “Solcular gecenin ortasında Hummer bayilerini ateşe verirler. Ağaçlıklardaki ağaçlara, onları kesen makinelere zarar vermek için çivi çakarlar, ama sonra bu çivileri kırmızıya boyarlar ki kimsenin canına zarar gelmesin. Geçmişlerinde nüfus yoğunluğu olan bölgelere saldırdıkları veya birini öldürdükleri hiç görülmemiş, ve radyoaktiviteden nefret ederler. Sağcılarsa daha vahşidir, Oklahoma City gösterdi ki sivil gruplara ve hükümet sembollerine saldırabilirler. Ama, bu iki grup da bunu yapacak eğitime sahip değil. Ve onların olmadığına dair başka iyi bir sebep daha var.”

      “O da?” dedi Luke.

      “İridyumun yarı ömrü çok kısadır.” dedi Trudy. “Birkaç gün içerisinde çoğunlukla işe yaramaz olacaktır. Ayrıca, çalan herkimse, radyasyon zehirlenmesi yaşamak istemiyorsa hızlı hareket etmeli. Müslümanların ilahi ayı Ramazan bir sonraki gün batımında başlıyor. Sanıyorum ki Ramazanın başlangıcıyla denk gelmesi tasarlanmış bir saldırımız var.”

      Luke neredeyse rahatlatıcı bir nefes aldı. Trudy ile uzun yıllar çalışmış ve onu tanıyordu. Onun istihbaratı her zaman iyiydi, senaryoları yerine oturtması sıradışı derecede iyiydi. Yanıldığından çok daha fazla haklı çıkardı.

      Saatine baktı. 3:15’ti. Günbatımı bu akşam sekiz gibi gerçekleşecekti. Hızlı bir hesaplama yaptı. “Yani sence bu insanları bulmak için on altı saatten fazla vaktimiz var mı?”

      On altı saat. Samanlıkta iğne aramak gibi bir şey. Bunu yapmak için sadece on altı saatinin olması, ama bunu en ileri teknoloji ve en iyi insanlarla yapmaya çalışmaksa bambaşka bir şeydi. Ümit etmek için bile neredeyse çok fazlaydı.

      Trudy başını salladı. “Hayır. Ramazanla ilgili problem şu: evet gün batımı ama kimin gün batımı? Tahran’da gün batımı saat 20:24’te, yani buranın saatiyle 10:54. Ya Ramazanın başlangıcını dünya çapında kabul ederlerse, yani mesela Malezya veya Endonezya? Bu da sabah 7:24 kadar erken bir saati işaret ediyor ki bu da sabah yoğunluğunun tam başladığı saat.”

      Luke homurdandı. Camdan dışarıya, altında serili uçsuz bucaksız metropollere baktı. Tekrar saatine göz attı. 3:20. İleride, ufukta, alçak Manhattan’ın yüksek binaları, ve eskiden Dünya Ticaret Merkezi binalarının yerinde duran ve gök yüzünü kesercesine yükselen mavi ışıkları görebiliyordu. Üç saat içerisinde eviyle işi arasında mekik dokuyan insanlar sokaklara dökülecekti.

      Ve dışarıda bir yerde, bu insanların öldürmeyi planlayanlar vardı.

      3. Bölüm

      Saat 03:35

      Manhattan’ın Doğu Yakası.

      “Aynı fareler gibi gözüküyorlar.” dedi Ed Newsam.

      Helikopter Doğu nehrinin üzerinden alçak geliyordu. Karanlık su hemen altlarında, hızla akıyor, ufak tefek dalgalar yükselip alçalıyordu. Luke, Ed’in ne demek istediğini anladı. Su, binlerce farenin siyah titrek bir çarşafın altında koşuşu gibi gözüküyordu.

      34.Cadde heliportuna yavaşça iniş yaptılar. Luke solundaki binaların ışıklarını izledi, gecenin karanlığında parıldayan binlerce mücevher gibi gözüküyordu. Artık vardıkları, orada oldukları için Luke’un içine bir aciliyet duygusu yayıldı. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Uzun uçuş boyunca sakin kalmıştı, çünkü başka ne yapabilirdi ki? Saat işliyordu ve harekete geçmeleri gerekiyordu. Neredeyse helikopter inmeden atlayabilirdi.

      Helikopter yere sertçe oturdu, her şey titredi, herkes kemerlerini çözdü. Don kabin kapısının kolunu çevirdi ve kapıyı açtı ¨Hadi, gidelim¨ dedi.

      İniş rampası sokağa açılan kapıdan yaklaşık yirmi metre uzaktaydı. Üç adet cip, beton bariyerlerin hemen dışında bekliyordu. Bir çanta taşıyıcı ekip helikoptere koştu ve malzeme çantalarını indirdi. Luke’un çantalarını adamın biri aldı.

      “Dikkatli ol,” dedi Luke. “Geçen sefer geldiğimde çantamı kaybettiniz. Bu sefer alışveriş için vaktim yok.”

      Luke ve Don baştaki cipin içine bindiler. Cip yolcu kabinini büyütmek için uzatılmıştı. İçinde birbirine bakan koltuklar vardı. Luke ve Don öne doğru bakan koltuğa, Trudy is onlara doğru oturdu. Cip, neredeyse onlar oturmadan hareketlendi. Bir dakika içerisinde Franklin D. Roosevelt Doğu Nehir Yolu’nda kuzeye doğru hızla gidiyorlardı. Bir arı sürüsünü andırırcasına her tarafta sarı renkli taksiler vardı.

      Kimse konuşmadı. Cip hızla yoluna devam ediyor, beton kıvrımları kucaklıyor, dökülen binaların altındaki tünellerden geçiyor, yoldaki çukurlara sertçe dövüyordu. Luke kalp atışlarını göğüs kafesinde hissedebiliyordu. Kalbinin hızla atmasına sebep olan aracın gidişi değil, öngörüleriydi.

      “Buraya biraz da eğlence için gelsek fena olmazdı.” dedi Don. “İyi bir hotelde kalmak, belki bir Broadway şovu izlemek.”

      “Bir dahaki sefere” dedi, Luke.

      Camdan dışarıda, cip neredeyse anayoldan çıkıyordu. 96. Cadde çıkışıydı. Şoför kırmızı ışıkta durur gibi oldu, daha sonra sola döndü ve bulvarın boşluğunda gazı kökledi.

      Luke, cipin, hastanenin dairesel uzanan özel giriş yolunda gürleyerek gidişini izledi. Gecenin sessiz bir anıydı. Üç parçalı bir takım elbise giymiş bir adam, ayakta onları bekliyordu.

      “Şık giyinmeyi seviyor” dedi Luke.

      Don Luke’u parmağıyla dürttü. “Söyle, Luke. Sana küçük bir sürprizimiz var.  En son ne zaman tehlikeli maddeye karşı koruyucu elbise giydin?”

      4. Bölüm

      Saat 04:11

      Center Medical Center’ın Altı, Yukarı Doğu Yakası

      “O kadar sıkma.” dedi Luke, ağzında plastik termometre vardı.

      Trudy, Luke’un bileğine taşınabilir kan basıncı ölçer takmıştı. Alet bileğini sıktı, sonra daha da sıktı, ve yavaşça kademe kademe basıncı azalttı, alet bu sırada nefesi daralmış gibi ses çıkarıyordu. Trudy, bilekteki sensörün bandını söktü ve adeta aynı hareket içinde Luke’un ağzındaki termometreyi de çekti aldı.

      “Nasıl gözüküyor?” dedi Luke.

      Aletlerin okuduğu değerlere baktı. “Kan basıncın yüksek.” dedi. “138’e 85. Dingin halde kalp ritmi 97. Vücut sıcaklığın 38. Sana yalan söylemeyeceğim, Luke. Değerlerin daha iyi olabilirdi.”

      “Son zamanlarda biraz stres altındayım.” dedi, Luke.

      Trudy omuz silkti. “Don’un değerleri seninkinden iyi.”

      Evet ama o statin kullanıyor.

      Luke ve Don birlikte don-atlet bir ahşap bankta oturdular. Hastanenin altında, bodrum katında, bir depolama tesisindelerdi. Yukarıdan kalın plastik perdeler sarkıyor, bulundukları alanı çevreliyordu. Soğuk ve karanlıktı burası, Luke’un omurlarından aşağıya bir ürperti indi. İçine sızılan depo-kasa bulundukları yerin iki kat altındaydı.

      Etraflarında insanlar dolaşıyordu. New York ofisinden birkaç ÖMT (Özel Müdahale Timi) görevlisi vardı. ÖMT ekipleri iki katlanabilen masa açmış, üzerine dizüstü bilgisayarlarını monitörlerini dizmişlerdi. Üç-parça elbise giyen biri vardı, NYPD terörle mücadeleden bir istihbarat memuru.

      Ed Newsam, Luke’un helikopterde tanıştığı büyük silahlar ve taktiklerin

Скачать книгу