Скачать книгу

dese de İbo haklı olduğunun farkındaydı. Sokaktaki esnafın evden bana getirdiği fındık fıstıktan, çeşit çeşit meyvelerden, çikolatalardan gerçeği anlarlardı. Neden böyle davrandıklarını da!

      Ben de biliyordum bana neden böyle davrandıklarını, neden beni böyle sevdiklerini! Tabii ki dedemi sevmeleri önemliydi, ama asıl neden bu değildi. Asıl neden… Şey, nasıl söylesem? Annemle babamdı! Neden mi onlar yüzünden? İşte onu anlatamam. Anlatamıyorum çünkü! Anlatmak istediğimde ağlamak geliyordu içimden.

      Sülo abiye, “Ben cadı değilim. Benim adım Işıl.” dedim.

      Küt, kahverengi saçlarımı elleriyle karıştırıp okşadı. Gülümseyerek, “Hah işte ben de onu diyorum. Işıl ışıl ateş saçan küçük bir cadısın.” dedi. Beni güldürmeye çalışıyordu. Yanıma, kaldırıma oturdu. “Söyle bakalım ne oldu?” diye sordu.

      Küskünce, “Pamuk yok.” dedim.

      “Ben sabah gelince gördüm Pamuk’u. Çocukların peşine takılıp gitti. Gelir birazdan. Seni bırakır mı sanıyorsun?” dedi. Sahi bırakmazdı değil mi? O benim bir tanecik Pamuk’umdu.

      Mahmut amca, dedeme yeni bir çay, bana da meyve suyu getirdi. Dedem, “Hadi kahvaltıya.” dedi. Sülo abi de kendine bir çay söyledi. Ben de sokağı tekrar kontrol ettikten sonra içeri girdim. Bakır sininin etrafındaki taburelerden birine oturdum. Dedemin hazırladığı kahvaltı çok güzel görünüyordu. Simitler hâlâ sıcak, mis gibi kokuyordu. Elime alıp bölerken çıtır çıtır sesler geldi. Bir parça ısırdığımda ise susamın tadı ağzıma yayıldı. Bir yandan da kulaklarımda “tak tak tak…” sesleri, bir yandan ağzımda mis gibi simitin tadı…

      Sülo abi, “Küçük cadımızın yüzü gülmeye başladı.” dedi.

      “Pamuk buralarda dedin ya Sülo abi. Onun için.” dedim gülümseyerek.

      Dedem elindeki çay bardağını siniye bırakıp gülümsedi. “Ah benim bakır gözlüm. Şuna bak Sülo abisi! Gülünce gözlerinden ışıl ışıl bakır ışıkları saçılıyor. Doğduğunda da böyleydi.” dedi. Dedem yine aynı hikâyeyi anlatmaya başlayınca ben de sordum.

      “Sen mi koydun dede benim adımı?” Hep böyle olurdu. Ben gülünce dedem gözlerimin ışık saçtığını söylerdi. Sonra da bebekliğimi anlatmaya başlardı. Ben de arkasından sorardım. Şimdi yine anlatıyordu.

      “Ben koydum tabii. Baktım böyle ışıl ışıl bakıyorsun. Işık saçan bakırlar gibi… Dedim adı Işıl olsun. Annenle babanın da pek hoşuna gitti. Onlar da hemen kabul ettiler.” Annemle babamı duyunca içim yine bir tuhaf olmuştu. Onlar… Nasıl desem? Ben suskunca etrafa bakınmaya başladım. Dedem de, Sülo abi de hemen anladı. Onlar benim aklımdan geçenleri hep böyle anlarlardı. Dedem ben üzülmeyim diye, “Bugün yeni sıvanmış bakırlar gelecek.” dedi.

      Yeni sıvanmış bakırlar… Yani şekle sokulmuş; ama işlenmemiş, süslenmemiş bakır demek. Tahsin amca sıvanmış bakırları dedeme, sokaktaki diğer bakırcılara getirirdi. Onlar da bakırları bir güzel işler; desen desen, çiçek çiçek süslerlerdi. Öyle güzel olurdu ki… Tahsin amcanın geleceğini duyunca, “Yaşasın!” diye havalara uçtum. Tahsin amcanın gelmesi kocaman çikolatalı, muzlu pastanın geleceği anlamına geliyordu. İbo’yla Zeynep de gelecekti; dedem yeni sıvanmış bakırlara, biz de yaş pastaya sevinecektik. Peki ya Pamuk? O neredeydi? O da bizimle sevinecek miydi? Gözlerim sokağı tararken hem Pamuk’u hem Tahsin amcayı düşündüm.

      Öyle oldu. O gün öğlene doğru Tahsin amca elinde bir sürü poşetle geldi. Pamuk ise hâlâ ortalarda yoktu. Poşetlerin içinde sıvanmış bakırlar vardı. Güğüm, sini, tabak, şekerlik… çeşit çeşit kaplar… Tahsin amca hepsini sırayla çıkarıp dedeme gösterdi. Dedem de heyecanla onlara bakıyordu.

      “Şu bakır şekerliğe mineli desen yapacağım. Bak Tahsin, şu bakır tencere gibi kabı gördün mü? Hah, bak bunun etrafına iri iri çiçekler koyarım. Aralarına da dallar ve yapraklar… Bir de mineleyip renklendirirsem görme gitsin; kapanın elinde kalır…”

      Onlar böyle konuşup dururken İbo’yla Zeynep de geldi. Tahsin amcanın geleceğini onlara da haber vermiştim. “Öğlene doğru gelecek. Sakın unutmayın!” demiştim. Dedemle Tahsin amca öyle heyecanlı konuşuyorlardı ki, biz de merakla onlara baktık. Aklımız çikolatalı, muzlu yaş pastadaydı. Hem onların heyecanla konuşmasını dinliyor hem de birazdan ortaya çıkacak pastayı bekliyorduk. Kesin dedem kaşla göz arasında onu saklamıştı. Hep böyle olurdu. Sonra da hiç ummadığımız bir anda ortaya çıkarırdı.

      Keşke bir anda Pamuk da ortaya çıksaydı, ama yoktu. Nereye gitmiş olabilirdi ki? İbo’yla Zeynep’e de sordum. “Sabah yanımızdaydı, ama sonra gitti.” dediler. İkisi de nereye gittiğini bilmiyordu. Hiç böyle yapmazdı. Beni her gün görürdü. Neden bugün yanıma gelmedi? Ben böyle düşünürken Tahsin amca başımı okşayarak, “Küçük cadımızın nesi var ki böyle düşünüyor?” diye sordu.

      “Pamuk yok Tahsin amca. Bugün hiç görünmedi. Her sabah yanıma gelirdi.” dedim. Tahsin amca önünde duran poşetlerden birini gösterip, “Sana bir sürprizim var.” dedi. Sevinçle ellerimi çırptım.

      “Yaş pasta mı?” diye sordum.

      “Öyle değil.” dedi. Masmavi gözünü kırparak, “Bu sefer başka!” Merakla yüzüne baktım. İbo ile Zeynep de kapıda durmuş olan biteni izliyordu.

      Tahsin amca, “Sizlere de sürprizim var. Buraya gelin!” dedi. İkisi de gülümseyerek içeri girdi. Şimdi üçümüz de merakla Tahsin amcanın sürprizini bekliyorduk. İşte tam bu sırada olanlar oldu. Dedem elinde kocaman yaş pasta tabağıyla geldi. Üzerinde de mumlar vardı. Biz pastayı görünce sevinçle zıplamaya başladık.

      İbo, “Kimin doğum günü?” diye sordu.

      Dedem, “Kimsenin değil, bugün Tahsin amcanın size yapacağı sürprizi kutluyoruz.” dedi.

      Dedem, “Hadi üfleyin mumlara!” dedi. Üçümüz de sevinçle mumlara üfledik. Üfler üflemez de alkışlamaya başladık.

      İşte o gün böyle farklı bir gündü. Hep birlikte sevinç içinde mumlara üfleyip sürprizin ne olduğunu bekledik. Benim beklediğim başka bir şey vardı! Canım Pamuk’um, kim bilir nerelerdeydi?

      Tahsin amca sürprizinin ne olduğunu birazdan açıklayacaktı. Ama Pamuk? O ortaya çıkacak mıydı? Beni bulup etrafımda dolanacak benimle oyunlar oynayacak mıydı?

      Sürpriz Neydi?

      İbo’nun kısacık kesilmiş siyah saçları, Zeynep’in de benimkiler gibi küt, sarı saçları vardı. Zeynep’in gözleri yemyeşildi. İbo siyah saçlı, siyah gözlü Zeynep de sarı saçlı, yeşil gözlüydü. Birbirlerine hiç benzemiyorlardı. İbo annesine, Zeynep de babasına benziyordu.

      İbo siyah, Zeynep yeşil, ben de bal rengi gözlerimizle baktık. Acaba Tahsin amcanın sürprizi neydi? O maviş gözleriyle, dedem de kocaman bıyıklarıyla bize gülümseyerek baktı. En sonunda Tahsin amca, “Eveeet, hazırsanız başlıyorum!” dedi.

      Üçümüz sevinçle ellerimizi çırptık. “Hazırııııız!” Tahsin amca poşetlerin birinden üç tane bakır levha çıkardı. Yani, yeni sıvanmış ve işlenip süslenmemiş olanlardan… Üçünün de büyüklüğü aynıydı; birer tabak kadar yuvarlak levhalardı.

      “Bunları size getirdim.” dedi. Üçümüz de merakla söyleyeceklerini bekliyorduk. Mavi gözlerinde ışıl ışıl sırlar dolaşıyordu.

Скачать книгу