Скачать книгу

pek yüksek görür ve bundan mahrum olanları hor görürdü. Sözleri pek ağır ve pek vakurdu. Hiçbir kadını, hiçbir kızı oğluna layık göremezdi. Tahakkümü pek sever ve dünyada kendisinden başka kimsenin aklıyla, sözüyle hareket etmez, kimsenin fikrini beğenmezdi. Bununla beraber Feridun validesini son derece hürmet ve muhabbetle sever ve onun mütehakkim32 ve mağrur bakışları karşısında daima hürmetle söz söylerdi.

      Bu akşam Feridun, elinde bir telgrafla geldi.

      “Anne,” dedi, “müjde; amcam geliyor.”

      Hanımefendi buna cidden memnun olmuştu. Kayınbiraderini hürmetkâr bir muhabbetle sevdiği ve senelerden beri görmediği için bu haber onun gözlerinden yaşlar getirmişti.

      “Ah…” diyordu, “merhum pederin de sağ olsaydı da bu sevinçli günü görseydi!”

      Artık her an, bu muhterem yolcuların gelecekleri günü beklemeye başladılar. Hanımefendi, kayınbiraderin bir zevcesiyle bir de evlatlığının olduğunu biliyordu. Aynı zamanda bunların seviyelerini, derecelerini düşünüyor, bu kadının elti denmeye layık olacak meziyetlere malik olup olmadığını merak ediyor, sonra her ne olursa olsun kayınbiraderinin hatırı için bunlara hürmet etmeye mecbur olduğunu hatırlayarak her şeyi hoş görmeye razı oluyordu.

      Bugün Emin Bey’in konağının önünde üç araba durmuştu. Nihayet on günden beri beklenen yolcular gelmişti. Hanımefendi derhal aşağıya koşmuş, hürmetle misafirlerini karşılamıştı. Salona çıkıldığı zaman tanışma merasimi yapılmış, hanımefendiyle Rahmi Bey ve Feridun, merhum Emin Bey’in hatırasıyla bir hayli ağlamışlardı. Rahmi Bey, Feridun’a iftihar ederek ve gururla bakarak “Aman Yarabbi,” diyordu. “Ne kadar değişmiş, ne kadar güzelleşmiş!”

      Sonra eliyle omuzlarını okşayarak “Aslan, Allah’a emanet aslan… Vapurda yolcuları karşılamaya gelenler arasında ben hâlâ bundan pek çok sene evvel bıraktığım küçük Feridun’u arıyordum. Birdenbire karşımda amca diye hitap eden bu koca adamı görünce öyle bir şaşırdım ki âdeta utandım,” dedi.

      Bu söze hep birden gülüştüler. Rahmi Bey Feridun’a dönerek “Söyle bakayım sen beni nasıl tanıdın, sevgili çocuk?” diye sordu. Feridun amcasının bu sualine gülerek “Resminizden,” dedi. Sonra ilave etti. “Ruhun yakınlığı da yardım etti amcacığım.”

      Hanımefendi eltisini pek beğendi. Zira onun da karşısındakine yüksekten bakan mağrur ve mütehakkim nazarları vardı. Yalnız Leyla kendisini beş, on dakika meşgul etmişti. Kayınbiraderinin senelerden beri büyütüp terbiye ettiği bu kızın cidden müstesna bir mahlûk olduğunu teslim etmekle beraber onun bir evlatlık olması, adi ruhlu bir köylünün kızı bulunması, derhal bu istisnaiyeti silip mahvetmiş olduğundan artık onunla meşgul olmaya hiç lüzum görmemişti.

      Feridun pek şen ve pek memnun bir halde amcası ve genç yengesiyle meşgul gibi görünüyorsa da tuhaf bir cazibenin tesiri altında bulunuyordu. Niçin olduğunu bilmeden, ruhu garip bir haz içinde uyuşuyor, gözleri gayri meri33 bir kuvvetin sevkiyle bir noktaya saplanıp kalıyordu.

      Leyla salonun uzakça bir tarafına çekilmişti. Güzel yüzünde yolculuğun yorgunluğu, tavırlarında belirsiz bir bigânelik34 vardı.

      Feridun ise bu beklenmeyen cazibeye karşı hüviyetinin sarsıldığını, kalbinin şimdiye kadar hissetmediği bir heyecanla çarptığını duyuyordu. Bir iki defa ona bakmak istediği halde kalbinin sık sık atışı metanetini eziyordu. Bu neydi? Nasıl bir kuvvetti? Şimdiye kadar hiç düşünmediği, hemen mevcudiyetinden bile haberdar olmadığı, hatta hiç ehemmiyet verip beklemediği bu kızın karşısında duyduğu bu zâf,35 bu alaka neden ileri geliyordu? Henüz ona bir kelime bile söylemeye cesaret edememişti. Feridun son bir gayretle gözlerini bir defa daha ona doğru çevirdi. Bu, uzun ve derin bir bakış oldu. O zaman kendi kendine şimdiye kadar sihirli gözlere, bu derece masum ve güzel bir çehreye tesadüf etmemiş olduğunu itiraf etti. Ondan korkmak lazım geleceğini düşündü.

      İslam kadınlarında misafirlerine gösterilen hürmet öyle Avrupa kadınları gibi resmiyet altında bulunmadığından Pakize Hanım ile Leyla biraz yorgun göründükleri için kendi evlerindeymişler gibi bir müddet odalarına çekildiler.

      Leyla’nın yalnızlığa, sükûnete olan ihtiyacı bunu kendisine bir saadet olarak hissettirmişti.

      Odaya girer girmez hemen bir kanepe üzerine oturdu. Başını elleri arasına aldı, iki saatten beri ruhunu ezen tesirli nazarları düşünüyordu. Fakat onlar niçin ve ne maksatla kendisine o kadar derin, ta içine işlemek isteyen bir kuvvetle bakmışlardı? Bazı hayret, bazı takdir, bazı mağlup ifadelerle ruhuna nasıl anlaşılmayan sırlar vermeye çalışmışlardı? Geniş ve karanlık bir çölden ibaret gördüğü hayatına ne ışıklı ümitler serpmek istemişlerdi?

      Ümit… Lakin bu ne tatlı, bu ne kadar okşayıcı bir kelimeydi! Bütün hüviyetini ılık ve gaşyeden36 bir şiirle okşuyordu! İnsanları aldatan, hayatın yoluna boyun eğdiren ümit ona şimdi en candan tebessümlerle gülüyordu.

      Akşam yemeğinden sonra bahçe üstündeki salonda toplandılar. İki saatlik istirahat, yolcuların yorgunluğunu biraz almıştı. Hanımefendi pek mültefit37 bir tavırla, misafirleriyle meşgul görünüyor, kalbi zevcinin hatırasıyla dolu halde mütemadiyen kayınbiraderini izaza38 çalışıyordu.

      Leyla, zarif ve sade tuvaletiyle piyanonun yanına çekilmiş, Feridun ise onun biraz yakınında oturmuştu. Genç kız gözlerini salonun boş bir köşesine çevirmiş, biraz dalgın görünüyordu. Feridun artık ne amca ne de yengesiyle meşgul oluyordu. Leyla’nın en ufak bir hareketi bile ruhuna sevda serpiyordu. Yavaş yavaş onunla konuşmaya başladı. “Bu gece kadar mesut olduğumu hiç hatırlamıyorum,” dedi, “meğer hayatın böyle sevimli anları da oluyormuş.”

      Leyla’nın yüzü tatlı bir kızıllık içinde kaldı. Uzun kirpiklerini önüne doğru çevirdi. Sesinde ruhundan akseden bir titreyiş vardı. “Evet,” dedi. “Uzun bir ayrılıktan sonraki kavuşmanın verdiği saadet elbet pek neşeli, efendim.”

      Bakışlarını Rahmi Bey’e doğru kaldırarak “Zannederim kendileri de ayni hisle mütehassistirler,” 39 diye ilave etti.

      Feridun, Leyla’nın bu gafletine tatlı ve manidar bir tebessümle mukabele etmişti. Bu aralık Rahmi Bey salonun bir tarafına çekilmiş olan bu iki vücuda40 doğru bakarak “Leyla,” dedi, “biraz piyano çalmaz mısın?”

      Hanımefendi onlara doğru dönmüştü. Feridun yalvaran bir tavırla ayağa kalktı. “Yorgun olduğunuz halde lütfunuzu temenniye müsaade buyurursunuz zannederim.”

      Leyla yavaşça “Estağfurullah,” diye cevap vererek endamının bütün incelikleriyle piyanoya doğru yürüdü. Taburenin üzerine oturduktan sonra Feridun’a hitaben “Kusurumu itiraf edeyim,” dedi. “Alafranga maharetim biraz noksandır. Herhalde af buyurulacağına eminim.”

      Leyla’nın beyaz ve ince parmakları fildişi tuşlar üzerinde dolaşmaya başladı.

      Kendi kendine söylenir gibi “Ne çalayım acaba?” diyordu.

      Feridun notaları karıştırırken ilave etti. “Faust,” dedi. Sonra devam etti. “Toska… Bilmem hangisi arzu buyurulur.”

      “Zannedersem Toska ruha daha yüksek hisler verir.”

      “O

Скачать книгу


<p>32</p>

Hâkim olan, hükmeden.

<p>33</p>

Görünür olmayan, görünmeyen.

<p>34</p>

İlgisizlik, yabancılık.

<p>35</p>

Zayıflık, kuvvetsizlik.

<p>36</p>

Kendinden geçiren.

<p>37</p>

Güler yüz gösteren, hoş davranan.

<p>38</p>

Ağırlama.

<p>39</p>

Duygulanmış, duygulanan.

<p>40</p>

Varlık.