Скачать книгу

gözleri yaşla doldu. “Biz de senden başka evlat muhabbetinin ne olduğunu bilmiyoruz ki yavrum. On beş senedir sen bizim yegâne sevgimiz, yegâne eğlencemiz, yegâne evladımızdın…” dedi.

      Leyla elleriyle yüzünü kapamış, muhitinin derin boşluğu içinde sakin sakin ağlıyordu. Neden sonra başını kaldırıp yaşlı gözleriyle kalfaya baktı.

      “Nine,” dedi, “annemle babamı tanıyor musunuz? Hiç olmazsa onlar hakkında biraz izahat verin. Annem güzel miydi? Babam vicdanlı ve namuslu bir adam mıydı?”

      Kalfa başını sallayarak “Artık çok oluyorsun,” dedi. “Her şeyi derin derin sorma.”

      “Nineciğim, hayatımın en mühim sırrını öğrenmek hakkım değil mi? Niçin beni bundan mahrum ediyorsunuz? Bu iki zavallı ölünün toprakla örtülen vücutlarından hiçbir hatıram olmasın mı?”

      Kalfa müteessif24 bir tavırla “Yemin ederim ki ben hiçbir şey bilmiyorum. Seni bize yabancı bir kadın getirdi. Onlar çoktan ölmüşlerdi. Sen bu kadının eline kalmıştın,” dedi.

      Leyla bir kere “Ah!” diye haykırdı ve sonra Mahinur Kalfa’nın kolları arasına düştü.

* * *

      Artık konaktaki yaşayış tarzında ve idarede mühim değişiklikler yüz göstermeye başlamıştı. Pakize Hanım elinde anahtarlar ötekine berikine emirler veriyor, büyük kalfayı çağırarak Leyla için ona bir şeyler söylüyor, sonra zavallı kızı görür görmez içinde bir öfkeyle “Baksana kızım! Kitaplarını ve yazıhaneni, ufak tefek neyin varsa en aşağı kata indir. Bundan sonra hocaların oraya gelsinler. Sen de artık büyük kalfanın yanında yat. Odalar yetişmiyor, orasını kendime misafir odası yapacağım. Anlıyor musun?” diyordu.

      Birdenbire büyük bir konağın, yüksek bir mevkiin sahibesi olduğu için ne oldum delisi olan bu şımarık kadının sözlerinde, itiraz kabul etmez bir katiyet vardı. Emre itaat mecburi olduğu için biçare Leyla kaç senedir severek yattığı bu küçük sevimli odadaki karyolasını bozdu, yatağını kalfanın odasına indirdi. Kitaplarını, yazıhanesini, bütün sevdiği bu kıymetli eşyalarını en aşağı katta karanlıkça bir odaya yerleştirdi. Bu işleri hiç kimseye şikâyet etmeden gördü. Sofada kalfaya tesadüf eder etmez kalfa kendisine “Gördün mü Leyla başımıza gelenleri?” diye şikâyete başlamıştı. “Bütün kabahat bizim efendide,” diyordu. “Ne olacak… Dayısının yanında adi bir besleme gibi büyümüş, terbiyeden ve görgüden mahrum olan bir kızı hanım diye başımıza getirirse işte böyle evin içi altüst olur. Dünyada sonradan görmelik kadar fena bir şey yoktur, ah… Rahmetli hanımefendiciğim, gözlerini aç da bak, kırk yıllık evin barkın ne hallere girdi! Kocan bu yaştan sonra gönül budalası oldu.”

      Kalfa pek buhranlıydı. Leyla bu sözleri dinlemek istemediğini anlatan bir tavırla: “Nemize lazım nineciğim?” dedi. “Onun ne mazisi ne de şimdiki haline bir söz söylemeye hakkımız var. Yalnız o bizimle uğraşmadan vazgeçse… Emin ol ki kendisini seveceğim ve memnun etmeye çalışacağım. Fakat niçin bilmem kendisi bizden hoşlanmadı. Ben ne yaptım, hem ne yapabilirdim değil mi? Benim gibi zavallı, öksüz bir kız…”

      Günler, aylar geçtikçe, Pakize Hanım’ın kahır ve cefası, hiddet ve nefreti daha ziyade artıyordu. Leyla’yı o kadar kıskanıyor, ona o derece haset ediyordu ki… O sırma gibi parlak saçlarını yolmak, o eşsiz gözlerini çıkarmak, âleme karşı onu çirkin ve menfur göstermek arzusuyla yanıyordu. Ah, bu kadar güzel, bu kadar müstesna olmasaydı. Bununla beraber mükemmel bir tahsil, mükemmel bir musiki, esaslı bir terbiye… Evet, Leyla’nın sahip olduğu meziyetlerin hiçbiri kendisinde yoktu. Bunu anladığı için daha ziyade üzülüyor, daha ziyade harap oluyordu. Bir evlatlık, adi bir köylü olduğu halde kendisinden kat kat üstündü. Bu çekememezlik her dakika onu öldürüyordu.

      Rahmi Bey, Leyla’nın çektiği üzüntüyü, duçar25 olduğu hakareti görüyor, fırsat buldukça onun kırık gönlünü almaya uğraşıyordu. Gizli gizli “Leyla kızım,” diyordu, “bu hırçın kadının hareketlerini hatırım için hoş gör. Bir gün onların hepsinden vazgeçecek, sabret, kusuruna bakma…”

      Leyla bu sözleri dinlerken Rahmi Bey’in gözlerinde aşkının şiddetine tercüman olacak kadar kuvvetli parıltılar görüyor ve bu kuvvetin şiddeti altında her türlü meşakkate dayanmaya razı olacağını anlıyordu.

      Bir gün kalfa “Biliyor musun Leyla?” demişti. “O seni kıskandığı için böyle yapıyor. Çünkü sen çok güzelsin, sonra ruhen, hissen ondan yükseksin. O senin yanında hiç değeri kalmadığını gördüğü için böyle duruyor, patlıyor. Sonra sana hücum ediyor. Hiç müteessir olma, hiç üzülme yavrum. Tahammül ile selamete çıkacağına emin ol.”

      Mahinur Kalfa’nın bu düşüncesi tamamıyla hakikate uygun olduğu halde müddeti hayatında haset denen fenalığı hissetmemiş olan Leyla temiz bir vicdanla bu sözlerin gerçekliğine ihtimal vermeyerek dinliyordu.

* * *

      Bir gün İstanbul’dan fena bir haber aldılar. Feridun Bey, bunu amcasına yazıyordu. Pederi ansızın sekteyikalpten26 ölmüştü. Rahmi Bey senelerden beri hasret olduğu biraderinin ölümüne son derece müteessir olmuştu. Leyla, hiç görmediği amcanın matemini kalbinde sakladı. Feridun’un ne elemli günler geçirdiğini düşündü. Bu düşünce, anlamadığı bir sebepten dolayı ruhunu üzdü.

      Aradan iki sene daha geçti. Leyla on yedi yaşını bitiriyordu. Kahırlar ve zulümler içinde geçen bu uzun zaman, hayatının en azaplı safhalarıydı.

      Bir akşam Rahmi Bey büyük bir sevinçle geldi. “İrade-i seniyye27 ile İstanbul’a gidiyoruz,” dedi. Bu müjde konak içinde pek büyük bir sevinçle karşılandı. Her tarafta bir hazırlık, herkeste bir telaş vardı. Pakize Hanım kaç senedir görmediği biraderine kavuşacağı için memnundu, Leyla ise İstanbul’u hiç görmediği için garip bir merak içindeydi. Zira Rahmi Bey, Sultan Hamid’in izni olmayınca İstanbul’a gidemeyenler meyanında28 bulunan ekâbirdendi.29 Feridun Bey’e hareket edecekleri günü bildiren bir telgraf çekildi ve o hafta hareket eden posta vapuruyla hareket olundu.

      Rahmi Bey’in merhum biraderi Emin Bey’in konağında aile reisi olarak Feridun’un validesi Süreyya Hanımefendi’den başka kimse yoktu. Bu hanenin idaresi ve geçimi pek muntazam olup Emin Bey hayattayken bile bir şeye karışmazdı. Evin bütün idaresi hanımefendinin nezareti altındaydı. Zaten servetin mecmuu30 tamamıyla kendine ait olup bunu da pek yolunda idareye muvaffak olmuş ve hayatta bütün mesai ve muhabbetini yegâne oğlu Feridun Bey’e hasrederek, çocuğun tahsili ve terbiyesine ait vazifelerini ancak ifa eylemişti.

      Feridun, yirmi altı yaşında bir genç olduğu halde babasından ziyade annesinin nüfuzu altında yaşardı. Bu idareli kadın, oğlunu akranları arasında en ciddi ve metin tahsille yetiştirmişti.

      Feridun arkadaşları arasında ahlakının iyiliği, terbiyesi, zekâsı ve iktidarı ile tanınmıştı. Şimdiye kadar hiçbir kadının arkasından koşmak için yorulduğunu hatırlamayan bu genç adam, bu adi heveslerden, geçici sevgilerden nefret eder, aşkı bir oyun, bir eğlence olarak kabul edenlere teessüfle bakardı.

      Kendisi, aşkı ancak pek yüksek kalplerde yaşayan ve pek kıymettar bir his olarak tanırdı. Onu hiç incitmeden, hiç kirletmeden, hiç hırpalamadan muhafaza etmek isterdi. Henüz daha kimseyi sevmiyor, daha doğrusu sevemiyordu. Bu kadar yüksek gördüğü aşka layık bir kalp arıyor; ölmeyen,

Скачать книгу


<p>24</p>

Üzgün, esef eden.

<p>25</p>

Yakalanmış, uğramış.

<p>26</p>

Kalbin durması.

<p>27</p>

Padişah emri.

<p>28</p>

Arasında.

<p>29</p>

Büyükler, devlet büyükleri.

<p>30</p>

Bir araya getirilmiş, bütün, hep.