ТОП просматриваемых книг сайта:
İnsanı Tanıma Sanatı. Alfred Adler
Читать онлайн.Название İnsanı Tanıma Sanatı
Год выпуска 0
isbn 9786258361148
Автор произведения Alfred Adler
Издательство Maya Kitap
Aşırı şefkatin eşlik ettiği eğitimse hiç şefkatin olmadığı eğitim kadar tehlikelidir. Şımartılmış bir çocuk nefret edilen bir çocuk kadar büyük zorluklarla mücadele eder. Bir kez yerleştiği noktada tüm sınırların ötesine geçen bir şefkat tutkusu doğar. Sonuç, nazlı bir çocuğun kendisini bir ya da daha fazla kişiye bağlaması ve onlardan ayrışmayı reddetmesidir. Şefkatin değeri sayısız hatalı deneyimle öylesine artar ki çocuk kendi sevgisinin yetişkinlere belli başlı dolaylı sorumlulukları zorla kabul ettirebileceği sonucunu çıkarır. Bu ise kolayca gerçekleştirilir: Çocuk ebeveynlerine “Sizi sevdiğim için bunu ya da şunu yapmak zorundasınız,” der. Aile çemberi dahilinde sıkça gelişen sosyal dogma tipi budur. Çocuk, diğerleri üzerinde bunun gibi bir eğilimi fark eder fark etmez kendi şefkatini onları kendisine daha bağımlı kılmak adına artırır. Ailede belirli bir kişiye karşı şefkatin alevlendirilmesi daima hatırlanmalıdır. Böyle bir çocuğun geleceği şüphesiz bu tip bir eğitimden zararlı bir şekilde etkilenir. Hayatı diğerlerinin şefkatini adil ya da hilebaz yollarla tutma mücadelesine dönüşür. Bunu başarmak için de mevcut her yöntemi kullanmayı göze alır. Rakibi olabilecek erkek ya da kız kardeşine boyun eğdirmeye çalışabilir ya da onları sürekli gammazlama derdine düşebilir. Bu tarz bir çocuk kardeşlerini bilfiil kötü davranışlarda bulunmaları için kışkırtacak, böylece kardeşine kıyasla dürüstlük ve gurur timsali olduğu için ebeveynlerinin sevgisiyle kendisini taçlandıracaktır. Ebeveynlerine ilgilerini kendi üzerinde tutmak üzere onlara belirli bir sosyal baskı uygular. İlgi odağını elde edene ve herkesten daha çok saygınlık kazanana dek bunu yapmak için her yolu deneyecektir. Sırf ebeveynlerine kendisiyle daha çok ilgilenme görevini yüklemek adına tembel ya da kötü davranabilir. Model bir çocuk olur çünkü diğerlerinin ilgisini bir tür ödül olarak değerlendirir.
Bu mekanizmaları irdeledikten sonra, bir kez ruhsal hareket örüntüsü belirlendiğinde her şeyin hedefe yönelik bir davranış olabileceği sonucuna varabiliriz. Çocuk hedefine varmak üzere kendini kötü bir yönde geliştirebilir ya da aynı hedefi göz önünde bulundurarak model bir çocuğa dönüşebilir. Böyle çocuklar içinde birinin, belirgin bir biçimde yaramazlık sayesinde ilgi odağı arayışı içinde olduğu, diğer yandan, daha zeki olan bir başkasının aynı hedefi erdemli davranarak elde ettiği sıkça görülebilir.
Şımartılmış çocuklarla birlikte becerileri kibarca küçümsenmiş ve önlerindeki her bir zorluk ortadan kaldırılmış olanları da sınıflandırabiliriz. Hiçbir zaman sorumluluklarla yüz yüze gelme fırsatları olmamıştır. Bu gibi çocukların hepsinin gelecek hayatları açısından gerekli hazırlıkları yapmak için çeşitli fırsatları elde etmesi engellenmiştir. Kendilerine eşlik etmek isteyen herkesle temas kurmaya hazır değillerdir ve kesinlikle diğer insanlarla temas kuramazlar. Kendi çocukluklarındaki zorluklar ve hataların sonucu olarak, bu tipteki bireyler insan ilişkileri bakımından önlerine her zaman engel koyarlar. Böyle çocuklar asla zorlukların üstesinden gelme fırsatı elde edemedikleri için hayata karşı tam anlamıyla hazırlıksızdır. Evlerindeki küçük krallığın sıcak ortamından dışarı adım atar atmaz adeta zorunlu olarak bozguna uğrarlar çünkü onları şımartan eğiticilerinin yapmalarını bekledikleri sorumlulukları ve görevlerini üstlenecek birileri artık yoktur. Üstelik alışkın oldukları biçimde kendilerine davranacak birisini bulamazlar.
Bu tür olayların hepsinde ortak bir şey vardır: Hepsi çocuğun daha çok ya da daha az yalıtılmasına meyillidir. Mide-bağırsak yollarında sorun olan çocuklar beslenmeye özgü özel bir tavır takınırlar ve sonuç olarak bu bakımdan normal olan çocuklardan tamamen farklı bir gelişim sürecinden geçerler. Kusurlu organları olan çocukların, sonunda onları yalıtmaya sürükleyen özel bir yaşam tarzları vardır. Kendilerinin çevreyle bağını açıkça anlamayan ve doğrusu bundan sakınmaya çalışan başka çocuklar vardır. Kendilerine bir arkadaş bulamazlar, akranlarının oyunlarından uzak dururlar üstelik ya arkadaşlarına haset ettikleri ya da aynı yaştaki çocukların oyunlarını küçümsediklerinden dolayı kendi özel oyunlarıyla meşgul olarak kendilerini kapatırlar. Çevreden yalıtım, ayrıca, katı bir disiplinle verilen eğitimin baskısı altında büyüyen çocukları da tehdit etmektedir. Hayat onlar için parlak bir ışık gibi görünmez çünkü her yerden kötü izlenimlerle karşılaşmayı beklerler. Ya tüm zorluklara karşı sabırla yaklaşıp acılarını mütevazı bir biçimde çekmek zorunda oldukları izlenimine kapılırlar ya da kendilerini, daima düşmanca gördükleri çevreyle mücadele etmeye hazır kahramanlar gibi hissederler. Bu gibi çocuklar hayatın ve vazifelerinin aşırı biçimde zor olduğunu düşünürler. Böyle bir çocuğun, sırf kişiliğine ilişkin bir mağlubiyet yaşamamak adına çoğunlukla kişisel sınır çizgilerini savunmakla ne kadar çok meşgul olduğunu anlamak hiç de zor değildir. Gözlerinin önüne sürekli olarak, düşmanca bir dış dünya resmi getirmesini bekleyebiliriz. Abartılı bir ihtiyatlılık hali bürünmesinden dolayı, olası bir yenilginin tehlikelerine karşı kendisini maruz bırakmaktansa tüm büyük tehlikeleri savuşturmaya yönelik bir eğilim geliştirir.
Şımartılmış çocukların yetersiz gelişmiş sosyal duygunun işareti olan bir başka karakteristik özelliği, diğer insanlara göre kendilerini daha çok düşünmeleridir. Bu kişilik özelliğinde, karamsar bir dünya görüşüne yönelik büsbütün bir gelişim açıkça gözlemlenebilir. Yanlış davranış örüntüleri için bir çözüm bulmadıkları müddetçe mutlu olmaları imkânsızdır.
III. Sosyal Bir Varlık Olarak İnsan
Şimdiye dek, bireyin kişiliğini ancak bireyi kendi bağlamında gözlemlediğimizde ve onu dünyada doldurduğu özel durumu üzerinden yargıladığımızda nasıl anlayabileceğimizi göstermeye çalıştık. Burada durumdan kastımız onun evrendeki yeri ve çevresiyle hayatın sorunlarına karşı tutumudur. Bu sorunlara mesleki, iletişimle ilgili, arkadaşlarıyla bir araya gelmeye yönelik ve varlığının özünde bulunan zorluklar dahildir. Böylece, her bireyin çocukluğunun en erken dönemlerinden itibaren içine hücum eden izlenimlerin kişinin tüm hayatı boyunca takınacağı tutumları etkilediğini saptayabiliriz. Bir çocuğun doğumundan birkaç ay sonra, hayata karşı nasıl bir duruş sergilediği belirlenebilir. Bu birkaç ayın ardından, iki farklı çocuğun davranışlarını birbiriyle karıştırmak imkânsızdır. Çünkü zaten, onlar gelişim gösterdikçe daha da netleşen, sınırları belirli bir davranış örüntüsü göstermektedir. Bu davranış örüntüsünden sapmalar gerçekleşmez. Çocuğun ruhsal faaliyeti sosyal ilişkileri sayesinde gün geçtikçe içine işler. Doğuştan gelen sosyal hissin ilk kanıtı, sonuçta ebeveynlerinin yakınlığını istemesine neden olan ilk zamanlardaki şefkat arayışında kendini belli eder. Çocuğun aşk hayatı Freud’un belirttiği gibi kendi bedenine değil de daima diğer kişilere yönelmektedir. Bu erotik çabaların yoğunlukları ve dışavurumları bireye göre çeşitlilik göstermektedir. İki yaşından büyük çocuklarda bu farklılıklar konuşmalarından belli olabilir. Bu dönemde her çocuğun ruhunda sıkı sıkıya temeli atılmış